Doğruyu söyleme zamanı gelip çattı; İsrail barış yapmak istemiyor. Artık elde bahane kalmadı ve İsrail'in reddiyeci korosu kof görünüyor. Kısa zaman öncesine kadar İsrail'in barış yapacak bir 'ortak bulunmadığı' ve düşmanlarımızla anlaşmak için 'vaktin doğru olmadığı' yönündeki nakaratlarını kabul etmek hâlâ mümkündü. Bugünse karşımızda şüpheye yer bırakmayan yeni bir gerçeklik var ve 'İsrail barışı destekliyor' denilen eski terane paramparça oldu.
Kırılmanın ne zaman gerçekleştiğini kestirmek güç. Suudi Arabistan'ın girişiminin toptan reddiyle mi oldu? Ya da Suriye'nin girişimini tanımaktan kaçınınca mı? Yoksa İsrail Başbakanı Ehud Olmert'ın Hamursuz Bayramı sırasındaki yıllık mülakatlarıyla mı? ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Şam'da İsrail'in Suriye'yle barış görüşmelerine
yeniden başlamaya hazır olduğuna yönelik açıklaması karşısında
duyulan nefret mi buna yol açtı?

Yanlış hep onlara aitti...
Buna kim inanırdı? Üst düzey bir ABD yetkilisi İsrail'in barış görüşmelerinin yeniden başlamasını istediğini söylüyor ve ABD Başkanı anında çıkıp onun sözlerinin doğruluğunu şiddetle yalanlıyor. İsrail tüm bu sözleri işitiyor mu? Barış yönündeki bu sözlerin anlamını kavrıyor muyuz? Yedi milyon İsrail vatandaşının gösterdiği kayıtsızlık kavramadığımızı kanıtlıyor.
Bu ülkede nesiller komşularımızla barış sağlama olasılığı hakkında kendini kandırarak ve şüphelerin etkisinde yetişti. Gençlik günlerimizde David Ben Gurion Arap liderlerle bir görüşebilse bizlere barış getireceğini söylüyordu. İsrail ilkesel olarak barış için doğrudan müzakerelerde bulunmayı talep ediyordu ve İsraillilerin gündelik hayatlarında 'barış' mevzusuna baktıkları mercek devletlerinin muazzam arzularını gizliyordu. Bizlere ortalıkta barış yapacak ortak bulunamadığı ve Arapların nihai arzunun yokoluşumuzu sağlamak olduğu söylendi. Bayramlardaki şenlik ateşlerimizde 'Mısır tiranının' portrelerini yakarken barış sağlanamamasının tüm sorumluluğunun düşmanlarımızda olduğuna iyice kanaat getirdik.
Daha sonrasında işgal geldi. Bunu terör, Yaser Arafat, ikinci başarısız Camp David Zirvesi ve Hamas'ın iktidara gelişi izledi ki, biz tüm
yanlışın onlara ait olduğundan hep emindik. Bir gün tüm Arap dünyasının barış elini uzatacağını ama İsrail'in bu tavrı görmezden geleceğini en pembe düşlerimizde görsek bile inanmazdık. İsrail'in bu reddine iç kamuoyunu kızdırmak istememesini gerekçe göstermesini hayal etmekse
çok daha delice gelirdi.
Devran döndü ve barışa reddin başını şimdi İsrail çekiyor. Bazı aşırıların ret politikası artık Kudüs'ün izlediği resmi siyaset oldu. Hamursuz mülakatları sırasında Olmert bizlere 'Filistinlilerin tarihi bir karar alma noktasında olduğunu' söyleyecek ama halk onu ciddiye almayı çoktan bıraktı. Tarihi kararı alması gereken bizleriz ama bundan kaçıyoruz, tıpkı ölümden kaçarcasına bahsettiğimiz girişimlerden kaçışımız gibi.
İsrail'in ret için kullandığı nihai mazeret niteliğindeki terör sadece Olmert'in bıktırana kadar "Filistinliler değişmez, terörle savaşmaz ve yükümlülüklerini kabul etmezse, sonu gelmez karmaşadan kendilerini asla çıkaramazlar" diye tekrar edip durmasına yarıyor. Sanki Filistinliler teröre karşı önlemler almadı, sanki onların yükümlülüklerinin ne olduğunu belirleyen İsrail'den başkası, sanki işgal altındaki Filistinlilerin acısını çektiği sonu gelmez karmaşanın sorumlusu İsrail değil.
İsrail birtakım önkoşullar dayatıyor ve bunu yapmaya mutlak hakkı olduğuna inanıyor. Ancak herhangi bir adil barış için en temel önşarttan, Filistin topraklarındaki işgali bitirmekten kaçınıyor. Hamursuz mülakatları sırasında Olmert'e onca soru soruldu ama önkoşulsuz son Arap girişimi karşısında neden heyecana kapılmadığını sorma zahmetine kimse girmedi. Bu sorunun cevabı mülklerde yatıyor. İnşa edilen Yahudi yerleşimlerindeki mülklerde.

Kamuoyu ilgilenmedi bile
Ayaklarını sürüyen sadece Olmert de değil. İşçi Partisi'nin önde gelen isimlerinden biri geçen hafta 'travmayı atlatmanın 5-10 yıl alacağını' söyledi. Barış şu sıralar tehlikeli bir yaradan ibaret; kimse bunun kalkınmaya, güvenliğe, bölgedeki hareket özgürlüğüne ve daha adil bir toplum kurulmasına sağlayacağı devasa sosyal getiriden bahsetmiyor.
Bugünlerde tıpkı küçük bir İsviçre gibi, gözümüzün önünde kayıp
giden önemli fırsatlar yerine dolar kuruna ve maliye bakanı aleyhindeki zimmete para geçirme suçlamalarına odaklanmış durumdayız.
Böylesi fırsatlarla her gün, hatta her nesilde bile karşılaşmayız. Bu girişimlerin ne derece somut ve inandırıcı olduğu bilinmese de, hile içerip içermediği bilinmese de birilerinin öne çıkıp bunlarla yüzleşmesi gerekiyor. Olmert yaşlı bir dede olduğunda torunlarına ne anlatacak? Barış adına her kapıyı kapattığını mı? Başka çare bulunmadığını mı?
Peki torunları ona ne diyecek?


(CounterPunch İnternet gazetesi, 9 Nisan 2007)