Necati Polat'ın, geçtiğimiz Cuma günü (13 Nisan 2007), Zaman'ın 'Yorum' sayfasında 'İdeoloji ve Kuram' başlıklı bir yazısı yayımlandı. Bay Polat, benim biri Avrupa Birliği'ne öteki Mehmet Kaplan'a ilişkin iki yazımdan yolaçıkarak bazı önesürüşlerde bulunuyor. Bu yazı, bu önesürüşlerdeki eleştirileri yanıtlama amacını güdüyor.
Bay Polat'ın önesürüşlerinden biri, 'Kuram ile İdeoloji' arasındaki ayrımın 'epistemolojik bir kesinlik' taşımadığı; bu ayrımın 'bağlam-bağımlı' ve keyfi olduğudur. Bay Polat, bu önesürüşü, bir önesürüş (ya da bir varsayım) olarak değil, bir postulat olarak kabul ettikten sonra, bir çıkarsamaya gidiyor ve dolayısıyla, 'okuma[nın] her defasında hesaplı önkabuller üzerinden seyreden bir okuma' olacağını; 'önyargısız okuma[nın] mümkün' olmadığını bildiriyor.
Şimdi bu önesürüşü irdeleyelim. 'Kuram' ile 'İdeoloji' arasındaki ayrım, keyfi (arbitraire) ve 'bağlam-bağımlı' bir ayrım değildir. Karl Popper'in o artık çoktan klasikleşmiş 'Science: Conjectures and Refutations' adlı makalesinde belirttiği gibi, 'Kuram'ın 'yanlışlanabilir' ya da 'yanlışlanabilir olmaya açık' olmasına karşı, İdeoloji (Popper'in, özellikle Marksizm ve Psikanaliz için kullandığı kavramlaştırmayla söylersek: 'Pseudo Science') kendini yanlışlanmaya kapalı tutan ve yanlışlanabilme olasılığına karşı 'konvansiyonalist taktikler'le 'ad hoc' önlemler alan bir sistemdir. Her ne kadar Althusser, Popper'in Pseudo-Science (-ki ben, 'İdeoloji' demeyi tercih ediyorum) saydığı bu iki sistemi, Marksizmi ve Psikanaliz'i 'Bilim' sayıyor olsa da, Popper'in 'Yanlışlanabilirlik Kriteri'nin, bir epistemolojik kesinlik taşıdığı göz ardı edilemez. (Burada 'doğrulanabilirlik'ten değil, 'yanlışlanabilirlikten söz ediyorum. Popper'in 'doğrulanabilirlik' konusundaki önesürüşlerine, bağlam dışı olduğu için, atıfta bulunmuyorum.)
Necati Polat'ın yanıldığı noktalar
Bay Polat'a Kuram ve İdeoloji arasındaki ayrımın, örneğin Marksizm ve Psikanalizin, Popper'e göre İdeoloji, Althusser'e göre Bilim sayılıyor olması gibi, 'bağlam-bağımlı' görünmesi, bu ayrımı temellendiren kesin epistemolojik kriterlerin olmadığı anlamına gelmez. Popper'in 'Yanlışlanabilirlik Kriteri'nin yanı sıra, Kuram'ın 'olgu-önermeleri'yle ('statements of fact'), İdeolojilerin de 'değer yargıları'yla ('value judgements') iş görüyor olması da, epistemolojik bir sınır çizgisinin var olduğunu gösterir.
Hadi diyelim ki, bu ayrım, keyfidir ve bağlam-bağımlı'dır; bu durumda, problemleri benim ele alış tarzım (i.e.'ayrım, epistemolojik bir kesinlik taşır') ile Bay Polat'ın ele alış tarzı (i.e. 'ayrım, epistemolojik bir kesinlik taşımaz') arasında herhangi bir çelişkinin sözkonusu olmaması gerekir. Eğer durum böyleyse, ben Popper'ci bağlamda Kuram'la İdeoloji arasındaki ayrımı 'epistemolojik bir kesinlik' olarak okuyabilirim; -Bay Polat da Popper'ci olmayan bir bağlamda epistemolojik bir kesinliğin bulunmayışı olarak! Böyle bakıldığında Bay Polat'ın önesürüşü, tümüyle geçersiz olmuyor mu! Ya da ikimizin konumu, 'İdeoloji ile İdeoloji' arasındaki farka tekabül etmiyor mu?
Gelelim, bu önesürüşü bir postulat olarak kabul etme yanılgısından çıkardığı sonuca: Bay Polat, önyargısız okumanın mümkün olmadığını söylerken neye dayanıyor acaba? Kendisi söylemiyor, ama ben söyleyeyim: Gadamer'in Hermenötik Kuramı'na! Gadamer, Aydınlanma'nın söylem dışına attığı 'önyargı' kavramını aklamakla kalmaz, onu Hermenötiğinin temelkoyucu kavramlarından birine dönüştürür. Önyargılara karşı önyargılı olmamayı önerir Gadamer ve şunları söyler: 'Eğer önyargılarımız yoksa, yani taraflı değilsek, bir metinden ne elde etmek istediğimizi bilmiyorsak, başlangıçta metne nasıl yaklaşacağımıza ilişkin bir yönteme sahip değiliz demektir. Önyargılar, anlamanın ön koşullarıdır.'
Gadamer, bu yaklaşımı özellikle yazar merkezli bir okumayı (intentio autoris) öneren E.J.Hirsch'e karşı önesürer. Dolayısıyla, Bay Polat'ın 'muhteşem bir yanılgı' ile ve sanki 'epistemolojik bir kesinlik' taşıyormuş gibi bir önesürüşle dilegetirdiği 'önyargısız okuma mümkün değildir' yargısı da, ancak Gadamer bağlamında geçerlidir; -doğruluğu, sadece, bağlı olduğu Gadamer Hermenötiği bağlamında önesürülebilir. Asıl bağlam-bağımlı olan, Bay Polat'ın epistemolojik bir kesinlikle dilegetirdiği 'önyargısız okuma mümkün değildir' önermesidir.
Bay Polat, Kuram'ın bir 'önyargılar bütünü' olduğunu öne sürerek, içine düştüğü durumdan kurtulmaya yelteniyor. Doğrusu ya, onun yerinde olmak istemezdim! Gadamer Hermenötiğinin en aşırı kertesine taşınması anlamına gelen bu yaklaşımı da, Bay Polat, yine bir postulat olarak önesürüyor. Bilimsel metodolojide 'hipotez'lere, birer 'önyargı' gözüyle bakabiliriz; ama, bu hipotezlerin, (tıpkı Gadamer'ci bir okurun, metinle girdiği hermenötik dialogda önyargılarını sınadığı gibi) sınandıklarının Bay Polat nasıl farkında olmayabilir? Sınanan hipotezler (önyargılar), artık 'hipotez ya da önyargı olmaktan çıkarlar ve Kuram'ın temelkoyucu önermesini teşkil ederler. Kuram, Bay Polat'ın zannettiği gibi, önyargılar bütünü değil, sınanmış ve nedensellik bağlamında sonuç vermiş önermeler bütünüdür. Bunu Bay Polat'a hatırlatmak durumunda kaldığım için üzgünüm. Kuramsal önermeler, artık önyargı değildirler.
Gelelim, Stanley Fish'e ilişkin olarak söylediklerine. Bay Polat'ın Gadamer'in 'önyargı'larını, Fish'in 'yorumlama stratejileri'yle ('interpretive strategies') karşılaştırması beklenirdi. Bunu yapmıyor, ama yapılmaması gereken bir şey yapıyor: Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin üyeliği konusundaki tavrını dilegetirişimi, Stanley Fish'in 'yorumlama cemaati'yla ('interpretive communities') ilişkilendiriyor. Dahası, dolaylı olarak, benim belirli bir 'yorum cemaati'nin söylemini temellük edişimi (bunu da varsayarak elbette!) 'İdeolojik' bir tavra ya da daha genel bir deyişle, kısaca ve örtük bir biçimde, İdeoloji'yi, 'yorumlama cemaati söylemi'ne indirgiyor.
Daha önce de yazdım: (Bakınız Zaman, 15 ve 22 Şubat 2006 ). Alıntılayayım: 'Burada sorulması gereken soru, Stanley Fish'in okuma biçiminin Marxist bir okumadan farklı bir yaklaşıma işaret edip etmediği olmalıdır. Gerçekten de Fish'in 'yorumlama cemaati' olarak kavramsallaştırdığı topluluğun, Marx'ın 'sınıf' kavramıyla atıfta bulunduğu topluluktan; dolayısıyla da, Fish'in 'yorumlama stratejileri' ile kastettiği ne ise, onun, Marx'ın 'ideoloji' ile kastettiği şeyden farklı olup olmadığı, üzerinde durulması, kışkırtıcı sonuçlara varılmasını olanaklı kılan bir sorudur.
Kışkırtıcı, çünkü bu mesele, metnin varlığına ilişkin bir ontolojik arkaplan üzerinden irdelenmeyi gerektiriyor. Stanley Fish, metnin maddi bir kimliği olmadığını, ya da Anthony Easthope'un deyişiyle 'gösterenlerin maddeselliğine dayanan biçimsel ögelerin, 'yorumlama cemaati' dışında bir varlığının olamayacağı'nı, dolayısıyla da, anlamın da bir 'yorum-etkisi'nden ('an effect of interpretation') öte bir şey ifade etmediğini önesürmektedir.
Hiç kuşku yok: Marxist bir okuma, metnin maddesel-olmayışını ('immateriality') bir felsefi veri olarak kabul etmeyecektir. Bu durumda da okuma uğraşının, okurun 'ideoloji'si ile metin arasında bir ilişki olarak temellendirilmesi, elbette mümkün değildir. Öyleyse, Fish'in 'yorumlama strateji'sini 'İdeoloji'ye, dolayısıyla 'yorumlama cemaati'ni de 'sınıf'a indirgemek sözkonusu olamıyor.' Dolayısıyla, Bay Polat'ın 'yorumlama stratejileri' (--ki, onun metninde 'yorumlama stratejileri'ne atıfta bulunulmuyor) ya da 'yorumlama cemaati söylemi' ile İdeoloji arasında kurduğu örtük ilişkinin hiçbir epistemolojik temeli bulunmuyor.
'Metin yok yorum var!' Bu görüş, aslında Nietzsche'nin 'Ahlakın Soykütüğü'nde 'İyi' ve 'Kötü' sözcükleri bağlamında önesürdüğü düşüncelerin, edebiyat bilimi alanına uygulanan bir varyantı sayılabilir. Foucault da, 'sözcükler, aslında, yorumdan başka bir şey değildirler; bütün tarihleri boyunca, birer işaret olmadan önce, birer yorum olmuşlardır' der ve yorum'un işaret'e olan önceliğinin, modern hermenötiğin temelkoyucu özelliklerinden biri olduğunun altını çizer.
AB meselesi iddia ettiği gibi değil...
Her neyse, eksik olmasın, Bay Polat, analitik ve sentetik önermeler,Wittgenstein'in 'dil oyunları' konusunda ansiklopedik felsefe bilgilerini aktardıktan sonra, AB ile Türkiye arasındaki ortaklık ilişkisi konusunda söylediklerimi derin bir söylem analizine tabi tutuyor. Keşke Bay Polat, benim bu konuda daha önce yazdıklarımı da lütfedip okuma zahmetine katlansaydı, diye düşünmeden edemiyorum. Arşive bakarsa görecektir: Ben, AB meselesini, bir Medeniyet meselesi olarak gördüğümü; bu Medeniyet'le 'aidiyet' ilişkisi içinde olmakla, 'mensubiyet' ilişkisi içinde olmak arasında ontolojik bir fark bulunduğunu; bu farktan kalkarak, Avrupa Medeniyeti'ne 'ait' olanlara'asli' ya da 'tam' üyelik; bu Medeniyet'e Türkiye gibi sonradan 'intisap' edenlere ise, 'imtiyazlı ortaklık' ya da 'ikinci sınıf üyelik' statüsünün tanınacağını belirtmiştim. 'Hıristiyanlık', bu Medeniyet'e 'aidiyet'in, öteki iki ögesiyle (Antik Yunan ve Roma mirası), temelkoyucu ögelerinden biridir. Bay Polat, o kadar koşullanmış ki, bütün metin boyunca yaptığı gibi, olmayan'ı varmış gibi göstermeye, burada da devam ediyor. Ben, AB'ye ilişkin o yazımda, AB'ye girmek ya da girmemek konusunda herhangi bir kişisel görüş ('AB'ye girelim' ya da AB'ye girmeyelim') belirtmemiş; sadece AB'nin Türkiye'ye karşı olan tavrını ('Bizi AB'ye tam üye olarak almayacaklar') dilegetirmiştim. 'Bizi AB'ye almayacaklar' önermesinden 'Ben AB'ye girmemize karşıyım' önermesini çıkarsamak nasıl bir mantıkla mümkün oluyor, anlayamadım? Bay Polat, sanki bu konuda kişisel görüş bildirmişim gibi, olmayan'ı var gösterip beni dolaylı bir biçimde ulusalcı'lıkla itham ediyor. Bravo doğrusu, ne diyeyim!
Gene de Bay Polat'a teşekkür ederim. Zahmet etmiş, fakirin yazılarını okumuş, okumakla da yetinmemiş, iş edinip eleştirmiş. Bu da bir şeydir; -şükretmek gerek!