Paul Rogers, Washington'daki  askeri istifanın--ve İsrail'in Gazze'deki operasyonlarının--İran'a yönelik bir savaşın olasılığını ve zamanlanmasını etkileyebileceğini söylüyor.  

Birlesik Devletler Merkez Komutanlığı (Centcom) kumandanı Amiral William Fallon'un 11 Mart 2008'de istifa etmesi, George W Bush yönetimi ile İran arasındaki çatısma sorununu aniden güvenlik ajandasına geri getirdi. Pek çok analizci, 3 Aralık 2007'de İran'ın nükleer silah geliştirmediği sonucuna varan ulusal istihbarat tahmininin yayınlanmasıyla bir savaş riskinin zayıfladığını düşünüyordu. İran; Nukleer Niyetler ve İmkanlar adlı raporda farklı kayıtlar ve şartlar vardı fakat temel argumanı yönetimin elinden aldığından savaş seçenegini sınırlıyor görünüyordu. 

Fallon'un istifasının ardından; onun, başkan ve Dick Cheney ile farklılıklarını özellikle de İran'la girişilecek bir savaşın ABD güvenlik kaygılarina zararı dokunacak sonuçlar üreteceği ile ilgili görüşünü açıkça ortaya koyan profili bir dergide yayınlandı (bkz. "The Man Between War and Peace", Esquire, 11 Mart 2008). Bununla birlikte Avrupa baskentlerinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'nda hatta Savunma Bakanlığı'nın bir çok birimindeki hakim görüş; Fallon'un büyük oranda haklı olduğuydu. Peki herhangi bir sey gerçekten degisti mi? 

Savaş senaryosu 

Savaş senaryosu serilerinde eski bir köşe yazısı savaş tehlikelerini özetlemişti: bu tehlikeler arasında Irak'ta ve batı Körfez devletlerinde İran'ın  cevap olarak verebileceği geniş kapsamlı seçenekler, petrol fiyatlarında potansiyel ani bir yükseliş, İran'ın gerçekten ne pahasına olursa olsun nükleer silah elde etmek için uğraş vereceği olasılığı--böylelikle daha fazla ABD bombardımanını gerekli kılacağı--vardı (bkz. "America and Iran: the spark of war", 20 Eylül 2007). Sonuç; böylesi kaygıların farkında olmak, Washington'daki aşırı şahinlerin üzerinde olumlu yönde bir bir etki oluşturabileceği şeklindeydi fakat diğer faktörler hala bizi bir savaşa sürükleyebilir. Bunlar arasında, iki gruptan birinin kasıtlı bir saldırganlık hareketini içerebilir: İran toplumundaki konumlarını yeniden oluşturma telaşında olan radikal Devrim Muhafızları'nın gerçekleştireceği bir saldırı veya İran'ın nükleer tesislerine İsrail tarafından gerçekleştirilecek bir saldırı. 

Bütün bu sorunlar analizin sunulmasının üzerinde altı ay geçmesine rağmen hala geçerlidir. Amiral Fallon'un sahneden ani çıkışı, eski bir bir sorunu yeni bir bağlamda yeniden ortaya çıkardı: bu istifa Bush yönetiminin son aylarında İran'la bir savaşı daha olası hale getirdi mi? Cevap; ihtiyatlı bir evettir--kaydı ihtirazi ile Fallon'un istifasının kendisi sonucun şekillenmesinde ana faktör değildir çünkü Bush yönetiminin taammüden ve açıkça bir savaş başlatacağı hala kuşkuludur. Eğer savaş çıkarsa, diğer olaylardan çıkacaktır (bkz. "Iran and Pakistan: danger signals", 10 Ocak 2008). 

Kasım 2008'den önce İran'a yönelik gerçekleşecek herhangi bir saldırı, başkanlık seçimleri üzerinde dikkate değer bir etkiye sahip olacaktır.  

Eylül veya Ekim'de bir çatışma başlar ve 4 Kasım seçimlerinin arefesinde kızışır. Bu aşamada ABD'nin savaşa temel katılımı donanma tarafından desteklenen hava kuvvetleri olur. Kara kuvvetlerinin ve denizçilerin katılımı, çok yorgun olduklarından ilk başta sınırlı bir şeklinde gerçekleşir.  

Savaş Bush yönetimi tarafından başlatılmayabilir--başka bir yoldan çıkması sağlanabilir. Fakat savaşın kaynağı ne olursa olsun ABD'nin taktikleri, hızlı bir şekilde alışıldık bir görüntü oluşturacaklardır. Savaşın ilk bir kaç haftasında kapsamlı ABD bombardımanları; İran'ın nükleer tesislerini, hava savunma unsurlarını, komuta kontrol sistemlerini, donanmanın ve Devrim Muhafızları'nın önemli tesislerini hedef alacaklardır. Bu aşamada ABD askeri gücü o kadar muazzam olacak ki Washington "kazanıyor" gibi görünecektir. Bu, 2001 yılının sonlarındaki Afganistan Savaşı'nın ilk sekiz haftası ve Bush'un 1 Mayıs 2003'te yaptığı "görev tamamlandı" konuşmasına (bkz. "The long war", 3 Nisan 2003) kadar geçen Irak Savaşı'nın ilk altı haftasındaki durumdu.  

İran'a yönelik bir ABD savaşı, özellikle de açıkça kendisinin seçimi olmayan bir savaş, seçimler sona doğru yaklaşıyorken içerdekileri manşetleri olduğu kadar dünya basının manşetlerini de kaplayacaktır. Kriz, Amerika'nın yeni başkanının temel özelliğinin ülkeye güvenli bir şekilde önderlik edebilecek mükemmel bir askeri arkaplana sahip olması gerektiği argümanını dayatacaktır. Bir adım daha ileri gidersek açık seçenek: gelecek hafta Avrupa ve Ortadoğu yapacağı bir ziyarette güvenlik konularındaki ehliyetini parlatmayı planlayan Senatör John McCain'dir.  

Bu senaryo savaşın ABD liderliği tarafından başlatılacağı anlamına gelmiyor--fakat eğer bir çatışma çıkarsa Cumhuriyetçilerin politik olarak kazançlı çıkacağını açıklığa kavuşturuyor.  

Halihazırdaki durumun belirsizlikleri; (örneğin) önemli bir çatışma ortamı oluşturacak şekilde İran'ın aşırı bir reaksiyon vermesini sağlamak için bazı sınır kazalarının düzenlenmesini veya Devrim Muhazları unsurlarını zorlamakla bir provokasyon sağlamayı ihtimal dışına çıkarmıyor. Bu ihtimallerin her ikisi de olası olmamalarına karşın akla yatkındırlar--bir diğer Tonkin Körfezi olayının olacağı çok aşikardır ve Mahmut Ahmedinecat'ın konumunun kesin bir şekilde sağlamlaşması, ABD ile erken bir çatışma arayışında olan Devrim Muhafızları'nın destekçileri arasındaki fazlasıyla uzlaşma karşıtı güçleri kışkırtmaktan çok uyaracaktır. İran parlamento seçimlerinin Ahmedinecat'ın manevra kabiliyetini etkileyip etkilemeyeceği veya İran içinde daha geniş bir güçler dengesi ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağı hala belli değildir.  

İsrail Faktörü 

Amiral Fallon'un ayrılmasının ardından yapılan bu askeri-stratejik-politik değerlendirmede hayati unsur, İsrail'dir. İsrail'in liderleri ne yapmak istiyor, ne yapabileceklerini düşünüyorlar ve İran'la ilgili neyi gerçekleştirmenin arayışındalar? Gazze'de 3 Mart 2008 tarihine kadar devam eden 5 günlük sürede yüzü aşkın Filistinlinin öldürüldüğü aşırı güç kullanımı, bölgesel gerilimleri artırma sürecinin bir parçası olabilir (bkz. Kaveh L Afrasiabi, "Israel raises the ante against Iran", Asia Times, 14 Mart 2008). İsrail'in Ulusal İstihbarat Tamini'nin sonuçlarına yönelik açık güvensizliğiyle birleşen İran'ın gelişen bölgesel konumu, İran'ın nükleer arayışlarının sadece diplomatik ve ekonomik yollarla durdurulamayacağı ile ilgili Ehud Olmert hükümetinde gerçek bir endişenin olduğunu açıkça göstermektedir.  

İsrailli gözlemciler diğer herhangi birileri gibi ABD seçimlerinin sonucunu kestiremiyorlar. Olası üç galipten John McCain ve Hillary Clinton (George W Bush ve onun bazı önemli destekçileri gibi Tanrının planının bir parçası olarak İran ve İsrail'in diğer düşmanlarıyla bir savaşı göze aldırabilecek olan "kıyamet günü" mantalitesine sahip olmasalarda) büyük oranda İsrail yanlısıdırlar. Barack Obama, İsrail ve onun bölgedeki politikaları ile ilgili olarak az bilinen ve az güvenilen bir kişiliktir, bazıları eğer Obama seçilirse (Demokratların yarışmayı önde götüren adayı, tutumunu açıkça ifade ediyor olmasına karşın; bkz. "Obama calls Livni, back's Israel's right for self-defense" [Ynet, 11 Mart 2008]) ABD'nin sınırsız İsrail yanlısı tutumunu zayıflatacağından endişe etmektedirler. 

İsrail, İran'la her zaman halihazırdaki gibi çatışmacı ilişkilere sahip değildi (bkz. Trita Parsi, "The Iran-Israel cold war", 28 Ekim 2005). Fakat şu anki tehlikeler hissedilir ve öngörülebilir durumdadırlar: İsrail için İran'la yapılacak bir savaşın zamanı Kasım 2008'de bitiyor. Bu tarihten önce İran nükleer tesislerine İsrail tarafından gerçekleştirilecek her türlü hava saldırısı, İranlıların özellikle de Devrim Muhafızlarının Irak'taki ABD birliklerine karşı hareketiyle sonuçlanacaktır. İran'ın vereceği bu cevabın, İsrail'in çıkarı için İran'ı kötürümleştirecek olan daha büyük bir ABD saldırısını davet edeceği kesindir. Tek taraflı bir İsrail hareketi, Birleşik Devletler'de büyük destek bulamayabilir (Aralık 2007'de yapılan bir düşünce anketi İsraillilerin üçte ikisinin de böylesi bir yaklaşıma karşı olduğunu ortaya çıkardı); fakat eğer bu hareket, Hamas ve Hizbullah'ın İsrail'e karşı gerçekleştirecekleri önemli eylemlerden sonra yapılırsa bir tehdide yönelik önleyici bir saldırıyı temsil edebilir. 

Hamas ve Hizbullah'ın böylesi eylemlere kalkışmalarına ne neden olabilir? Gazze'de yapılanlar veya daha yoğun İsrail askeri operasyonları buna neden olabilir.  

Oynayan parmak 

Eğer bu yıl İran'la, İsrail tarafından kıştırtılan bir savaş olacaksa iki önemli faktör bu süreç için çok uygun olacaktır: 

  • İsrail, seçimde Cumhuriyetçi aday John McCain'e yardım edecektir
  • Böylesi bir etkiyi oluşturabilmek için Kasım ayından önce başlamaya ihtiyaç duyacaktır.
 
 

Bunlardan hiç biri savaşa bir kesinlik veya büyük bir olasılık kazandırmaz. Fakat İran'a saldırıp saldırmamaya yönelik önemli kararları alacak olanların arasında güvenilir bir öncü politik unsur olan ABD neo-conlarının İran'ın halihazırdaki diplomatik manevralarından endişeli olduklarını not etmeliyiz. İran ve Irak arasında gelişen bağların altını çizen Mahmut Ahmedinecat'ın 2-3 Mart günlerinde gerçekleştirdiği ziyaret esnasında Bağdat'ta kendisi için yapılan karşılama töreni onlar için yeterince acı vericiydi (bkz. "The war over there", 3 Mart 2008); neo-conlar için 11-12 Mart tarihleri arasında Endonezyalı başkan Susilo Bambang Yudhoyono tarafından Tahran'a gerçekleştirilen üst düzey ziyarete şahitlik etmekte Irak ziyaretiyle eşit oranda zordu. Bu ziyaretin ardından, İran'a yönelik üçüncü aşama yaptırımlarla ilgili BM Güvenlik Konseyi'ndeki oylamada Endonezya çekimser kaldı (bkz. "Islamic world can become a global power", Tahran Times, 12 Mart 2008). Ziyaret iki ülke arasında pek çok anlaşmayla sonuçlandı ve böylelikle İran'a; Çin'le sahip olduğu kapsamlı ilişkilerini tamamlamak için Doğu Asya'ya açılan bir diğer bağlantı sağladı. 

Neo-conların bakış açısına göre, George W Bush'un, İran'ın nükleer potansiyel ile birlikte yükselen bir güç olarak ortaya çıktığı şartlarda görevi bırakması kabul edilemez bir şeydir. Amiral Fallon'un istifası çok büyük bir değişiklik yaratmaz sadece rahatsız eden birini sahneden çıkarır. Bu istifa bile yanlız başına İran ile bir savaşı biraz daha olası kılıyor. Fakat gerçek belirleyici İsrail hükümeti ve onun önümüzdeki altı ayda yapmak üzere karar verdikleri olarak kalmaya devam ediyor.  

Paul Rogers, kuzey İngiltere'deki Bradford Üniversitesi'nde bir barış çalışmaları profesörüdür. 26 Eylül 2001'den beri openDemocracy'de küresel güvenlik üzerine haftalık köşe yazıları yazmaktadır. Buna ek olarak Paul Rogers, Oxford Araştırma Grubu için aylık bir uluslararası güvenlik brifingi hazırlıyor.  

Paul Rogers'ın son kitabı; 11 Eylül sonrası stratejik yanlış değerlendirmeler ve neden yeni bir güvenlik paradigmasının gerekli olduğu ile ilgili bir analiz olan Why We're Losing the War on Terror  (Polity, 2007) adlı kitaptır.

Çeviren: Ali Karakuş