16.5 milyon oy almış bir siyasin partinin, yani 2002'den bu yana iktidarda bulunan AK Parti'nin kapatılmak üzere hakkında dava açılmak istenmesi Türkiye'deki demokrasinin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Merkezde toplanmış bulunan güçler –ki ben bunların toplamına Merkezdeki Çekirdek adını veriyorum- kendi kontrolleri dışında herhangi bir siyasi gelişmeye izin vermeye niyetli görünmüyorlar. Sosyal bilimciler, entelektüeller, dünyanın nereye gitmekte olduğunu yakından gözleyenler, ne söylerse söylesin, onlar bildiklerinden bir milim şaşmıyorlar.
     Yüzde 47 oy almış bir partiyi kapattırmaya çalışmak ilk anda tuhaf geliyor. AB canibinden gelen tepkilerin toplandığı ortak nokta şuydu: "Bu bir delilik!.." Ama hatırlayalım,  RP kapatılmak istendiğinde birinci partiydi, yüzde 21 oy almıştı, 6 milyon 100 bin oy ederdi. Partinin kayıtlarına göre üye sayısı da 4 milyon 250 bine çıkmış bulunuyordu. Sonra FP kapatıldı. Arkasından hakikaten neredeyse bütün politik varsayımlarını değiştirmek suretiyle AK Parti kuruldu. Bu da kapatma davasıyla karşı karşıya gelmiş bulunuyor.
      Bundan üç ay önce de DTP hakkında da kapatılma davası açılmış bulunduğunu hatırlayalım.
      Diyeceksiniz ki, bu her iki önemli partinin kapatılmak istenmesinin anlamı nedir? Türkiye, geçen yüzyılın ilk çeyreğinden başlamak üzere yaşadığı derin iki krizi henüz aşabilmiş değil. Sistem dini nereye oturtacağına bir türlü karar veremiyor veya kendi zamirinde bir karar vermiş de, halk bunu bir türlü kabule yanaşmıyor. Sistemin halka dayattığı "laiklik", en rijid tarzı olan Fransa'dan bile çok daha gerilerde, buna kelimenin gerçek manasında "laikçilik/laisite" demek mümkün. Bu da her defasında çok ciddi krizlerin yaşanmasına sebep olabiliyor. Başsavcının hazırladığı iddianamede bir müdürün "Rahmetullahi aleyhim ecmeıyn (Allahın rahmeti hepsinin üzerinde olsun)" demiş olması "laikliğe aykırı fiil" olarak gösterilmiş. 10 formalık bir kitap hacmindeki iddianamede –ki çoğu medyadan toplanmış haberlerle dolu- bu ve benzeri 'suç teşkil eden ilginç deliller' var.
      Söz konusu iddianemede gerçekten tuhaflıklar var. Kolayca tahmin edileceği üzere  "Başörtüsü yasağının kaldırılmak istenmesi"yle ilgili düzenleme en başa konulmuş. Bu da son derece ilginç. Ama iddianamenin beslendiği mantıktan hareket edilecek olursa, MHP ve Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) hakkında da işlem yapmak gerekebilir. Çünkü başörtüsü düzenlemesine hemen hemen aynı gerekçeler ve argümanlarla MHP de destek verdi ve 10 ila 42. maddeler Meclis'ten 411 oyla geçti. DİB Başkanı ve dini bilgiler konusunda devletin resmi yetkili kıldığı Din İşleri Yüksek Kurulu, "başörtüsünün İslam dininin bir gereği, dini bir vecibe olduğunu" açıkça beyan ettiler. Bir siyasi partinin kapatılmasına sebep teşkil eden bir fiil suç sayılıyorsa, devletin bir kurumu tarafından savunulduğu zaman da suç teşkil etmeli. Suçun niteliği kurumlara göre değişmeyeceğinden DİB ve MHP hakkında da kapatma davası açılmalı.
      İçinden çakamadığımız ikinci büyük kriz 'Kürt sorunu'. DTP'nin de kapatılmak istenmesi, yine geçen yüzyıldan devraldığımız söz konusu derin krizin varlığına işaret ediyor. Bu çizgide siyaset yapan partiler ardı arkası kapatılıyor. Anlaşılan şu ki, bu ülkede Kürt sorununun sahiden çözülmesini istemeyenler var ve bunlar her iki kanatta etkin rollere sahip görünüyor.
      Kısa demokratik hayatımızda bugüne kapatılan partilerin sayısı 24, eğer Anayasa Mahkemesi, savcıya uyup AK Parti ve DTP'yi de kapatacak oluirsa, sayı 26'ya çıkacak. Az değil.
      Kapatma davasının 'hukuki boyutu' önemli bir konu. Tabii ki bu davada öne çıkacak tartışmalar, gündeme gelecek konular hukuk tarihimizde ki hak ettikleri yeri alacak,  hukukçular bu konuların geniş bir müzakeresini yapacak. Konunun arzettiği önemli noktalardan biri, belki bu sayada devlet organlarının hukukun üstünlüğü ilkesine ne kadar bağlı oldukları hususunun bir kere daha açıkça anlaşılmasını sağlamak olacaktır.