Bu hafta Kerbela’da olan şeyi tam olarak kimin yaptığı hala belirsizliğini koruyor. Kesin olarak bilinen şey; Şii hacılar ile Irak polisi veya Bedir Tugayı üyeleri ile Mehdi Ordusu arasındaki silahlı çatışmalar 52 Iraklının ölümüne 300’den fazlasının da yaralanmasına neden oldu.

Bir hikâye, muhtemelen Şii lider Mukteda es-Sadr’ın emirleri ile, başbakan Nuri el-Maliki’nin hükümetten düşmesi için dua etmeleri nedeniyle polis Şii kalabalığın üstüne ateş etmeye başladı şeklindedir. Bir diğeri, Mukteda’nın Mehdi Ordusu şehirdeki kutsal ibadet yerinin kontrolünü ele geçirmeye yönelik bir girişimde şiddeti provoke etti şeklindedir.

Kerbela’daki dini alan (Bağdat’ın 100 km güney batısında) şu an Abdulaziz el-Hekim’in önderlik ettiği Irak Yüksek İslam Konseyi (IYİK) tarafından kontrol edilmektedir. Burası IYİK askerleri olan Bedir Tugayı ve eskiden Bedir Tugayı üyesi olan ve hala Hekim’e bağlı olan Irak polisinin üyeleri tarafından korunmaktadır. Özetle 2003’e geri dönersek burası Mukteda’nın kontrolündeydi.

Sadrcıların ibadet yerini birçok farklı nedenle tekrar almak istediklerine inanılıyor. Dünyanın dört bir yanından özellikle de İran’dan gelen Şii ibadetçilerden gelen bağışlar milyon dolarları bulduğundan bu sebeplerden biri para ile ilgilidir. Kerbela ve onun ibadet yeri yıl boyunca hacılardan kar sağladığından Irak’ın en zengin şehirlerinden biridir. İkincisi, 100 camisinden vaaz etmek Kerbela’yı kontrol edene; düşüncelerini, ideolojisini yayma, politik ve askeri her türlü organizasyonuna yeni üyeler kazandırma imkanı veriyor. Şehir, hepsi IYİK tarafından kontrol edilen 23 dini okula sahip. Bu durumda Mehdi Ordusu Kerbela camilerinin kontrolü için savaşacaktır.


Üçüncüsü, “Kerbela hakimiyeti için savaş”, Sadr ailesi ile Hekim’in ailesi arasında Irak Şiiliğinin liderliği üzerine uzun süren ve kanlı bir kavga ile uyuşmaktadır. Mukteda, Hekim’in kontrol ettiği her şeye gözünü dikiyor. Kerbela’nın tekrar alınması, Hekim yerine liderleri olan Mukteda’yı Irak Şiiliğinin birinci lideri yapmaya çabalayan Mehdi Ordusu için büyük bir ikramiye olacaktır.


Onun (Mukteda) daha genç, Hekim’in olduğundan daha bağımsız ve Irak ulusalcılığına daha adanmış olduğunu söylüyorlar. Bu argümanın destekçileri—çoğu Irak’ın içinde—Mukteda’nın, Kerbela’da Hekim’e karşı bir “darbe” gerçekleştirmek için aşırı kalabalık bir manzarayı kullanmak istediğini iddia ediyorlar. Olaylar görünüşe göre planlandığı gibi gitmedi, güvenlik güçlerinin Hekim ve Maliki’ye mutlak sadakatinin ardından kaos meydana geldi.

Kerbela’da öldürülen ibadetçilerin çoğu Sadrcı idiler. Mukteda ölüler için üç günlük yas ilan etti. Kavganın bitmesinden saatler sonra Irak’ın dört bir yanındaki IYİK ofislerini hedef alan misilleme saldırılar gerçekleşti. Bu saldırılardan biri Bağdat’ın mahallesi Kazımiye’de gerçekleşti. Burada Hekim’in dört adamı öldürüldü ve IYİK’in ofisi yakıldı. Bağdat’ın doğusunda Bedir Tugayı ile Mehdi Ordusu arasında 5 kişinin ölümüne 20 kişinin yaralanmasına neden olan çok şiddetli bir çatışma patlak verdi.

Bir zamanlar hem Bedir Tugayı hem de Mukteda ile müttefik olan ve şimdi Mehdi Ordusu ile arası açık olan Irak başbakanı (savunma bakanı ve ulusal güvenlik danışmanı ile birlikte) olay yerini ziyaret ederek, Kerbela ordu komutanını görevden alarak, şehir genelinde sokağa çıkma yasağı uygulayarak ve Irak’ın en iyi korunan ve en kutsal ibadet yerindeki şiddeti kontrol edemedikleri—veya engelleyemedikleri—için 1,500 polis memurunu görevden alarak olaya cevap verdi.

Maliki aynı zamanda suçluları, İmam Hüseyin’in türbesini havaya uçurmak istemekle suçladı ve sonrasında Sadr bloğunun üst düzey bir üyesi ve şehir belediyesinin çalışanı olan Hamid Kannush’un tutuklanması için emir verdi. Kannush, Kerbela şiddetinde entrika ile suçlanmaktadır. Maliki etkili bir şekilde: kendisine bağlı medya olaydan dolayı “Saddamcıları” suçlasa da Sadrcılar bunu yaptı, dedi.

Yine de Maliki’nin Ofisi Kerbela’da gerçekten ne olduğunu açıklamadı. Bununla birlikte Ulusal Güvenlik Danışmanı Muvaffak el-Rabei, militanların İmam Hüseyin ve İmam Abbas’ın kutsal türbelerini işgal etmek “ve Maliki hükümetini devirmek” istediklerini söyledi.

Olaylar soğumadan önce hikâyeye yönelik bir diğer ironik (şaşırtıcı) gelişme daha vardı. 2003’ten bu yana dünyanın dikkatlerini üzerine çekmiş olan Mukteda, Irak’ta ABD güçlerine karşı bütün askeri faaliyetleri durduracağını duyurdu. Mehdi Ordusu’nun bütün operasyonlarını altı aylığına askıya aldığını deklare etti ve ekledi: “Örgütün medya yetkilisinin dışında hiç kimse benim veya Sadr ofisinin adına bir şeyi açıklama hakkına sahip değildir.”

Mukteda fiilen silahlarını ABD başkanı George W Bush’un ayaklarının dibine bıraktı. Sadrcı bloğun üyeleri, Mehdi Ordusu’nun Kerbela’da gerçekleşen şeyle hiçbir şekilde alakalarının olmadığını söyleyen bir dizi basın açıklaması yayınladılar. Sadrcı bloğun bir sözcüsü olan Ahmet Şehibani “Sadr (Mukteda) Kerbela’da gerçekleşen şeyin Mehdi Ordusu ile Irak hükümeti arasındaki kavga olmadığını söylüyor” dedi. Sonrasında ekledi, “Sadrcılara Irak’taki politik partilerin ofislerini özellikle de Sadr (Bağdat) şehrindeki IYİK ofislerini hedef almamaları çağrısında bulunuyoruz.”

Washington hareketi bir zamanlar İngiltere’nin yaptığı gibi hoş karşıladı. Fakat Bağdat hükümeti bunu yapmadı. Ulusal Güvenlik Danışmanı Rabei, eğer Mehdi Ordusu saldırılarını ve Maliki hükümetini “yok etme” girişimlerini durdurursa başbakanın hareketi hoş karşılayacağını söyledi. O “neyin olacağını fiiliyatta göreceğim” dedi. “eğer doğruysa iyi bir haber. Eğer gerçekleşirse ülkedeki şiddet büyük oranda azalacaktır.”

Niçin şimdi? Amerikalılarla dört yıl savaştıktan sonra Mukteda neden bugün her şeyi itiraf etmeye karar verdi? Kariyerini yükseltmesi için kendisine güçlü ve sağlam güç zemini veren aile mirasının dışında Mukteda bütün meşruiyetini ABD’nin Irak işgali karşıtlığı üzerine oturtmuştu. Mukteda’nın önderliğindeki 2004 isyanı onun kariyeri için harikalar yarattı ve onu milyonlarca Iraklının gözünde Irak bağımsızlığının önderine dönüştürdü. Hayırseverliğinin yanı sıra hibe ve fakirlere yardım, onu Irak Şii toplumunun gençliği gözünde popüler yaptı. Yine de geriye baktığımızda onun 2006’dan beri—nerdeyse fark edilemeyecek bir hızla—renk değiştirdiğini görebiliriz.

Mukteda; Amerikan karşıtı, Saddam Hüseyin sonrası dönemde politik süreç karşıtı ve Sünni karşıtı olarak başladı. İran’ın Irak’taki davranışına yönelik çekinceleri olmasına karşın Birleşik Irak İttifakı’ndaki İran yanlısı partilerle ittifak ederek 2005 parlamento seçimlerine katılmayı kabul ettiğinde politik sürece katılmama anlayışını terk etti. 33 vekille parlamentoya girdi, BIİ’nın gücünü arttırmasına yardım etti sonrasında kabine bakanlıklarıyla Maliki’nin hükümetine girdi—böylece Amerikalılar tarafından desteklenen bir hükümeti meşrulaştırdı.

Onun davranışında bazı şeyler tuhaf ve çelişkili görünüyor fakat ABD ordusuna karşı çok popüler bir isyanı sonlandırdığı için kimse ona karşı saygı dışında kalabilecek sorular yöneltmedi. Maliki’yi meşrulaştırmasının ödülü olarak Mehdi Ordusu dağıtılmadı. Yetkililer Mehdi Ordusu’nun illegal bazı işlere karıştığını, Sünnilere karşı nokta saldırılar gerçekleştirdiğini biliyorlar fakat bütün bunlara gözlerini kapatıyorlar.

Amerikalılar ne zaman Sadr Şehri’nde Mehdi Ordusu’na karşı sıkı önlemler almaya kalkıştıklarsa, Maliki onlara izin vermedi. Mehdi Ordusu politik sürece destek verdiği sürece kendisine eğitim, ticaret ve sağlık gibi güçlü alanlarda faaliyet göstermesi için açık çek verildi. Irak’ta aralarında eski başbakan İbrahim el-Caferi, Maliki ve Amerikalıların da olduğu herkes Mukteda’nın, 30 yıl Saddam için üretim yaptıkları ve destekledikleri için onları toptan cezalandırarak Sünnilerle hesaplaşacağı eski davalara sahip mezhepçi devrimci bir din adamı olduğunu herkes biliyor.

O, onları 1990’larda Saddam’ın güvenlik servisleri tarafından öldürülen babasının kanından sorumlu tutuyor. Yani sorun Mukteda’nın silahlara sahip olması değildir. Asıl sorun onun bu silahları kime doğrulttuğudur. Süreç Baasçılara ve el-Kaide üyelerine karşı olduğundan ne Maliki ne de ABD Mukteda’yı uyarmış görünüyor. O gerçekten politik sürecin içine dâhil oldu—aynı adam (Mukteda) gayrimeşru olarak suçlandı—ve gücü tattıktan sonra onu terk etmenin çok zor olduğunu gördü. Bu ilk terk etmeydi. Yani politik sürece girmeme anlayışını terk etti.

Mukteda sonrasında onlara uzlaşı elini uzatarak, onları Maliki ile başarısız olan ittifakının doğal alternatifleri olarak görüp Sünni karşıtı duruşunu terk etti. Unutulmamalıdır ki ABD işgali karşıtlığında, Irak iç işlerine İran’ın dahil olmasına karşıtlıkta, Irak’ın bölünmesine ve Güney Irak’ta otonom bir Şii bölgesinin kurulmasına karşıtlıkta Sadrcılarla Sünniler arasında ortak zemin var. Şubat 2006’daki Samara bombalamasının arkasında olmakla onları suçlayan Mukteda şimdi öncelikle Maliki’ye sonrasın ABD’ye karşı beraber çalışmak için Sünni ve Şiilere çağrıda bulunuyor. Her iki mezhebinde bir arada namaz kılması ve Irak’ın tamamen bölünmesini engellemek için askeri meselelerde ve lojistik destekte işbirliği yapmaları çağrısında bulunuyor. Bu ikinci terk ediştir. Yani Mukteda Sünni karşıtlığını terk etti.

Bu gün çerçeve tamamlandı. Mukteda, ABD’ye karşı askeri savaşçılığını durdurarak meşruiyetinin üç sacayağı üzerine oturan konseptini değiştirdi; böylelikle geçerli olan üç orijinal duruşunu terk etti.

Bu muğlâk milis grubunun ABD’ye karşı savaşını sonlandırmasıdır. Ve bu yerleşmiş, korkulan, nefret edilen ve hayran olunan Mukteda gibi bir liderden geldiği zaman tamamen farklı bir şeydir. Eğer o Amerikalılarla işbirliği yapmaya karar vermişse (ve altı aylık ateşkesini süresiz bir şekilde uzatırsa) bu Irak’ın politik arenasında çok şeyi değiştirebilir.

Bununla birlikte doğal olarak bu onun bazı radikal Şiiler arasındaki popülaritesini azaltacaktır fakat Mukteda, böyle bir hareketle bütün güç zeminini kaybetmeyecek kadar iyi yerleşmiş bir durumdadır. Onun bu hafta yaptığı şey, 1993’te İsraillilerle barış imzalamak üzere Oslo’ya giden Yaser Arafat tarafından yapılan şeyin aynısıdır. Bu niçin onun yanına kar kaldı? Çünkü Arafat, Filistinlilerin önünde övünebileceği birçok savaş madalyasına sahip, iyi yerleşmiş bir liderdi. İsrail’e karşı herhangi bir savaşı resmen kazanmamış olmasına rağmen (aksine kariyerinin her dönüm noktasında yenilmiştir) Arafat yenilgilerini zafere çevirme yeteneğine, tılsımına ve başarısına sahipti—Filistinlilerin gözünde. Arafat’ı sınırlayan herhangi bir yenilgi hiç olmadı.

Aynısı Mukteda’ya da oldu. Yenildiği gerçeğine bakmadan 2003’te onlarla savaştığı için savaş madalyalarını elde etmeden önce Mukteda Amerikalılarla ateşkesi yürürlüğe koyamazdı. Savaş ona bu gün barış için konuşma meşruiyeti verdi. Fakat gözlemcilerin meraklandıran şey Mukteda’nın U dönüşü yapmasına neyin neden olduğudur. Arafat, İsraillilere 40 yıl direndikten sonra bunu yaptı. O, Oslo’ya; Ürdün’ün, Lübnan’ın, Suriye’nin ve pek çok Arap ülkesinin arkasını ona dönerek onu ülkelerinden atmalarından sonra gitti. Mukteda kariyerinin zirvesindedir. O, Arafat’ın 1960’larda, İsrail ile barış düşüncesiyle dalga geçtiği günlerde durduğu yerdedir.

Bazı muhtemel senaryolar:

1.Mukteda’nın açıklaması, eski müttefiki yeni düşmanı Maliki’nin düşmesi için beklerken Amerikalılara karşı zaman kazanmak için yaptığı bir blöftür. Maliki, kendi yararına Şii cemaati kontrol etmesi şartıyla uzun süre Mukteda’yı destekledi. Başbakanın hatalarından dolayı Mukteda, başbakan için destek istemeye devam etmenin—eğer imkansız değilse bile—giderek zorlaştığını gördü. Bu, Maliki, Bush ile el ele verip ABD askerlerinin Irak’tan çekilmeleri için bir takvim belirlemeleri çağrısında bulunmayı reddettiği zaman tamamen bir baş belasına dönüştü.

Mukteda’nın kendisini terk edeceğini fark eden Maliki ilk saldıran olmaya karar verdi. 2007 yılının başlarında (kendisini 12 ay koruyan ve destekleyen) Mehdi Ordusu’na yönelik sıkı önlemler almaya başladı. Mukteda eğer böyle devam ederse iki düşmanla yüz yüze kalacağını fark etti: ABD ve Irak hükümeti. Kesinlikle böyle dengesiz bir savaşı kaybedecekti, Mukteda Irak komşularından hiç biri tarafından desteklenmezken Maliki özellikle İran tarafından destekleniyor.

Bir tercih yapmak zorundaydı: ya Amerikalılar ya da Maliki ve ABD’ye oynadı—şimdilik.  Maliki’den kurtulduğu anda Mukteda’nın “ateşkesi” sona erecek ve o, yapmasını en iyi bildiği şeye geri dönecektir: Amerikalılar ve Sünnilerle savaş.

2. Mukteda işgale silahlı direnişinin başarılı olmayacağını gördüğünden ateşkesinde samimidir. Eğer bu doğruysa Iraklılar ve Amerikalılar onun güvensiz kalarak sağlayacağı karı ona vermelidirler ve onu memnun ve işbirliğine hazır tutmak için ne gerekiyorsa yapmalıdırlar. Bu teori Mukteda’nın askeri çatışmaya olduğu gibi politik diyaloga inandığını da söylemektedir. O, politik arenada ve Sünnilerin de aralarında olduğu Irak toplumundaki bütün gruplar nezdinde kendini daha fazla meşrulaştırmaya ihtiyaç duymaktadır.

Silah taşırken bunu yapamaz. Onun yeni yaklaşımı, herkesi onun çehresini değiştirdiğine ikna etmelidir (Amerikan karşıtı duyguları muhafaza etmeye devam ederken). Muhtemelen Mukteda, ABD ile ateşkes anlaşmasını hayata geçirecektir fakat bu Amerikalılara karşı saldırılar gerçekleştirmeleri için kendisine sadık olan diğer grupları cesaretlendirmeyeceği anlamına gelmemektedir. O, ABD ile diplomasi yaparken diğerleri—kalleşlik için sorumluluğu üstlenerek—onun yararına savaşacaklardır.

İkinci Mukteda opsiyonunun şimdikine benzemeyeceğini bilmemize rağmen şu anda Mukteda’nın kafasında neyin geçtiğini bilmek için çok erken olabilir. Bununla birlikte açık olan şey şudur; bu adam, 2003’e geri gidersek herkesin suçladığı gibi artık politik bir amatör değildir.

 

O, politikanın kirli oyununu, usulüyle, taktikleri ile, daha fazla pragmatizmle ve belki de—hadi onu da söyleyelim—vizyonla oynuyor. O, kanlı Irak manzarasını neyin canlı tutacağını biliyor. Eğer bu, ABD’ye karşı silahlı savaşın geçici dönemi anlamına geliyorsa o zaman eyvallah. Ordusunun varlığını devam ettirme onun ajandasında ilk sıradadır. İşgali sonlandırma, Maliki’den kurtulma ikinci ve üçüncü sırada gelmektedir.

 

 

Bu makale Ali Karakuş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.