ABD'nin Irak savaşının tek somut sonucu İran'ın güçlenmesi. Saddam'ın Irak'ı, hem Arapların hem de ABD'nin de işine gelecek biçimde İran'a karşı bir denge unsuru oluşturuyordu; işgal İslam Cumhuriyeti'nin Irak'taki nüfuzunu artırdı
ABD Başkanı Bush Irak işgalinin beşinci yıl dönümünde, 'zafer'le ilgili hamaset dolu, ikna edici veya mantıklı içerikten yoksun bir konuşma yaptı. İki temel konuyu zafere kanıt gösterdi: Saddam'ın devrilmesi ve Kaide'nin zayıflatılması. Fakat epey önem taşıyan şu meseleleri de unuttu: ABD'nin Irak'ı işgal ederek başarmaya niyetlendiği hedefler suya düştü; savaş öncesinde ve sırasında iddia ettiği gibi bölgeye örnek olabilecek bir model sunulamadı. Irak'taki kahraman direniş, dünyadaki tek imparatorluğu yaraladı; İsrail daha güvenli değil; ABD savaştan önce bir varil petrole 30 dolardan az ödüyordu ve şu an 110 dolardan fazla ödüyor.
Irak'ta demokrasi, Arap reformistlerin kıblesi olamadı, aksine kâbusa dönüştü. Bölgedeki totaliter rejimler bu kâbusu varlıklarını sürdürme ve yaralı meşruiyetlerini güçlendirme gerekçesi edindi. Bush gerçekleri çarpıtma esnekliğine sahip. Fakat, imparatorluğunun hâlâ korku saldığına, Kaide'nin kendi çukuruna girdiğine, Irak petrolünün Washington'ın elinde olduğuna ve İsrail'in Saddam'ın gitmesiyle daha güvenli hale geldiğine dair iddialar öne sürebilse de, işgalin öncelikle İran'a hizmet ettiği sonucunu ortadan kaldıramaz.
İşgal Irak devletinin klasik stratejik görevine son verdi. Bu devletin bir görevi, İran'ın emellerini frenlemekti; en azından, İran'a karşı caydırıcı bir bölgesel denge sağlamaktı. Sekiz yıl süren İran-Irak savaşı zaferle sonuçlanmasa da, Irak güçlü çıkmış, İran devriminin yayılmacı ve öfkeli enerjisiyle mücadelede istenen caydırıcılığı gerçekleştirmişti.
Evet bu rol Saddam'ın Kuveyt'i işgal edip bağımsız bir devleti yutma girişiminden etkilendi. Ancak, Irak Körfez Savaşı'nın yarattığı çatlağı tamir etmeyi hayal ediyor ve İran'a karşı vazifesini yerine getirme sürecine dönüyordu. Bu rol sadece Arapların değil, İran devrimini düşman gören ABD'nin de lehineydi. Fakat Amerikalılar zalim ambargoyu dayatarak ve Irak'ı vurmayı alışkanlık edinerek, bu vazifeyi parçalamayı sürdürdü. Hatta 2003'teki işgal, Irak'ın bu görevine son verdi ve Saddam'ın, savaşın ilk kıvılcımları çakılırken bile ABD'ye uzattığı eli kesti.
Dahası, Irak'ın büyük kesimi İran stratejisinin parçası oldu veya en azından İran yörüngesinde dönmeye başladı. Veya, Irak'ın görevinin İran'ı frenlemek olduğuna inanılmadı. Bu eğilimin sahipleri, şu anki görevin Ortadoğu'daki emperyalist saldırılara karşı koyuşunda İran'ın yanında yer almayı gerektirdiğini savunuyor. Onlara göre İran'ın düşmanı İsrail, Arapların da birinci düşmanı. Hal böyleyken bazı Araplar ABD işgalini destekliyor veya yaptıklarını göz ardı ediyor. Bu bakış, İran'ın Arap çıkarları üzerindeki hedeflerini ve Arapların aleyhine olacak bir İran-ABD eşgüdümü ihtimaliyle ilgili daha önemli bir unsuru görmezden gelmeseydi, mantığını ve haklılığını koruyacaktı. ABD İran'la askeri olarak mücadele etmek yerine onu kuşatma altına almaya karar verirse, Tahran'la eşgüdüme gidebilir. Amerikan karar alma organları arasında gündemde olan bu ihtimal, Bush yönetiminde hayata geçirilemese de, yeni yönetimi engelleyen bir şey yok.
Çatışma veya kuşatma hali içinde Irak, yukarıda anlatılan tarihi vazifesini kaybetmeye devam edecek. Askeri tercihe başvurulursa Irak, İran'ın ABD'ye karşı baskı aracına dönüşür. Washington İran'a meyletmeyi düşünürse de, Irak İran'a ek güç katar. İranlılar Irak'taki olayların temel motoruna dönüştü ve Saddam'a karşı savaşı durdurmayı kabul etmeyi zehir içmekten zor sayan Humeyni, mezarında rahatladı.
Kaynak: Radikal