Hükümet bir yargı reformu paketini bu ay Meclis’e getirmeyi ciddi ciddi planlıyor gibi görünüyor. Bu iyi haber;
sadece partilerin kapatılmasını zorlaştırma veya HSYK’yı yeniden yapılandırma yönündeki
önceki iki öneri açısından bile olsa, mantıklı geliyor. HSYK mahkemelerin bağımsızlığını sağlama ve yargıçlarla savcıların haklarını savunmakla görevli. Fakat son birkaç ay içinde meşruiyetinin altını oyan bir dizi olaya karıştı.
HSYK’yı yeniden yapılandırma planının ayrıntıları henüz bilinmese de, bazı uzmanlar daha şimdiden son derece rahatsız. AKP’yi yargının bağımsızlığını yok etmeye, kritik önemdeki yargıç ve savcıların yerine kendilerine sadık devlet memurları getirmeye çalışmakla suçluyorlar. Bazı köşe yazarlarına göre HSYK’ya yapılan bu saldırı AKP liderliğinin otoriter doğasının bir başka örneği ve sivil vesayete giden yolda atılan yeni bir adım.
Bu noktada derin bir nefes alıp, düşünülen değişiklikler gerçekten bu kadar kötü mü ona bakalım. Eleştiriler, HSYK’nın bileşimine ve üyelerin seçilme şeklini değiştirme planlarına odaklanıyor. HSYK’nın şu anda 7 üyesi var. Cumhurbaşkanı’nın atadığı ama Yargıtay ve Danıştay tarafından aday gösterilen beş hâkim, HSYK başkanı olarak Adalet Bakanı ve son olarak Adalet Bakanlığı müsteşarı. Görünen o ki, hükümet HSYK üyelerinin sayısını 17’ye çıkarmak ve bazılarının Meclis tarafından seçilmesini sağlamak istiyor. Bu gerçekten de bazı muhaliflerin dediği gibi Türkiye’de hukukun üstünlüğünün bitmesi anlamına mı gelir?
Avrupa’da benzer kurulları olan birkaç ülkeyle kıyaslayalım. Üye sayılarına bakarsak: 5 (Türkiye) ile 44 (Belçika) arasında değişiyor. Bileşimine bakarsak: Çoğu ülkede bu kurullar esasen yargıçlardan oluşurken, bazı ülkelerde yargıçlarla yargıç olmayanlar arasında tam bir denge var, bazılarındaysa üyelerin çoğu yargıç değil (Portekiz, Norveç). Sözgelimi Fransa’da hem Cumhurbaşkanı hem de Adalet bakanı üye. Adaylıklara bakarsak: Çoğu ülkede atama prosedürü meclisi, hükümeti ve yargıyı kapsıyor ancak düzenlemeler değişebiliyor: Her birinin belirli sayıda üye seçmesi veya ataması gerekiyor.
Türkiye’nin de uzun süredir üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin istişare kurulu Avrupa Yargıçları Danışma Konseyi (CCJE), 2007’de sunduğu bir raporda bu geniş çeşitliliğe dayanarak, HSYK gibi organların nasıl kurulacağına veya reforme edileceğine dair kılavuz kurallar ve standartlar belirledi.
CCJE, kuvvetle karma kurulları destekliyor. Gerekçesiyse “kendi çıkarlarını düşündüğü, kendisini koruduğu ve kayırmacılık yaptığına dair algıları önlemek ve toplum içindeki farklı bakış açılarını yansıtarak yargıya ek bir meşruiyet kaynağı sağlamak”. Çoğunluk yargıçlardan oluşmalı ve bunlar yine yargıçlar tarafından seçilmeli. Yargıç olmayan üyelerse meclis tarafından seçilebilir, ancak buna nitelikli çoğunluk karar vermeli ki, bu da muhalefetin desteğini gerektiriyor; ayrıca bu üyeler toplumun çeşitliliğini temsil etmeli. CCJE bu tür kurullarda bakanların veya aktif siyasetçilerin üye olarak yer almasını uygun bulmuyor.
Türkiye’ye dönelim. AKP’nin gizli gündeminden şüphe etmek yerine, Avrupa’daki bu örnekleri ve önerileri aklımızda tutarak, hükümetin önerilerini iyi tarafları üzerinden yargılamamız gerekir.
Yani adalet bakanının HSYK üyeliğini eleştirmeli ama yeni bileşim ve seçim prosedürlerini memnuniyetle karşılamalıyız, çünkü bunlar Türkiye’nin en üst yargı kurumlarının kaybolmuş meşruiyetini potansiyel olarak yeniden tesis edebilir.

Radikal