İsrail'in işgali ve devlet terörünü devam ettirmek amacıyla yaydığı propagandaya göre "İslam'ın ve Arapların demokrasiyle araları iyi olmadığı gibi, Filistinlilerin ve Hamas'ın da arası iyi değildir. Ortdadoğu'da Batılı demokratik değerleri sadece kendisi temsil etmektedir. Bu yüzden diğer sebepler yanında bu sebeple de İsrail'i desteklemek zorundadır.

Demokrasinin ne olduğu, seçim, meclis, yönetilenlerin karar mekanizmaları ve karar süreçleri üzerindeki etkisi; bunun İslam'ın siyasi görüşleri ve tarihsel tecrübesiyle ilgisi bir yana, Hamas'ın demokrasiyle serüveni önemlidir. Burada hem bir parça bu konuya hem blok halinde Batı'nın iki yüzlülüğüne değineceğiz.

Bilindiği üzere 2006 yılında Filistin'de seçim yapılmasına karar verildiğinde, bu seçime Hamas da katıldı. O güne kadar Filistin'de herhangi bir seçime gitme lüzumu hissetmeyen FKÖ'nün mutlak iktidarı söz konusuydu. 2006 seçimlerinde Hamas,  yüzde 60 oy aldı. Hamas'ın Gazze'de aldığı oy oranı yüzde 80'e çıktı. El Fetih'in kuvvetli olduğu bilinen Batı Şeria'da dahi oyların yüzde 50'sini topladı. 132 üyeli Filistin meclisinden 72'sini Hamas kazandı; El Fetih de 45 sandalye aldı. Bazı bölgelerde seçimlere 4 bağımsız aday katıldı. Aslında bağımsızlar ya Hamas adaylarıydı ya da o yöredeki Hamas seçmeni tarafından desteklendi. Böyle olunca aslında Hamas 76 sandalyeyi kazanmış oldu.

ABD, AB ülkeleri, Avrupa'nın diğer ülkeleri ve uluslararası belli başlı kuruluşlar, seçimi yerinde müşahede etmek üzere gözlemciler gönderdiler. ABD eski Devlet Başkanı Jimmy Carter da gözlemcilerin içindeydi. Seçimler sonunda hepsinin ittifakla söylediği, herhangi bir hilenin karışmadığı, adil bir seçim olduğuydu. Carter, bunun dünyada yapılmış "en adil ve şeffaf seçim olduğunu" açıkça deklare etmişti.

Hamas, seçimi kazandı, hükümeti kurdu, bakanlar kurulunu teşkil etti, fakat meşru ve adil olan bu seçim sonuçlarını İsrail'in tanımaması bir anda her şeyi alt üst etti. İsrail'in hemen ardından ABD de, seçimleri kabul etmediğini açıkladı. Daha ilginci ki, -Avrupa'nın ikiyüzlülüğünü göstermesi bakımından bu önemliydi- AB de aynı açıklamayı yaparak onlara eşlik etti. Hâlbuki AB'nin resmi gözlemcileri, her şeyi takip ettiler, özellikle de Hamas'ın kuvvetli olduğu bölgelerde daha dikkatli davrandılar. Ve seçimin hilesiz, adil bir seçim olduğun belirttiler.

Fakat İsrail seçimleri tanımadığını ilan edince, Batı ülkeleri blok halinde İsrail'e eşlik ettiler, arkasından ambargo uygulamaya başladılar. Daha trajik olanı, demokrasilerde çok önemli olan, seçim sonuçları, demokratik idare, meclisin teşekkül etmesi, kuvvetler ayrılığı, yasama meclisinin dokunulmazlığı gibi neredeyse demokrasinin getirdiği modern kutsallığın üzerine oturduğu kavramların tümünü reddettiler; İsrail'in herkesin gözü önünde seçilen milletvekillerini, bakanları, hatta meclis başkanını tutuklayıp zindana atmasına ses çıkarmadılar.

Peki, İsrail neden seçimleri tanımadı? Bunun birkaç sebebi var:

1) Bu daha çok Arap aydınlarının itibar ettiği bir görüştür. Buna göre, Arap ülkelerinde Batı'nın desteğinde dikta rejimleri var. Dikta rejimlerinin olması Batı'nın işini kolaylaştırır, çünkü diktacılarla iş tutmak ve anlaşmak kolaydır. Ancak demokratik seçimlerin olduğu ülkelerde halkın iradesi bir şekilde idareye yansıyor. Eğer Filistin'de halk iradesi yönetime yansırsa ve bundan bir sonuç alınırsa, Türkiye'den sonra Arap âlemi için bir örnek teşkil eder ve bu, Arap kamuoyunun demokrasi yönünde kışkırtılmasına, tetiklenmesine sebebiyet verir. Yani Filistin'de, işgal altındaki topraklarda bile düzenli bir seçim yapılıyor ve seçimler sonucunda bir meclis ve hükümet teşekkül ediyor; o halde biz de niye aynı şey olmasın düşüncesi güç kazabilir. Bu diktatörlüklerin sonunu getiren bir gelişmedir. Arap aydınlarının önemli bir kısmı bu düşünceyi kabul ediyor.

2) Seçimle iş başına gelmiş bir hükümet, ülkenin çıkarlarına aykırı anlaşmalar imzalayamaz. Kişisel olarak ben buna pek katılmıyorum. Demokrasiler de suiistimale açık rejimlerdir. Öyle de olsa, bu değerlendirmenin bir doğruluk payının olduğu da muhakkak; mesela Türkiye'de 1 Mart 2003 tezkeresi TBMM'nden geçmedi, bütün bir konsept alt üst oldu. Dolayısıyla bu değerlendirmeyi yapanlar bunun önemli olduğunu vurguluyorlar.

3) El Fetih bir muvazaa örgütüdür; işin sonuna geldiğini kendisi de biliyor. Hamas'ın sahneye çıkmasıyla El Fetih'in önüne İsrail'den daha güçlü bir rakip çıktı. El Fetih, rakibi olan Hamas'ı bertaraf etmek için İsrail'le ve Amerika'yla anlaşmak istiyor. Çünkü iktidarını ancak bu şekilde devam ettirebilir. Seçimle iş başına gelen Hamas'ın tasfiye edilmesi El Fetih'inde işine geliyor. El Fetih, diğer bölge ülkelerinde olduğu gibi, gırtlağına kadar rüşvete ve yolsuzluklara batmış bir yönetimdir. Daha doğrusu yönetemeyen bir yönetimdir. Konjonktür dolayısıyla bir üretim yok, insanlar küçücük toprak parçalarına sıkıştırılmış vaziyette, dışardan yardım alınarak memurların maaşı ödenebiliyor; o da ulufe şeklinde dağıtılıyor. Sonu gelmeyen söylentilere göre, yardımların büyük bir bölümüne El Fetih'in önde gelen adamları el koyuyor. Kısaca El Fetih merkezli bir düzen kurulmuş, böyle devam edip gidiyor. Ne var ki Hamas, bütün bu konsepti tamamen değiştirdi. Bu da kimsenin işine gelmediği için onun tasfiye edilmesi istendi.

4) Bir diğer değerlendirmeye göre, İsrail ve Batı medyasının inşa ettiği Hamas bir "terör imajı"dır. Terörist bir örgüt kanun dışıdır, meşru hukuk kurallarına tanımaz. Hamas'ın meşru ve adil bir seçimi kazanması bu imajı bütünüyle bozar, bu İsrail'in terör ve haydutluk olarak nitelendirilebilecek bütün eylemlerinin meşruiyetini tehlikeye düşürür. Bu yüzden, bütün dünya istese de, İsrail, ne Arapların ne Hamas'ın demokratik bir karakter kazanmasını ister.