Ülkemizde geniş kitlelerin ilgilendiği tarzları genel hatlarıyla isimlendirecek olursak, Türk Sanat Müziği, Türk Pop Müziği, Rock Müziği, Undergrand, Fantezi Müziği, Arabesk Müziği, Klasik Batı Müziği, Etnik Müzik, Özgün Müzik v.s gibi geniş bir müzik yelpazesinden bahsetmek mümkün. Elbette ki Halk Müziğini bu örneklerden kasıtlı olarak ayrı tuttum. Zira Halk Müziği bir kaç açıdan bu tarzlardan ayrılan bir müzik tarzıdır. Bu farkların başında da Halk müziğinin meydana geliş şekli yer alır. Zira yukarıda ismi anılan müzik türlerinin hemen hepsi çeşitli kalıp ve kriterlerle vücuda getirilir. Bazıları, başta nota olmak üzere günler, hatta aylar süren çalışmalar sonucu oluşur. Oysa Halk müziği böyle değildir. Halk müziği türkü içerisinde sözü edilen hislerin anında dile dökülmesi ile oluşan bir müzik tarzıdır. Acının, sevincin, umudun, korkunun, özlemin, öfkenin, isteğin o an yaşandığı coşku ve ritmiyle dile bir bir dökülmesi sonucu meydana gelir. Üstelik bu oluşumda her yörenin, şivenin ve dilin temel unsur olduğunu özellikle belirtmeliyiz. Halk müziğinde asıl olan histir ve bu his insanın içine doğduğu şekilde aktarılır.

 

Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu iç isyanı bastırmak için binlerce çocuk yaşta denebilecek genç askerini egemenliği altında bulunan Yemen’e gönderir. Asker sıkıntısı ve isyanın büyüklüğü hesap edilerek hareket edilir ve ergenlik yaşına yeni girmiş gençlerden tutun yaşını almış büyüklere kadar her kes silâhaltına çağrılır. Binlerce kilometre öteye gidecek olan gencecik askerlerin anneleri, babaları, eşleri, nişanlıları, sözlüleri olayın vahametinin farkındadırlar ve bu yüzden acılarını dile getirmek için gidenlerin ve gidip de aylarca kendisinden haber alınamayanların arkasından türküler yakalar:

 

 “Mızıka çalınır düğün mü sandın,

Al yeşil bayrağı gelin mi sandın,

Yemen’e gideni gelir mi sandın,

Tez gel ağam tez gel dayanamirem,

Uyku gaflet basmış uyanamirem,

Ağam, öldüğüne inanamirem”

  

            “Padişaha söylen bu kanunu göndersin,

            Bu kanunu bu zakkumu döndersin,

            On seneyi bir seneye indirsin,

            Hiç mi merhameti yok sultan Aziz’in,

            Nolur karlı dağlar nolur,

           

O günden bu güne askerlik, evlat acısı ve gurbetlik her konuşulduğunda bu mısralar yeniden yorumlanır ve yaşanılan acılar, hasretler tekrar dile dökülmeye başlanır. Bu olay onlarca yıl önceden yaşansa da dilden dile, nesilden nesle aktarılarak ortak bir duygu kompozisyonun örneği olarak günümüze kadar gelebilmiştir. Farklı yörelerde yaşayan ve yine farklı şivelerden konuşan ülkemiz insanları bu ortak paydayı yine ortak bir zevk ve ortak bir sahiplenme hissi ile yorumlamışlardır. Tıpkı sevdiklerinden uzakta yaşayan bir gurbetçinin içinden dökülen Erzurum yöresine ait halk türküsünde olduğu gibi;

           

“Erzurum dağları kar ile boran,

Almış dört yanımı dert ile verem,

Sizde bulunmaz mı bir kurşun kalem,

Yazıp ahvalimi yara bildirem

           

Dört yanımı gurbet sarmış telinen,

Yaslı yaslı bayram ettim el’inen,

Göz göz oldu yaralarım dilinen,

Yaramı sarmaya derman bulunmaz”

           

            Ülkenin neresinde yaşarsa yaşasın, hangi millet, hangi kavim, hangi sosyal sınıfa mensup olursa olsun her vatandaşın dinlediğinde ve söylediğinde hüzünlendiği, sevdiklerini ve sevenlerini hatırladığında dinleyerek acısını dışa yansıttığı bu mısralar aynı yolla yıllar öncesinden bu güne aktarılmış ve hala aynı ortak duyguların bir belirtisi olarak dinlenmeye ve yorumlanmaya devam etmektedir. Üstelik ilk söylendiği tarza yakın olma kaygısı ve hassasiyeti de gözetilerek.

           

            “Havada da kar sesi var,

             Başında da mor fesi var,

             Açın bakın şu konağın,

             İçinde de yar sesi var.

             

 Mor koyunu tutamadım,

             Ben çobana doyamadım,

             Göçmen kuşlar yuva yaptı,

             Serçe kadar olamadım”

 

Eski bir Malatya türküsü olan “Çoban Türküsü”, sevdalandığı kişiyi alamayan birinin hüznünü anlatıyor dinleyenlere. Özellikle olağanca sadeliği ve “yerliliği” ile. Aktarıldığı zaman ve aktarılan kişisi belli olmayan bu türkünün de en büyük özelliği aynı duyguyu yaşayan insanların hislerine tercüman olması. Ama yine hiçbir fark gözetmeksizin aynı hisle ve aynı “dille”.

 

            Kim tarafından yazıldığı ve söylendiği belli olmayan anonim türküler olduğu gibi yazan kişinin mahlası yoluyla veya her hangi biri tarafından aktarılarak bize ulaşan türkü örneklerine rastlamak da mümkün. Örneğin Aşık Emrah sevda, mertlik, kahramanlık, ayrılık ve ölüm gibi temaları işlediği türküleriyle sesini günümüze kadar duyurabilmiştir. Aşık Emrah’ın ‘Gönül Gurbet Ele Varma’ isimli türküsü günümüzde en çok dinlenen ve yorumlanan halk müziği çalışmalarından birisidir;

 

            “Gönül gurbet ele varma,

            Ya dönül ya dönülmez.

            Her güzele meyil verme,

            Ya sevilir, ya sevilmez.

 

            Deryalarda yüzer bahri,

            Doldur ver içeyim zehri.

            Zalık gurbet elin kahrı,

            Ya çekilir ya çekilmez.”

 

            Bu örnekleri çoğaltmak ve çeşitli yörelerde yaşanılan farklı bazı duygulardan meydana gelen halk müziği çeşitlerini görmek mümkün. Ancak konunun bu kısmının anlaşılması için verilen örneklerin yeterli olduğunu düşünerek tartışmanın esas kısmına gelelim.

 

            Yazıya başlarken Halk müziğini, örnek verdiğim bir takım müzik tarzlarından ayıran en önemli başlıca nedenin duyguların hemen dile aktarılması, aktarılan duyguların ülke içinde yaşayan tüm farklı yöre ve şivelere mensup insanlar tarafından özümsenip sahiplenerek sonraki çağlara aktarılması olduğunun altını çizdik. Peki, yazıda sözü edilen kısım bizi neden ilgilendirsin ve biz bu kadar bilgiyi ve vurguyu neden yaptık? Halk müziğini diğer müziklerden ayırma hassasiyeti nereden çıktı? Son soruya cevap arayarak başlayayım.

 

            Yolculuklar esnasında cep telefonum arcılığıyla türkü kanalı olarak dinlediğim ve “türkülere dokunmayın” , “türküler sevdamız”, “türküler hayat kaynağımız” , ”türküler varlığımız” ve hatta “türküler silahımız” gibi sloganlar atan/attıran radyolarda rastladığım, her geçen gün taraftar toplayan bir takım yeni arayışları kısaca değerlendirmekte fayda buluyorum. Radyoların isimlerini vermemin ne bana de dinleyicilere fazlaca bir faydası yok kanaatimce. Zaten bu konuda az çok malumatı olan okuyucular o radyoların isimlerini hemen hatırlayacaklardır. Ben radyoları değil o radyolarda verilmeye çalışılan “sözde halk müziği” düşüncesi üzerinde yoğunlaşmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Verilmeye çalışılan mesajların başında hiç kuşkusuz Halk müziğinin toplumun ortak sermayesi olduğu vurgusu geliyor. Ne var ki bu düşüncenin yansıtılması esnasında kullanılan üslubu dikkatlice ele aldığımızda ortak paydayı kullanan ortakların hiç de aşina olmadığımız bazı özelliklerine rastlıyoruz. Ne gibi mi? Gelecek yazıda konuşalım.