İran karasularını ihlal ettikleri gerekçesiyle tutuklanan 15 İngiliz askeri serbest bırakıldı, İngiltere’ye iade edildi. İran isteseydi onları mahkum eder, yıllarca hapishanelerde tutardı. Hatta İran, göze alsaydı –çünkü İngiltere’nin nedimeliğini yaptığı Amerika her an İran’a saldırıbalir, dolayısıyla Amerikayla birlikte işgaller yaparak para kazanan müttefik İngiltere de fiilen hasım kategorisinde bir ülke sayılabilir-, askerleri kara sularını ihlal ettiği anda öldürür, “vuku bulan çatışma sırasında öldürüldüler” derdi. İngilizler İran’da iyi muamele gördükler. İran başka real-politik hesaplar yapıp öyle davranmadı. Tutuklu bulundukları sırada askerlerin yemekleri düzenli verildi, temiz yerlerde tutuldu ve televizyonlara çıkıp durumlarının iyi olduğunu söylediler. İran’ın kara sularını bilerek ihlal ettiklerini açıkladılar, hatta Tony Blair’i başlarına gelenden sorumlu tuttular. İngiliz askerleri serbest bırakıldıklarında İranlılara teşekkür ettikler; minnettar olduklarını, böyle bir muameleyi ve kısa süre zarfında ailelerine döneceklerini ummadıklarını belirttiler. Bir ülkenin cumhurbaşkanı (Ahmedinejat) onların elini sıktı.
Gel gör ki, bir bakıma ikinci haytalarına kavuşan İngiliz askerleri ülkelerine döner dönmez, bir anda dil değiştirdiler, İranlıların kendilerine psikolojik baskı yaptıklarını, esaretleri sırasında ne söylemişlerse baskı altında söylediklerini, bunları söylerken de ülkelerine/vatana ihanet ettikleri duygusuna kapıldıklarını söylemeye başladılar.
Burada üzerinde durulması gereken iki nokta var:
1) Herkes kabul eder ki, bu olayda İngiltere küçük düştü, işgalci olduğu bir kere daha belgelendi. Bu malumun ilamıydı, ama bu olay dolayısıyla çok daha çarpıcı bir biçimde ve bir kere daha işgal, haksızlık, başkalarının hükümranlığına saygısızlık teyid edilmiş oldu. İngiltere’nin bunu bir şekilde telafi etmesi gerekirdi ki, bunu da serbest bırakılan askerleri Londra’ya varır varmaz tecrit etmek suretiyle sağlamaya çalıştı. Tecrit sırasında askerlere tenbihlerde bulundu, tutuklu oldukları sırada her ne söylemişlerse hepsinin aksine açıklamalar yapmalarını istedi. Bu “psikolojik savaş” taktikleri arasında mütalaa edilmesi gereken bir konudur.
Konu “psikolojik savaş taktikleri” çerçevesinde ele alındığında, serbest bırakılan askerlerin tümünün, İngiliz hükümeti ve gizli servisinin enforme ettiği şekilde ve samimiyetle açıklama yapmadıklarını, bu tarzda “İran’ı suçlayıcı” açıklamalar yapsalar da, içlerinde İran’a karşı minnet duygusu taşıdıklarını düşünebiliriz. Ancak bu, en azından kadın asker için söz konusu değildir.
2) Psikolojik savaşın bir parçası da tek kadın asker olan Faye Turney’ın özel durumuydu. Konuşması sırasında Ahmedinejad’ın kadın askerin durumuna özel olarak değindiğini biliyoruz. Ahmedinejad, ona dönüp şunları söylemişti: “Batı’nın, aile kavramına hiç mi saygısı yok? Bir anneyi bu kadar zor bir görev için nasıl çocuğundan bu kadar uzağa yollayabilir?” Bu sözler iki kültür, iki dünya ve iki ana paradigma arasında temel bir farka işaret ediyordu. Ahmedinejad’ın eleştirileri hem Batı kültürüne, hem İngiltere’ye ve aslında hem de kadın asker Faye Turney’e dönüktü.
Çocuk sahibi bir kadın, ailesinin başında çoluk çocuğuyla ilgilenip sağlıklı insanlar yetiştirme gibi önemli bir yükümlüğü yerine getirmekle uğraşacağına başka insanların ülkelerini işgal etme, tanımadığı, bilmediği insanları öldürme, kendisi gibi kadınları dul bırakacak canilikler yapma işiyle uğraşıyor. Bir anne bu fiili nasıl içine sindirebilir? Hiç mi empati yapmaz? Hiç mi “benim çocuğum yetim kalsın ister miyim? İstemiyorsam, ben nasıl bir Iraklıyı öldürmek suretiyle çocukların yetim-öksüz kalmasını içime sindiririm?” demez.