Sevgili Emeti Saruhan, "Tophane'nin üniversitesi Asude" demiş, Asude Cafe için.

Yok be Emeti, o kadar da uzun boylu değil.

Hele ki, Ahmet Hakan'ın, "eski mahalle" nitelendirmesi hiç değil. Eski mahallelilerin de takıldığı bir kafe, deseydi, hadi neyse.

Mübarek Ramazan'da söyletmeyin beni şimdi.

Yüksek kaldırımın bir iki yüz metre aşağısı, 'bilmem nerenin' biraz ilerisi, nerden "eski mahalle" oluyormuş ki?!

Asude'ye, Fehmi Koru'nun iddiasız, heyecansız ama tam isabet ifadesiyle, "Bizim arkadaşların tercih ettiği bir İstanbul/Tophane kahvesi"nden öte bir 'anlam' yüklemenin ne anlamı var!

Ara sıra o mekanda biz de çay içiyoruz diye, rüşvet-i kelam edecek halimiz yok ya.

Neyse o.

Son derece sıcakkanlı beyefendi patronları, 'güler yüzlü hizmet'le fark atan başta Maşuk olmak üzere personeli, nerdeyse mekanla özdeşleşen Fatih'i ile 'kıyak' bir mekan Asude.

Hepsi bu.

Ama ille de, eski mahalleden veya (açık) üniversiteden falan bahsedilecekse mekanın kralını söyleyeyim ben size:

"Duvardibi"

Fatih Camii civarında, 2. Mahmut'un annesi Nakşidil Sultan'ın türbesine bakan alanda, ahşap taburelere oturup Orhan'ın hiçbir yerde bulunmaz çaylarını yudumladığınız yerden itibaren başlar "Duvardibi".

Adını herhangi bir işletmeciden değil, müdavimlerden almıştır. Hiçbir kahvenin alternatifi de değildir.

Hadi sadık müdavimleri gibi söyleyelim: 'Oblomovcu duruş' sergilenir burada.

"Duvardibi"nde kimsenin avuruna zavuruna bakılmaz. Ve kimse kimseye dekoratif, riyakar hürmet göstermeye tenezzül etmez.

Ne ki; hayata karşı erketede olmak durumundan da asla taviz verilmez.

Akşamüstleri bir başkadır "duvardibi"nde.

Yoksa, tastamam 13 yılımızı Nişantaşı'na verip de, "Batıya gitti, doğuya vardı" misali, dönüp gelir, takılır mıydık!

Açık Mektuplar ve Teolojinin Jeopolitiği kitaplarının yazarı "duvardibi"nin en kesintisiz, en sadık müdavimlerinden Ahmet Özcan, bir akşamüstü, piramitlerin hikmetini çözdüğünü söyleyerek başlayacaktır muhabbete.

Birazdan, İslami araştırmalara kendisini vakfeden İhsan Eliaçık teşrif edecek, Salih Tuna da, her defasında, "Hocam var mı yeni bi gelişme?" yollu takılmayı sürdürecektir.

Dr. Ramazan Yıldırım, hiç olmadık zamanda, Niyazi Misrî'nin Malatyalı olduğunu faş edecek, ardından da, "Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş" den başlayarak beyitler okuyacaktır. Hakan kardeşimiz de Malatyalılara takılmayı ihmal etmemek için hemencecik, "Bu işte bir yanlışlık var, ya bu adam Malatyalı değil, ya da bu beyitler onun değil…" diyecektir.

"Modern Dünyada Müslümanlar" yazarı Abdurrahman Arslan, Fatih Camii'nin Ali Haydar Efendi'nin boş mezarına açılan kapısına kadar uzanan duvardibinde, aralarında Turan Kışlakçı'nın da bulunduğu arkadaşlara, bütün yolları moderniteye çıkartacak bir sohbet yapacak; teşrih masasına yatırdığı moderniteyi de Allah yarattı demeden, eşek sudan gelinceye kadar bi güzel dövecektir.

"Bu adam bu kadar bilgiyi nasıl taşıyor, hayret!" dedirtecek Müfid Yüksel de az sonra arz-ı endam edecektir.

Finans müdürü güzel insan ve değerli varlığımız Vedat Bey analizlerine başlayacak, dinlediğinden her zaman fazlasını bilen Nafiz cigarasını saracak, Ramazan Mut, Mısır hatıralarına başlayacak, Bakış Yayınları editörü Hacı Ahmet sessiz sakin oturacak, Boğaziçi Üniversitesi'nin uzatmalarından Davut da arada bir uğrayacaktır.

"Antik Sevgililer" yazarı büyük öykücü Kamil Doruk ve yakışıklı nazenin şair Mevlana İdris de "duvardibini" şenlendirenler arasında yerini alacaktır.

Osman Bostan'dan Ali Bulaç'a, Bahaddin Yıldız'dan Dünya Yayınları'nın sahibi İlyas Dönmez'e, İzmir'den gelen güzel ve vefalı dost Taceddin Ekmen'den Kazım Sağlam'a, Renkli Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Hikmet Gök'ten Abdullah Muradoğlu'na kadar bir çok insanı ağırlamıştır "duvardibi".

Yazık ki yazık; birkaç yıldır o bilge 'dilenci' kadın, "duvardibi"ne uğramamıştır.

Öldü mü, kaldı mı, kimsenin de haberi yoktur!

Gelgelelim, dünya durdukça hiç kimse o bilge dilenci kadın gibi para 'istemeyi' başaramayacaktır:

"Fazla paran var mı abi? "

 

 

 

Kaynak: Yeni Şafak