Türk liderliği, Suriye’deki gelişmelerle ilgili gayet zorlayıcı davranıyor. Bu, uluslararası endişelere önderlik etmek yönünde hesaplı kitaplı bir adım. Fakat Şam, Ankara’yı kabaca tersliyor. İki taraf, zorlayıcı olmak konusunda birbiriyle yarışıyor. Türkiye için daha fazla bastırmak, Suriye’ye müdahale etmek, geri adım atmaksa mahcup olmak anlamına geliyor.

Diğer yandan mahcup olmamak, Suriye’nin geri adım atmasını gerektiriyor, ki Şam, ABD’nin bile kredi notu düşürülmüşken, hiç de öyle yapacak gibi görünmüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geçen Cuma İstanbul’da sergilediği iddialı tutum konusunda mantıklı davranıp davranmadığını tarih gösterecek. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu Şam’a göndereceğini açıklayan Erdoğan, sabırlarının tükenmekte olduğunu ve Şam’dan gelecek cevaba göre tavırlarını belirleyeceklerini söyledi. Ayrıca Suriye’den yükselen sesler karşısında seyirci kalamayacaklarını ve ne yapılması lazımsa o şekilde karşılık vereceklerini sözlerine ekledi.

Mülteciler eve dönüyor
Suriyeli eylemciler, isyanın patlak vermesinden bu yana en az 1700 sivilin öldürüldüğünü ve on binlercesinin tutuklandığını söylüyor.

Erdoğan da çarpıcı bir iddiada bulunarak, 850 kilometrelik ortak sınır ve derin kültürel-tarihi bağlar göz önüne alındığında, Suriye’de yaşayanların Türkiye için bir ‘iç mesele’ olduğunu söyledi. Bu, Erdoğan’ın Türkiye’nin Suriye’ye müdahale edebileceği yönündeki ilk imasıydı ve hiç de o meşhur ani patlamalarından biri gibi görünmüyordu. Sünni Arapların kulağının kendisinde olduğunu bilen Erdoğan, bu sözleri Suriye rejimine yönelik hesaplı kitaplı bir gözdağı mahiyetinde, kasten dile getirdi.

Şam ise Türkiye’nin Suriye’deki şiddeti kızıştırma girişimini boşa çıkardı. Suriye ordusu yüzlerce can aldı, fakat Türk müdahalesi de savuşturuldu. Türk istihbaratı, şimdi her şeye baştan başlamak gibi nahoş bir mesaiyle yüz yüze. Türkiye’yi rahatsız edecek biçimde, Şam veya Halep’te isyanın esamesi okunmuyor.

Suriye’de geri adım atmak, Türkiye’yi Suudi Arabistan ve hatta Katar karşısında zor durumda bırakacak. Ankara’nın Arap dünyasında ‘Türk modelinin yükseldiği’ iddiaları, Suriye’de doğruluk arz etmiyor.

Tam tersine, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in sözleriyle, “Değişim bahar olarak tanımlanıyor olsa bile, bölgeye ölümcül bir kış da gelebilir.” Türkiye’nin uluslararası toplumu daha proaktif olmaya ikna etme çabaları, Avrupa başkentlerinde heyecanla karşılanmıyor, zira Ankara’nın eski sömürgesine yönelik toprak hevesleri olduğundan şüphe duyuyorlar ve zaten dikkatleri de Libya ve Afganistan nedeniyle dağılıyor.

Öte yandan zaman, Türkiye’nin lehine işlemiyor. Suriye lideri Beşşar Esad, çokpartili sistem doğrultusunda reformlar yapacağını açıkladı ve bir yıl zarfında ‘serbest ve adil seçimlere’ gitmeyi planlıyor. Türkiye için bir talihsizlik de, Suriyeli ‘mültecilerin’ evlerine dönmeye başlaması. Bunun da ‘insani müdahale’ gerekçesi sağlaması, pek mümkün görünmüyor.

Davutoğlu’nun Şam ziyaretinin zamanlaması dikkatlice ayarlandı, zira Perşembe günü BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Güvenlik Konseyi’ne Suriye raporunu sunacak. Ban, Cumartesi günü Esad’la konuştu. ‘Artan şiddet ve can kaybı’ konusundaki ‘derin endişesini’ dile getirdi ve Esad’dan ‘sivillere karşı askeri güç kullanımını derhal durdurmasını’ istedi. Ayrıca Esad’ın reform programının ‘güvenilirlik kazanması için, güç kullanımı ve kitlesel tutuklamaların bir an önce sona ermesi gerektiğini’ vurguladı.

Erdoğan, Batılı güçlerin Suriye konusunda bir BM Güvenlik Konseyi kararı çıkartacağı beklentisi üzerinden ilerliyor. Türkiye’yi bu beklentiye göre konumlandırıyor. Medyadaki haberler, tekrar tekrar Türkiye’nin NATO’ya Suriye’ye yönelik müdahalesine destek vermesi konusunda baskı yaptığını ve Ankara’nın operasyonel planlar hazırladığını, fakat Avrupa’nın bir mezhep savaşına sürüklenmek istemediğini ve Türkiye’nin Suriye’ye yönelik niyetlerinden kuşku duyduğunu iddia ediyor.

Tedirgin bir sükûnet
Şam ise Türkiye’nin bir sorun çıkarıcı olduğunu düşünüyor. Erdoğan’ın Davutoğlu’nun Şam misyonunu sert sözlerle açıkladığı günün ertesinde, Esad’ın dış politika danışmanı Buteyna Şaban, Suriye resmi haber ajansı SANA’nın haberine göre şunları söyledi: “Eğer Davutoğlu Suriye’ye kararlı bir mesaj vermeye geliyorsa, Türkiye’nin konumuyla ilgili çok daha kararlı ifadeler işitecek.” Şaban, Türk istihbaratının Suriye’deki faaliyetlerine de üstü kapalı bir dokundurmada bulundu: “ Türkiye, sivil ve askerlerin silahlı terörist gruplar tarafından öldürülmesini hâlâ kınamış değil.”

Erdoğan boyundan büyük işlere mi kalkışıyor? Şu an Erdoğan’ın kendine güveni, ordudaki paşalar üzerinde sivil hâkimiyet kurmasının ardından hiç olmadığı kadar yüksek, fakat tam da bu sebeple Türkiye’nin sınırları ötesinde güç kullanma kapasitesi zedelenmiş olabilir. Erdoğan’ın Türk ordusunun üst komuta kademesine karşı kazandığı zaferin ardından tedirgin bir sükûnet hâkim. Erdoğan’ın zaferini, sivil hâkimiyetin geri döndürülemez hale gelmesini sağlayarak pekiştirmesi ve bu amaçla daha ileri yapısal ve hukuki reformları başlatması gerekiyor. En başta ordunun diğer devlet kurumlarının düzeyine çekilmesi ve özellikle de savunma bakanlığına bağlanması lazım. Ordu bütçesinin sivil denetime tabi kılınması lazım. Bütün bunlara zemin hazırlamak için de askeri okullardaki müfredat, demokratik kültürü ve sivil egemenliğe saygılı bir zihniyeti subaylara kazandırabilecek biçimde yeniden düzenlenmeli.

Bu değişimler zaman alacak ve şu an için ordu, Erdoğan hükümeti için sorun olmayı sürdürecek. Hükümet yanlısı medya, Yüksek Askeri Şura’nın yıllık toplantısında Erdoğan’ın toplantı masasının başında genelkurmay başkanıyla değil, tek başına oturmasını dönüm noktası olarak sunuyor. Fakat işler o kadar basit değil.

Türkiye gazetesi Hürriyet’e göre, yeni atanan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, kucağında ‘moralsiz bir ordu ve olası operasyonel eksikler’ buldu. Özel’in öncelikle ordu kademelerinde kendilerine ihanet ettiği ve İslamcı bir liderle sıkı fıkı olduğu yönünde herhangi bir izlenimi düzelterek konumunu sağlamlaştırması gerek.

Neticede her şey liderlik meselesine dayanıyor. Moralsiz ordular, İskender zamanından beri liderlikle motive olur. Napolyon’un ve Stalin’in yaptığı buydu. Keza Atatürk’ün büyük zorluklara karşı Gelibolu’da yaptığı da... Erdoğan’ın savaşçı bir mizacı var ve ayartıcı bir durumla karşı karşıya kalacak. İnançlı Sünnilerden oluşan bir ülkenin ordusu sıfatıyla ahlaki temelini yeniden şekillendirmek için, orduyu gerçek bir savaşa sokmanın siyasi avantajlarını hesap edebilir. Zira siyasetçiler, karanlık hesaplarıyla bilinir.

Davutoğlu’nun zor görevi
Bu tür girişimler riskli, fakat Erdoğan risk almasıyla meşhur ve Suudilerle Katarlıların Suriye’de ‘Sünnilerin güçlenmesini’ savunmak için bu macerasını finanse etmek isteyeceğini biliyor. Bunlar Erdoğan’ın açıklamasını ve Davutoğlu’nun Şam ziyaretini önemli kılıyor. Davutoğlu Şam’da en zor görevlerinden biriyle karşılaşacak, zira ‘komşularla sıfır sorun’ doktrini yerle bir oldu.Türk karakterindeki iki zıt özellik, bu süreçte birbirine üstün gelmek için mücadele edecek: Zorlayıcı ve iddialı davranıp hayranlık kazanmak ve zevahiri kurtarmak. ( Hindistan’ın eski Türkiye büyükelçisi, 9 Ağustos 2011)


Kaynak: Radikal