Türkiye'de sivil-asker ilişkilerinin normalleşme sürecinin hızı baş döndürüyor.

29 Temmuz'da Genelkurmay Başkanı ve kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanları istifa etti. Beş yıl önce, ilk AKP hükümeti sırasında bu istifalar, iktidar partisini ordunun üst komuta kademesinin rahatsızlığını alenen ifade etmesine yol açan politikalarını gözden geçirmesi yönünde ağır baskı altına sokar ve büyük bir krize sebebiyet verirdi. İstanbul borsası çok büyük ihtimalle, sivil makamların ekonomiyi ordu öfkesinin bu tezahürü karşısında inişe geçmekten koruyamayacağı korkusundan kaynaklı ciddi bir güven kriziyle yüz yüze gelirdi.

Şimdiyse medya toplu istifalara iki gün odaklandı ve hayatın etkilenmeden devam ettiğini çabucak gördü. Başbakan bir başka genelkurmay başkanı atayıverdi ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki (TSK) üst mevkilerin tümüyle yeniden düzenlemesi yönündeki hazırlıklarını sürdürdü. Yatırımcılar sivil makamların kararlılığını ve komutanların aldığı kararın ardındaki çaresizliği gördü ve Türk ekonomisinin emin ellerde olduğu sonucuna vardı. Daha da önemlisi, Türklerin büyük çoğunluğu aynı hesabı yaparak, paniklemek için bir sebep olmadığına hükmetti.

Son beş yılda ordu ilk baştaki konumundan ve itibarından o kadar çok şey kaybetti ki, TSK ağır toplarının hükümete hayatı zindan etmek yönündeki çaresiz çabalarından herhangi bir ciddi sonuç çıkacağını kimse düşünmedi. İki gün sonra manşetlerde başka konular vardı ve analistlerin çoğu (bazıları da gönülsüzce) olan bitenlerin bir demokrasideki normal prosedür olduğunu kabul etti: Eğer hükümetle Genelkurmay arasında bir anlaşmazlık varsa, seçilmiş siyasetçiler değil, generaller çekilmek zorundadır. 29 Temmuz, Türkiye'de sivil-asker ilişkilerindeki hızlı ve durdurulamaz normalleşme sürecinin teyit edildiği gündü. Herkesin açıkça gördüğü bir durum söz konusu.

Fakat Türkiye henüz olması gereken noktada değil. O noktadan kastım, sivil ve askerî makamların arasındaki normal prosedürlerin baş aktörlerin karakteri ve kişisel gücü ile değil, hukukun tayin ettiği ve hem siyasetçiler hem de generaller tarafından benimsenen kurallarla belirlendiği bir durum. Bu açıdan Türkiye'nin hâlâ kat etmesi gereken epey yol var. 2004'te Hollandalı düşünce kuruluşu Avrupa Güvenlik Çalışmaları Merkezi'nin (CESS) sivil-asker ilişkilerine dair hazırladığı bir raporu gayet iyi hatırlıyorum. CESS raporu Türkiye'de sivil makamların TSK'yı kontrol ve idare etmek açısından yeterli ve etkili araçlardan yoksun olması konusunda son derece eleştireldi. Raporun ardındaki niyet takdir edilesiydi, fakat dili son derece kaba ve keskindi. Birçok AKP'li siyasetçi temel çıkarımlara katılıyordu, fakat raporun lehinde konuşamayacak kadar korkuyor veya bunu göze alamıyordu. Yıllarca tek bir Türk siyasetçi başka bir CESS seminerine katılmaya cesaret edemedi. Hollandalı reformcular ise pes etmedi ve son iki yıldır Türkiye'deki tartışmalarda AB üyesi ülkelerde uygulanan Avrupa konseptlerini tanıtmak yönündeki çabalarını tekrar başlatmış durumda. Amaçları Türkiye'ye var olmayan bir Avrupa modelini kopyalamasını söylemek değil, sözgelimi Meclis'in TSK bütçesi üzerindeki denetiminin nasıl organize edilebileceğini göstermekti. Yani yapılması gerekenler listesi hâlâ epey uzun. Başka örnekler de verelim: Genelkurmay Başkanlığı'nı Savunma Bakanlığı'na bağlamak; bütün TSK harcamalarının kısıtsız denetimi; askerî okullardaki müfredatın baştan aşağı yeniden formüle edilmesi ve askerî yargı sisteminin yeniden düzenlenmesi.

Bu hükümet, ordunun siyasete anti demokratik müdahalesine karşı koyduğu için takdir edilmeli. Fakat emekli askerî hâkim Ümit Kardaş'ın söylediklerine tümüyle katılıyorum: Hükümet için en büyük tehlike ordunun zayıflayan rolünü, bu hükümet gittikten sonra da yerli yerinde kalacak yasalara ve düzenlemelere bağlayan kurumsal değişiklikler yapmaktan kaçınması.

Bütün hükümetler için kendine yakın isimleri üst mevkilere getirmek, böylece bir hasmı dosta çevirmek ayartıcıdır. Fakat hükümetin orada durmaması hayırlı olacaktır. Ancak yukarıda bahsi geçen türde yapısal değişimler sonrasında 29 Temmuz zaferi hak ettiği değeri bulacaktır: Yani nihai hedef değil, sürdürebilir sivil-asker ilişkileri doğrultusunda önemli bir sıçrama tahtası olacaktır.


[email protected] 

Kaynak: Zaman