Türk diasporasının beş hatta yedi kıtaya yayıldığını söyleseniz kimse size inanmaz. Ama vakıa böyle. Türkler Asya kıtasından çıkarak dünyaya en fazla yayılan milletlerden birisi oldular.  Müslüman olmadan bile Atilla'nın ordularıyla Batı'ya doğru gittiler. Kıpçıklar, Peçenekler Osmanlılardan çok önce Ana Kıta olarak da bilinen Avrupa'ya ulaştılar. Koloniler kurdular ve yerleştiler. Sözgelimi yeni yapılan araştırmalar Macarlar'ın Uygurlarla akraba olduklarını ortaya koyuyor. Finler ve Bulgarlar da benzeri Türk kavimleridir. İtalyanların da Etrüskler'in soyundan yani Türk kökenli oldukları ifade ediliyor.  Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından Marmara Koleji'nde düzenlenen, 2 gün süren (3 Haziran 2007, Hürriyet) sempozyuma 30'a yakın Türk, İtalyan, Rus ve Amerikalı bilim adamı katıldı. Sempozyumun açılış konuşmasını yapan TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, "Kazı çalışmalarında tarihçilerin ortaya çıkardıkları bulgular ile yine DNA testlerinden elde edilen bulgular, İtalyanlar'ın ataları olarak bilinen ve Roma tarihinde önemli bir yer tutan Etrüskler'in yüzde 97 ihtimalle Türk olduğunu ve Anadolu'dan yaklaşık 2 bin 500 yıl önce İtalya'ya göç ettiklerini ortaya koyuyor" demiştir. Bununla birlikte Anadolu kökenli olmaları Orta Asya kökenli olduklarını ortaya koymaz. Neyse. 

 

Bununla birlikte, Müslümanlaşmayan Türk kavimleri milli benliklerini muhafaza edememişlerdir. İslamiyete bayraktarlık yapan ve en fazla hizmet eden iki millet vardır. Araplar ve Türkler. İslamiyetin payidar ettiği de iki millet de yine Türkler ve Araplar. Hizmetleri nisbetinde mükâfatlarını da almışlardır. Bunun hilafına söyleyen ya cahil ya da garazkardır. Orta Asya'dan çıkan Türkler İslam öncesinde Avrupa'ya yayıldıkları gibi İslam sonrasında da Horasan Erenleri olarak Asya'dan maada yine Avrupa'ya onun ötesinde Afrika ve sonra da Latin Amerika ve Kuzey Amerika'ya yayılmışlardır. Sahabilerden sonra en büyük manevi fethi Horasan Erenleri yapmıştır. Son göçlerle birlikte Avustralya'yı da hesaba katacak olursak son haliyle Türkler yedi kıtaya birden yayılmışlardır. Arap âlemine Türklerin gelişini Osmanlılardan çok öncedir. Gız olarak anılan Oğuzlar Lübnan, Suriye ve Irak'a ve onun ötesinde Mısır'a ve Kuzey Afrika'ya yerleşmişlerdir. Oraları da vatan olarak edinseler de oraları anavatan değil diaspora vatanı olarak kalmıştır. Anadolu kadar Türklerle bütünleşen başka bir göç mekânı olmamıştır. Payitahtları İstanbul ve anakaraları da Anadolu olmuştur. Bugün Afrika kıtasında hatırı sayılır bir Türk nüfusu vardır, Harer'den  Sudan'a kadar Kızıldeniz kıyılarında ve karşı yakası olarak Yemen'de evlad-ı fatihan olarak varlıklarını muhafaza etmektedirler. Sudan'da Beşir'in Danışmanı ve eski bakanlardan Gazi Selahaddin el Muşi bunlardan birisidir. Onlar Osmanlı bakiyesidirler.

 

Bir de Mehmet Ali Paşa'nın Kale katliamından geri kalanlar vardır ki bunlar mecahil-i ıfrikiyye tabir edilen daha aşağı bölgelere ve balta girmemiş ormanlara kaçmışlar ve yönelmişlerdir. Kale katliamından kurtulanlardan ve Sudan'a yerleşenlerden birisi de Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın dostlarından olan Fatih Ali Hasaneyn ailesidir. Bu gerçeği bize bizzat kendisi ifade etmiştir.  Libya'nın Aziziyesine mumasil Cezayir; başkanlık sarayı Muradiyesi ve Sirkeci Hapishanesiyle ve yüzbinlerce ahalisiyle bizimdir. Tunus, Libya ve bizim namımıza Libya'yı yüzyıllarca yönetmiş Karamanlılar yine başka evladı fatihanlar arasındadır. Evladı fatihan ile Karaman arasında ilginç ve görünmez bir bağ vardır ve bu bağın boyutlarını ortaya çıkarmak ve sergilemek genç tarihçileri beklemektedir. Karamanlılar başlı başına bir evladı fatihandır. Başka bir Horasan Erenleridir. Balkanlar'a yöneldiğinizde orada evladı fatihan bakayasından, asıllarının ve atalarının Karamanlı olduğunu duyacaksınız. Libya'ya gittiğinizde oranın Osmanlı adına Karamanlı beyleri tarafından yönetildiğini okuyacaksınız. Tek başına Karamanlılar bile Avrupa ile Afrika Türklerini veya diasporasını birleştiriyor. Asıl ilginci de, İspanyollar'dan sonra Latin Amerika'da ikinci göçmen güç olarak yine evladı fatihanın belirmesidir. Müslümanıyla gayri müslimiyle al Turko'lar bu diyarlardaki Osmanlı sonrası, son Osmanlılardır. Latin Amerika'nın birçok ülkesinde dışişleri bakanlığı, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmışlardır. Ebubekir Efendi ile birlikte Ümit

Burnu'ndan Latin Amerika'nın en ücra köşelerine kadar son Osmanlıları görüyoruz. Dünyanın çalkalanma devrinin kuvvetli rüzgârlarıyla oraya buraya serpildiklerini müşahede ediyoruz.

 

Latin Amerika'daki Turko'lara mukabil Kuzey Amerika'da Meluncanları görüyoruz. ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilerde Meluncanların önemini ortaya çıkaran Prof. Dr. Türker Özdoğan, Özdoğan, Osmanlı Devletinin 1571 İnebahtı deniz savaşında bozguna  uğramasından sonra 20 bin denizcinin şehit olduğunu, 10 bininin ise  savaş esiri durumuna düştüğünü söyleyerek, bu denizcilerin (leventler)  bir kısmının İspanyollar tarafından Amerika kıtasına getirildiğinin  bilindiğini söyledi. Özdoğan, Meluncanlar ile Anadolu Türklerinin DNA'larının birbirine son derece benzer olduğunu belirterek, ABD'de daha fazla Meluncan toplantısı yapılması gerektiğini, bu tür toplantıların ABD'de Türklere karşı düşmanca duygular besleyen çevrelere verilecek en iyi cevap olduğunu vurguladı.   Richard Kennedy, New York'ta Haziran 2007 başlarında yapılan Meluncanlarla ilgili toplantıda konu etrafında 2 kitabı bulunan ağabeyi Prof. Dr. Brent Kennedy'nin yerine yaptığı konuşmada, ağabeyinin yakalandığı hastalığının ancak Akdeniz insanlarında görülen bir hastalık olduğunun anlaşılmasından  sonra ağabeyinin atalarını araştırmaya başladığını anlattı.  Richard Kennedy, Meluncanların Osmanlı kökeninden geldiğini savunan ve DNA testi sonucunda ailelerinin soyunun Anadolu Türklerine dayandığını ortaya çıkaran ağabeyinin anlattıklarının ve yazdıklarının, ABD'nin Batı Virginia, Tennesse, Kentucky ve Kuzey Carolina bölgelerinde yaşayan insanların atalarının Meluncan olduğunu fark etmesine ve bunu söylemeye başlamasına yaradığını vurguladı.

 

İngilizcesi "Melungeon" olan "Meluncan"ın Türkçe'deki haliyle "melun" ve "can" sözcüklerinden geldiğini ve bunun da "lanetlenmiş insan" ya da "lanetlenmiş ruh" anlamına geldiğini söyleyen Kennedy, Meluncanların da ABD tarihinde ayrımcılığa maruz kaldıklarını, hor görüldüklerini, bu yüzden pek çok Amerikalının atalarının Meluncanlardan geldiğini söylemeye cesaret edemediğini anlattı. Kennedy, ağabeyi Brent  Kennedy'nin ise Meluncanların kökenlerinin Osmanlılara dayandığını  araştırmalarıyla ortaya çıkardığını ve

yapılan test sonucunda ağabeyinin DNA'larının  yüzde 50'sinin Anadolu Türkleriyle neredeyse aynı olduğunu kanıtlandığını anlattı. Toplam 9 yıl Türkiye'de görev yapan ve en son 2002-2005 yılları arasında ABD'nin İstanbul Başkonsolosu olan David Arnett, Meluncanlarla ilgili anlatılanların başından beri ilgisini çektiğini, daha sonra baba 

tarafından kendisinin de Meluncan olduğunu öğrendiğini ve yapılan DNA testi sonucunda yüzde 25 oranında Türk geni taşıdığını öğrenmekten mutluluk duyduğunu söylemiştir.  Meluncanların Türkiye ile ABD arasında "doğal köprü" rolü oynayabileceklerini söyleyen Arnett aynı toplantıda , "ABD'de yaşayan Türklerin tam sayısı bilinmemekle birlikte 500 bine kadar çıktıkları tahmin ediliyor, ancak bu sayı Meluncanlar dikkate alınmadan önceydi. Hepinizi Meluncan kuzenlerinizle buluşmaya ve onların Türk kökenlerini kucaklamalarına yardımcı olmaya çağırıyorum. Meluncanlarla Türkler arasında artık ayrılık olmamalı" diyor. 

 

Meluncanlarla ilgili bir kitabı bulunan Wayne Winkler de yaptığı konuşmada, Meluncanların hikayesinin Amerikan tarihinin ilk zamanlarına ışık tuttuğunu kaydetti. Bir soru üzerine Winkler, ABD'nin 16. başkanı Abraham Lincoln'ün soyunun Meluncanlardan geldiğine inandıklarını da söyledi. Geceye, Meluncanların lideri Prof. Dr. Brent Kennedy'nin tekerlekli sandalyede katılması ve elinde Türk bayrağı ile programı sonuna dek izlemesi duygu dolu anların yaşanmasına neden oluyor. Kennedy'nin "Meluncanlar: Gururlu Bir Halkın Dirilişi" ve "Anadolu'dan Apalaş'a" adlı kitapları, Meluncanların geçmişleri ve Türklerle bağları hakkında önemli bilgiler ihtiva ediyor.

 

Elbette Doğu ve Batı Türkistan mevzumuz dışı zira Türklerin kökenleri oraya dayanıyor. Ama Keşmir öyle değil. Horasan Erenleri manevi olarak Anadolu ve Balkanları fethettikleri gibi Hindistan'ı da fethettiler. Ama onlar oralara Anadolu'dan gitmediler. Osmanlı döneminde Anadolu'dan veya Şam'dan gidenler ise Latin Amerika ve Kuzey Amerika'ya kadar ulaştılar. Keşmir'deki Osmaniler veya son Osmanlılar aslında Gazneli Mahmut veya Emir Timur'un torunları veya yadigarları. Şimdi bunlara bir de Batı Türkleri katıldı.  Konya asıllı Hollandalı

sosyolog Veyis Güngör göçler sonucu bir de Batı Avrupa Türkleri oluştuğu söylüyor. Keşmir'deki Türklere dönecek olursak onlarla ilgili 27.11.2006 tarihli Yeni Asya'daki yazımızı takdim ediyoruz: Türko'lardan Osmani'lere..."

 

Belçika'da bir Türk köyünün varlığından haberdarız. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde emsalleri bulunuyor. Her nasılsa Türklerden yardım görmüş bu insanlar köylerine şükran ve minnet ifadesi olarak Türk ismi vermişler. Osmanlı ile birlikte Batı'da Türk köylerinin yükseldiğini görüyoruz. Osmanlı ki nazım bir rol oynayan denge devleti olarak kâh onun, kâh bunun imdadına yetişmiş ve dengeyi sağlamış. Sözgelimi Françesko'yu İngilizlere karşı himaye etmiştir. Ve ilginçtir, 19. yüzyılda Osmanlı hasta bir adam olmasına rağmen Afrika'daki insanların yardımına koşmuştur. Sudan, Eritre, Mısır ve Somali gibi ülkelerde binlerce ve hatta yüz binlerce kişi asıllarının Türk olduğunu iddia ediyor. Sudan'da Gazi Selâhaddin gibi bakanları ve cumhurbaşkanı yardımcıları var. Bunların bir kısmıyla tanışıklığımız oldu. Dolayısıyla Tonybee gibilerinden nakledilen söz doğrudur: Türk tarihi yazılmadan dünya tarihi yazılamaz. Türk tarihi ise o kadar dallı budaklı ki onun tarihini yazmak da dünya tarihini yazmakla eşdeğerdir.

 

Yine 19'uncu yüzyılda Osmanlı topraklarından kopup gidenler Latin dünyasında el Türko rüzgârları estirmişler. Küba lideri Castro'nun bile bu topraklardan; İstanbul'dan giden bir Musevinin torunu olduğunu biliyoruz. Bu anlamda Carlos Menem gibi Castro da Latin dünyasının bir başka el Turko'sudur. Amerikalılar nasıl Avrupa kökenli ise Latinler de en azından bir kısmı itibarıyla Osmanlı kökenlidir. Bangladeş ziyaretimizde de gördüğümüz gibi Bangladeş'in hem maddî, hem manevî kurucuları, fatihleri alperenlerdir. Manevî fütuhatı Horasan erenleri yaparken, fizikî futuhatı da Türkistan'lı bahadır Muhammed Bahtiyar Kilci yapmıştır.

 

***

 

Dünyada sayılı cennetler vardır. Bizde de 'cennet yurdum' ifadesi vardır. Yurtlar cennetten kopmuş parçalardır. O mânâda Araplar Endülüs için 'el firdevsu'l mefkud' yani 'Kayıp cennet/firdevs' derler. Hakikaten de öyledir. Buna mukabil, Keşmir'in adı da Cennet vadisidir. Yeşillikleriyle güzellikleriyle Keşmir de öyledir. Daha önceki Keşmir seyahatimizde Abdurreşid Turabi ile görüşmüştük. Kendisinin gazetemizi ziyaret ettiği gün Cihan Haber Ajansında da yine Keşmirle ilgili ilginç ve ilginç olduğu kadar bizi ilgilendiren bir haber yer aldı. İkisinin bir araya gelmesi tevafuk. Hatta önce haberin onların gezisiyle irtibatlı olabileceğini sanmıştım. Değilmiş. Ama haberde Azad Keşmir olarak bilinen bölgenin başkenti olan Muzafferabad'ın Muzaffer Han adlı bir Türk tarafından kurulduğunu öğreniyoruz. Eşeledikçe altından Türk unsuru çıkıyor. Rusça bir atasözü de tam bu anlama geliyor: Bir Rus'u keseleseniz altından Tatar çıkar. Zira mezalim ve baskı dönemlerinde milyonlarca Tatar zorla Ruslaştırılmış. Bundan dolayı da arz ettiğimiz söz darb-ı mesel olmuş. Cihan Haber Ajansının haberinden de Belçika'daki Türk köyleri gibi Himalaya havzasında da Türk köylerinin varlığını öğreniyoruz. Bu köylerin varlığını, bu köyleri daha önce ziyaret etmiş bulunan İHH yetkilisi Hüseyin Oruç Bey de teyid ediyor, doğruluyor.

 

***

 

Latin Amerika'nın el Turko'ları varsa Himalayaların da Osmani'leri var. 'Himalayaların eteklerinde Türk köyleri' başlıklı haberde, bizim kayıp kabilemiz olan bu kadim Osmanlılar şöyle tasvir ediliyor: "Pakistan'ın kontrolünde bulunan Keşmir'in sarp dağlarında Osmanlı İmparatorluğu döneminden günümüze kadar ayakta kalmayı başaran çok sayıda Türk köyü, zorluklar içerisinde hayatlarını idame ettiriyor. Keşmirli Türklerin tamamı Osmanlı Devleti'nin yardımlarından dolayı 'Osmanî' soyadlarını kullanıyor. Türklerin Hicrî 3. asırdan itibaren İslâm dinini kabul etmesinin ardından Sufi ve din adamları öncülüğünde kabileler halinde Horasan bölgesinden Hint yarımadasına geldikleri biliniyor. Tarihteki ilk Türk-İslâm Devleti olarak kabul edilen Gazneliler'in kurucusu Gazneli Mahmut bu bölgeye 17 kez sefer düzenleyerek Hint kıt'asının Müslümanlaşmasında önemli bir rol oynamış. Hint kıt'asındaki Türkler Gazneliler zamanında şehirler kurarak bölgeye yerleşmiş. Günümüzde yoğunlukla Himalayaların eteklerine dağılmış küçük köylerde varlıklarını sürdürüyor. Bölgede Keşmir ya da Pakistan Türkleri olarak biliniyor. Kendi aralarında konuştukları bozulmuş Türkçeleri var ancak konuşma dili olarak Urducayı tercih ediyor. Bu köylerde yaşayan Türklerin tamamı 'Osmanî' soyadını kullanıyor. Bu soyadı Sultan 2. Abdülhamid Han zamanında yapılan yardımlar ve kurulan ilişkiler ve Osmanlı Devletine bağlılıkları nedeni ile kullanıyor. Pakistan Keşmir'inde zor şartlar altında yaşayan Türk köyleri 2005 Pakistan depreminden en fazla etkilenenlerden. Bir çok köyde haritadan silinecek kadar can kaybı yaşanmış. Aileler birbirinden ayrılmış ve zaten ağır olan hayat şartları daha da ağırlaşmış. Köylerin tamamı dağlık olması nedeniyle ziraat yapılamıyor birçok köyün hâlâ karayolu bağlantısı bile yok.

 

Himalayaların eteklerinde bu şartlarda varlıklarını devam ettiren Türk asıllı olduklarını övünerek söyleyen Türk köylüleri, bir dernek etrafında birleşmiş. 1976 yılında kurulan ve hâlâ faaliyetlerine devam eden Azad Keşmir Türk Kalkındırma Derneği sayesinde seslerini duyurmaya çalışıyor. Bu derneğin bastırmış olduğu kitapta Keşmir'de yaşayan köylülerin hangi ailenin nerede yaşadığı ve Keşmir'e nasıl geldikleri hakkında bilgiler yer alıyor. Keşmirli bir çok aile, soy ağaçlarını Emir Timur'a dayandırıyor..." Bu köylerin bir kısmı Muzafferabad yakınlarında diğerleri de Gori adlı bir kasabanın yamaçlarında bulunuyor. Dünyayı keşfettikçe karşımıza eski-yeni Türkler çıkıyor. Kayıp kabileler sadece Musevilere has değil. Hindistan'da demek ki bizim de kayıp kabilelerimiz varmış. Tarihî arkeoloji bize bunu gösteriyor."

 

Evet, fotoğrafın bütününü bir araya getirdiğimizde diasporadan ziyade bir dünya evladı fatihanından bahsedebiliriz sanırım.