Arap ve İslam dünyasındaki son olaylar din alimlerinin rolünü yeniden belirliyor.
Mısır, Suriye ve Tunus'ta yaşanan son olaylar -daha önce de Irak, Sudan, Pakistan, İran ve Türkiye'deki olaylar- dini yetkililerle devlet gücü arasında büyük bir mücadeleye işaret ediyor. Şimdi dini makamlar için farklı talepler; sömürge öncesi ve sonrasıyla milliyetçilik öncesi ve sonrası dönemdeki devletler; mevcut monarşilerde dini makamların rolü gündemde. Mevcut tartışmalar ve din adamları arasındaki şahsi saldırılar daha büyük bir problemin, dini liderlerin rolü, makamı ve itibarındaki aşınmanın göstergesidir.
Alimler toplu halde siyasi arenaya sürüklendiler. Bu, onların hazırlıklı olmadıkları ve net ve anlamlı bir şekilde karşılık vermek için fazla nitelikli olmadıkları bir alandır. Sadece klasik metinlere referans yapmak da meseleyi daha karmaşık hale getirir. Bu, geçmişi incelemek için ön bilgiye ihtiyaç olmaksızın tarihi günlük çekişmelerin içine çeker. Bu davranışla geçmiş, güncel üzerinde iddialarda bulunmak için araç haline gelir.
Mısır ve Suriye'deki olaylar konusunda Sünni dini makamlardan kaynaklanan mevcut ihtilaflar ve çekişen fetvalar da daha derin bir probleme, din adamları arasında en üst seviyede şahit olunan net entellektüel ve kurumsal bölünmeye işaret ediyor.
Açık bir şekilde ortada olan, otorite kaybıdır. Yayılmakta olan olaylar, din adamlarının ifadelerini baştan başa şekillendiriyor. Din adamlarının rolü nedir? Onların seçilmiş bir cumhurbaşkanının görevden alınmasına destek vermesi mi gerekiyor? Kamu yararını kim belirleyebilir? Hükümet tarafından atanmış müftülerin görevi, fetvalarını etkiler ya da yumuşatır mı? Meşru din adamları kimlerdir ve bunların hükümet tarafından atanmaları, hukuki görüşlerinin geçerliliğini ortadan kaldırır mı?
SÜNNİ DİNİ OTORİTENİN ZAYIFLAMASI
Bu ve benzeri sorular çok önemlidir ve tam bir çaresizlik içinde duran ve etkili bir karşılık veremeyen Sünni din adamları topluluğunu etkileyen büyük bir krize işaret etmektedir. Bu, sıradan gözlemciler için yeni bir olgu olabilir ama yakından bir bakış, din adamlarının dini otoritelerinde sürekli bir düşüşe işaret eder. Din adamlarının otoritesi, sömürge döneminde azaldı ve iki alanla sınırlandı: Kişiler hukuku ve miras hukuku. Bunun sonucu da yapısal bir düşüş ve hukuk ve kapsamındakilerin fosilleşmesiydi.
Hukuk, sosyal, siyasi, iktisadi ve kültürel zaruretlerin bir yan ürünüdür. Bununla birlikte, önemli olan, ayaklanmaya karşı kanuni yasağın gelecek krizleri önleme teşebbüsü olarak geldiğidir.
Bunun arkasındaki yasak ve mantık, çok sağlamdı ve din adamlarının otoritesi sağlam olarak kaldığı sürece sosyal düzenin sürdürülmesinde başarılıydı. Devlet, bunlara kanunların üzerinde hakimiyet verdi. Otoritenin bölünmesi 19. asrın başlarına kadar kısa süreli istisnalar dışında büyük kısımda tutundu. Ama bu durum 20. asırda tamamen çöktü. Dini otoritenin kaybı, Osmanlı'nın çöküşü, İslami yönetim biçiminin klasik ve modern öncesi kavramsallaştırmasının sonunun gelişi ve İslam dünyasına modern ulus devletlerin gelişiyle tamamen karmaşık hale geldi.
Din adamlarının otoritesinin ölmesine yol açan çok sayıda faktör vardı ama önemli olan, birbirleriyle mücadele eden dini kuvvetler, eğilimler ve açığı doldurmak ve kayıp otoriteyi yeniden tesis etmek için yarışan devlet dışı aktörlerin ortaya çıkışıdır.
GELENEKSEL OLMAYAN AKTÖRLERİN ZUHURU
Sömürge devletlerinde kontrol etmek, sınırlamak ve hükmetmek üzere aşiret mahkemeleri kuruldu. Bunlara, "Batılı" epistemolojinin geri kalmış, dinamik olmayan ve geleneksel İslam hukuk normları üzerinde üstünlüğü ve sömürgecilik projesinin iç hukuki çekişme olmaksızın ilerletilmesi için onay verildi. Bu yapı, hiçbir meydan okuma olmaksızın hukuki sınırların tespiti ve temel çerçeveyi kabul eden belli türde sömürge sonrası kurumsallaşmış dini otorite doğurdu. Bu sömürge epistemolojisi, sömürge sonrası dönemde de kaldı.
Müslüman dünyasının diğer kısımları, Sufizm araçları ve bu araçlardan ortak kimliğin muhafazası olarak faydalanma vasıtasıyla otoriteyi yeniden tesis ederek buna karşılık verdi. Müslüman dünyasının çoğu kısmında, sömürge karşıtı mücadelede sufi tarikatlar faydalı oldu ve giderek daha sembolik bir görüntü üstlenseler de bunlar dini otoritenin belli bir görüşünün muhafazasını başardı.
Otoritenin yeniden tesisi için diğer teşebbüsler, mevcut kaynakların yeniden yorumlanması, bir zamanlar körü körüne taklit olarak tanımlanan problemin tespiti ve "geleneksel" din adamlarının toplumu sarmalayan sorunların üstesinden gelmedeki başarısızlıkları üzerine odaklandı. Bu hareket literalist olmayan modernist tepki olarak İhvan, Cemaat-i İslami, Tanzim-i İslami'nin doğumuna yol açtı. Diğer taraftan Selefi ve Vehhabi kökenliler de yaklaşımlarında modernist literalisttirler. Her iki durumda da bu, kayıp din adamlığı otoritesi ve onun devlet işlerindeki ortaklığındaki tarihi rolünü inşa teşebbüsüdür.
MODERN ULUS DEVLETLER VE DİNİ OTORİTE
İslam dünyasındaki modern ulus devletler yukarıdaki kuvvetlerden faydalandılar, dini otoritenin farklı zamanlarda kendi meşruiyetini kuvvetlendirmesine sahip çıktılar.
Bu anlamda, dini otorite modern ulus devletin bir fonksiyonu olur ve milli çıkarlar temeli üzerine milli bir varlık olarak kurulur. Din adamlarına bağımsız maddi kaynak olarak vakıflara el konulması, bunların kaldırılması ve devletin merkezi bütçe sürecine dahil edilmeleri, din adamlarıyla devlet arasındaki ilişkiler ve din adamlarının sosyo-politik ve ekonomik statülerinde dönüşüme yol açtı. Kısa bir zaman içinde, bir sınıf olarak din adamları sosyo-ekonomik temel üzerinde seçkin rol modellerden devlete ait hayır kurumları ya da dini işler bakanlıklarının kapılarında bir istihkak almak için hep birlikte mücadele eden fakirleştirilmiş zümrelere dönüştüler. Ayrıca, kaynaklar ancak damlalar halinde akacak kadar azalırken, çoğu merkezde kaynaklar o kadar kıt oldu ki, din adamları eğitmek, araştırma yapmak ve eleştirel düşünmek yerine sadece korunması gaye edinilen seçilmiş bazı metinlerin öğretimine indirgendiler.
Camiyle devletin ayrılması için yapılan çağrılar arttı ama son zamanlarda Müslüman dünyasındaki olaylar bu ikisi arasında birkaç sene öncesine göre çok daha aşikar ve kuvvetli bağlar oluşmasına yol açtı. Ezher Şeyhi'nin, Cumhurbaşkanı Mursi'nin devrilmesine destek vermesindeki gibi, ortaya çıkan, din adamlarının otoritesi ve bunların çağdaş siyasi söylemdeki rolleri konusunda daha geniş çaplı tartışmalar oldu. İhvan'ın siyasette İslam'ı kullanmasını eleştirilere El Ezher Şeyhi ve Kıpti liderlerin de katılımı, dinle devlet arasındaki ilişkiyi sadece karmaşıklaştırır.
Daha önemlisi, devlet cumhurbaşkanının kaldırılması için bastıran muhalefete katılırken insanlarının canını almayı makul göstermek için daha fazla dini otoriteye ihtiyaç duyuldu. Zira devlet gücü meşruiyet elde etmek için yeterli değildi. Bu durumda devlet, programını desteklemek üzere bir kez daha dini otoriteyi tesis etti. Devlet aynı zamanda da dini otorite arasındaki bölünmeyi, daha bir sene önce müşahede edilen dağınık yapısından daha da öteye taşıdı.
Sünni Müslümanların karşı karşıya kaldığı problemlerin kökleri, din adamlarının otoritesi ve Müslüman dünyasının tarihindeki çok önemli bir dönemde dini uyumun kaybındadır. Din adamları, uydu televizyon kanallarında tartışmalara katılır ya da gösterilerde hareket halindeki kamyonların üzerinden konuşma yaparken sonuç, bizzatihi dinin anlamının azalması oldu.
Din alimleri peygamberlerin varisleridirler. Bunlar siyasi ihtilafların batağına saplandıkça çoğu kişinin canlı bir gelenek olarak İslam'da saklı anlam ve gayeyi gözden kaçırmalarına yol açarlar. Rehberlik edecekleri gözüyle bakılanlar karmaşa içinde kalırsa gelecek gerçekten oldukça iç karartıcı görünür.
Kaynak: El Cezire
Dünya Bülteni için çeviren Mehmet Şeyhoğlu