Osmanlı kendini Devlet-i Ebed Müddet olarak tanımlamış. Bu belki de siyasal birlik ihtiyacından doğan bir prensipti. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti de bu geleneği yaşatarak daha işin başında, “ebediyete kadar” devam edeceğini açıklama gereği duymuştur. 600 yıl dile kolay, Osmanlı derken elbette tarihin en büyük devletlerinden birinden söz ediyoruz.
Peki Osmanlı güçlü bir devlet miydi? Yoksa büyük bir devlet miydi? Kimileri onun tarihin en büyük devleti olduğunu bile söylüyor. Hangi anlamda acaba? En uzun süren devlet diyebilir miyiz? Pek mümkün değil. Roma, Bizans’ı da katarsak neredeyse 2 bin yıl sürüyor. Sadece Batı Roma’nın Osmanlı Devletinden fazla ömrü var. Antik Mısır’da hanedanlar değişiyor ama devlet binlerce yıl sürüyor. Çin’i de yabana atmamak lazım. İslam öncesi Türk tarihine bakacak olursak, o da Milatta önceki yüzyıllara dayanıyor. Antik Yunan, Hindistan bunlar hep büyük medeniyet havzaları. Amerika’da Afrika içlerinde binlerce yıl içinde neler yaşandı, bilmiyoruz. Osmanlı’yı büyük yapan “uzun” sürmesi olamaz.
Hakimiyet altına aldığı topraklar açısından olabilir mi? En geniş anlamda 40 milyon kilometrekare, gerçekten büyük bir alan. Dev bir imparatorluk. Ama en büyüğü diyebilir miyiz?. Attila Orta Asya’dan Avrupa’nın batısına kadar ilerledi. Hem de Milattan önce. İskender İmparatorluğu uzun sürmese de Yunanistan’dan Mezopotamya’ya, İran’dan Hindistan içlerine ve Kuzey Afrika’ya kadar yayıldı. Cengiz İmparatorluğu Çin’den Doğu Avrupa’ya kadar uzandı. Üç kıta Tatar varlığını o zamanlara borçludur. Roma derseniz, Bugünkü Avrupa’nın tamamını içine alan, İngiltere’den Kuzey Afrika’ya, Filistin ve Mısır’a kadar büyük bir coğrafyaya hükmetti. Arap İslam “imparatorluğu” da Endülüs’ten Hindistan’a kadar uzanıyordu. Osmanlı şüphesiz bu anlamda en büyüklerden biriydi ama en büyüğü demek haksızlık olur.
Osmanlı, tarihin en güçlü devleti miydi? Sanmıyoruz. Günümüzle karşılaştırmaya hiç gerek yok. Osmanlı, Balkanlara, Hindistan ve İran dışındaki tüm İslam dünyasına hükmetti. Ama Roma’nın, Attila’nın, Cengiz’in gücü de fena değildi doğrusu. 19. Yüzyılda İngiltere çok daha büyük bir coğrafyaya hakim oldu. Bu hakimiyetten bugünün en gelişmiş Dünya devletleri ortaya çıktı; ABD, Kanada, Avustralya, vs. Halen ABD ve Batı dünyası, güçleri ve kültürleriyle Dünyaya hükmediyor diyebiliriz.
“Akdeniz Türk gölüydü” derseniz ona da söylenecek söz bulunur. Osmanlı’nın denizlerdeki gücü hiçbir zaman karadaki kadar olmadı. Tarih kitaplarında yazdığına göre en güçlü olduğu zamanda kazandığı büyük deniz zaferinde (Preveze – 1538) “küçük ama manevra gücü yüksek çekdiriler” önemli rol oynamıştır. Kimse sormaz, zamanın en büyük devletinin neden küçük gemileri var diye. Pelopones savaşlarında Pers imparatorluğunun büyük kadırgalarına karşılık Yunan şehir devletlerinin küçük gemileri vardı. Osmanlı Preveze’den kısa zaman sonra, hala karasal gücün zirvesinde iken, denizlerde büyük bir hezimet yaşandı; İnebahtı – 1571. O sırada Avrupalı koloniciler kalyonlarla okyanusları geçerek yeni kıtayı keşfetmekle meşguldü.
Bunları elbette Osmanlı Devletini zemmetmek için söylemiyoruz. Onu büyük yapan özellikleri yanlış yerlerde aramayalım diye söylüyoruz. Bizim için durum böyle iken Avrupa dünyası için tam tersinedir. Onlar Osmanlıyı savaşla özdeşleştirmeye meraklı olmakla beraber fetihlerin dışında, “Avrupa’yı tehdit etmenin” dışında önemli işler yapmadığını, kültür ve medeniyet açısından bir durgunluk dönemi olduğunu göstermeye bayılırlar. Ne yazık bizim akademik camiamızda da askeri yönü vurgulayan yaklaşım revaçtadır. Bu esasen geriye dönüşlü tarih modeline bir örnektir. Yani son gelenler ellerine kalemi alıp tarihi yeniden yazıyorlar ve bunu yaparken içinde bulundukları zamanı esas alıyorlar. Avrupa merkezli (Eurocentric) tarih modeli.
Bizde de resmi tarih yazımı için kendi tarihimiz yeniden şekillendirildiğine göre belki bunu çok görmemek gerekiyor. Tarihte nice güçlü ve uzun devletler, imparatorluklar gelmiş geçmiştir. Roma büyük ve güçlüydü. Ama acaba nasıl bir sistemi vardı? Teb’asına, farklı toplum ve dinlere nasıl davranıyordu? Batı kültürünün temel çelişkilerinden birisi işte burada yatar. Onlar, Roma’yı göklere çıkarırlar oysa o zaman günümüzün insanlık değerleri ayaklar altına alınmış olabilir. Hıristiyanlık en büyük zulmü Roma’dan görmüştür. Buna Hz. İsa da dahildir. Avrupa kültürü Hıristiyanlıkla gelen tanrı anlayışını paganizm dönemi tanrılarıyla birlikte yaşatmaya çalışıyor.
Şimdi asıl konumuza gelelim; Devlet-i ebed müddet derken, buradaki “devlet”i siyasal varlık anlamıyla sınırlamak zorunda mıyız? Şöyle düşünemez miyiz; İla-yı kelimetullah uğruna mücadele eden Osmanlı’nın hedefi “ebedi saadeti” kazanmaktı. Ebedi saadeti kazanmak, bu ne büyük devlettir! Burada siyasal anlamın çok dışına çıkmış oluyoruz.
Osmanlı Devleti klasik imparatorluklardan çok farklı, özgün bir model geliştirdi. İşin kolayına kaçıp bir dönemde kazanılan zaferleri, toprakları sayıp dökmek yerine o dönemde ortaya konan devlet ve toplum idealini, bu idealin ülkemizde ve dünyadaki yansımalarını incelersek daha faydalı sonuçlar ortaya çıkarabiliriz. Ola ki orada gerçekten ebed – müddet geçerli olan özellikler buluruz.