Adına ister demokratik açılım, ister demokrasi açılımı, isterse de azınlık ya da insan hakları girişimi densin, sonuç itibarıyla bugün gelinen noktada Türkiye'de yeni bir sürecin fitili ateşlendi.

Kürtler, Aleviler ve gayrı Müslimler ile ilgili olarak bir yandan bu kesimlerin temsilci ve kanaat önderleriyle, öte yandan sivil toplum kuruluşları ve çeşitli kişilerle görüşmeler yapılıyor. Anlaşılan o ki, hükümet sadece belirli bir kesimin mağduriyetini çözmenin birbiriyle bağlı karmaşık siyasal ve toplumsal sorunları çözmede yeterli olmadığı kanaatine varmış ve meselenin demokrasi ve hukuk devleti konusunun yeniden tanımlanması olduğuna karar vermiş. Bu çerçevenin tek riskli yanı, her bir sorunun birbiri içinde eriyerek sulanması olabilir, ancak adı geçen kesimlerin beklentileri yükselmiş olduğundan hükümetin çok "genelleyici" yol haritası çıkarması da mümkün gözükmüyor.

Farklı kesimlerin görüşlerini alıp "ortak kesen"i ona göre belirleme, politikayı da bunun üzerine inşa etme anlayışı, benzer sorunlar yaşamış tüm demokratik ülkelerin izlediği yol olmuş, buralarda da milliyetçi tepkiler yükselmiş. Ancak, iradesini yitirmeyen hükümetler ülkedeki demokrasinin kalitesine katkı sağlamayı başarmışlar.

Hükümetlerin iradesini kırmaya yönelik muhalefet tepkisi var ve bu onların sorunu. Esas tehdit, barış, uzlaşı, diyalog ortamına işaret eden açılımların bunları savunmayı olanaksız kılacak bir ortamda dile getirilmek zorunda kalınması. Diğer bir ifadeyle, öyle gelişmeler olur ki hükümet, başlattığı girişimleri siyasete dönüştürmez.

İngiltere ve İspanya başta olmak üzere birçok ülkede ne zaman çeşitli alt gruplar, azınlıklar ya da başka kesimlerle ilgili yeni bir girişim başlatılmış, demokrasi ya da insan hakları konusunda yeni adımlar atılmış, mutlaka o ülkeye özgü "yerel" sorunların tümü birden harekete geçmiş. Ya terör eylemleriyle karşılaşılmış ya geleneksel komşu düşman ülke kavramı canlanmış ya da diğer dış düşman figürleri harekete geçirilmiş. Türkiye'de bunların tümünün birbiriyle bağlantılı bir paket haline gelmesi hiç de zor değil; bir senaryo oluşturalım.

Küçük sinyallerle şu aralarda kendisini hatırlatan, yeni şehitlerle varolduğunu hala ispata çalışan terör, çok daha büyük bir eyleme yönelebilir ve yapanın da PKK olduğundan kuşku duyulmayacak bir ortam doğar. PKK ile DTP, DTP ile Kürtlerin birleştirilip hepsinin aynı safa yerleştirilmesine olanak verecek bu eylem, Kürtlerle görüşme tartışmasını, Kürtlerle görüşme sorunu haline getirir; hükümetin elini bağlar. Bu arada, "PKK'nın Avrupa'daki büroları" başlıklı haberler çıkabilir ya da yapılan büyük eylemin sorumlularının Avrupa'nın bir ülkesinden geldiği ileri sürülebilir. AB karşıtları için bulunmaz bir fırsat olan bu durum, esas olarak zaten "bölücü" olarak gösterilen Avrupalıların yurttaki uzantıları sayılan yerli-yabancı gayrı Müslimleri de sabote eder; Ruhban Okulu, azınlık vakıfları hatta Ermenistan açılımı gündeme bile gelemez. Kürt ve gayrı Müslimler konusunda eli daralan hükümetin, sadece Alevi sorunlarına eğilmesi de mümkün olmaz, zira bu sefer de diğerleri neden kendileriyle ilgili konuların ötelendiğinin hesabını sorar. Kısacası hükümet, demokrasi açılımı konusunda sıkışır. Böyle bir durumda ise, muhalefetin hükümeti demokratikleşme konusunda adım atmamakla suçlayacağını hayal etmek zor olmaz.

Bu tür olaylar başka yerlerde yaşanmış, Türkiye'de de olabilir. Terör ya da başka tür tahriklere boyun eğmeyen, sivil toplumu yanında tutmayı beceren hükümetler, belki iktidarlarını her zaman koruyamamışlar, ama ülkelerinin demokrasisine her zaman büyük katkılar sağlamışlar.

Kaynak: Star