En mutlu anın içinde
Mutlaka bir noksanlık var
Batan günün ellerinde
Göz kırpmakta uçurumlar

Dünya hayatı bir yolculuk haliyse herşey emanet. İnsana kendi dahi emanet. Emanet, geçici olarak verileni, tembih edilen şekliyle taşıyıp emanet edene teslim etmeyi gerekli kılar.
Canın bedende taşınıp tekrar geriye alınması durumu anıldığı kadar kolay olmuyor. İnsanın kendini bulması, varlığı adlandırması, verili bilgiyi, keşfi; elde etti bilgiyi ve düşünceyi değerlendirerek konumlanması, içinde bulunduğu toplumu ve hatta gerektiğinde zamanı aşmasıyla mümkün. Kimlik elde etmek adına bünyede verilen mücadelenin derinliği, onu sahiplenme ve taşıma gücüyle de doğrudan ilgili.
Yaşadığımız kaos çağı insanın kendine gelmesinde yol kesen bir eşkıya konumuna denk düşüyor.  Uğultulu kentlerin temposu, gözü esir eden, kulağı dolduran karakteriyle düşünmenin önüne ışından duvarlar koyuyor. Düşünce ve fikir konusunda hazır giyim kadar “ileri” bir durum söz konusu. Modern çağ insanı düşünme ve fikir edinme “zahmeti”nden de “korunmak” istiyor. Oysa insana kendini “yapma” imkanı akletme ameliyesiyle başlıyor.
İnsana kendi lüks görülüyor. Kendinden uzaklaştırılan insanın menfaatine düşkünlüğü tuzağa düşmesini kolaylaştırıyor.
Herşeyi olan ama mutsuz büyük bir kitle var. Huzuru arayan ancak arayışında elde ettiklerini bırakmak istemeyen eklektik yapıda kocaman bir dünya var.
Plastik cerrahinin gelişimi, makyaj endüstrisi, yaşlanma korkusunun ardından yatan, insanın teselli arayışıdır. Bedenin kutsanıp güzellik olgusunu fizikle kaim görme eğilimi, dünya odaklı aklın varlığını gösterir.
Yaşlı olmanın, belirlenen vücut ölçülerinde olmamanın nakısa olarak kabulü, “emanet”in yerinde kullanılmadığına işaret eder.
İnsanın konforla kuşatılıp eşyaya teslim edilmesi onu sınırlı reflekslere düçar kılıp makineye dönüştürdü. İnsan yürüyen mekanizmayı desteklediği oranda önem kazanıyor. Güzel gösteren, yaşlanmaya direnen, ölüm yokmuş gibi davranan medya dünyası, kurgulanmış, ihdas edilmiş bir alanla olması gerekenin üzerine abanıyor. Sistem bütün boyutlarını tahkim ederek, boşluk bırakmadan yoluna devam ediyor. Meta söylemlerin bittiğinin ilan edilmesi postmodern algının henüz korkularından tamamen kopmadığını da gösteriyor.
Yeryüzü serüveninde “bir yolcu gibi” olduğunu unutan, nereden nereye, ne götürdüğünü hatırlamayan insan tutuklanmıştır. Bedeni istediği kadar mekan değiştirsin ruhu tutuklanmıştır. İnsanın kendine emanet edilişi çarpıcı bir o kadar düşünülesi bir durumdur.
Biçimler, mekanlar, yekun dünya ürünleri ile hesaplaşmadan oluşan irade sahih olamıyor.
Mümin insan için her gün biraz daha yaşanılmaz olan dünyaya karşı güçlenen irade ve ortaklık gerekli. Elele vermiş iradelerin güç birliği bedenin heves duvarlarını yıkabilir ancak.
Yolcu kadar ihtiyaçlı. Yolcu kadar mekana bağlı...
Dağların kabul etmekten çekindiği “emaneti” kabul eden insan sözüne sahip çıktığında gerekli işaretler de ona göz kırpmaya başlar. Yola çıkan adam, önce bir hazırlık yapmalı.
Nakısalarını gidermeli, noksan yanlarını tamir ederek emaneti istenilen vasfa kavuşturma mücadelesinden geri kalmamalı.
Hangi hal götürmeyi hak etmiş “emanet” değerine layıktır?
Durağı olmayan, biçimlerden kurtulmuş bu sorunun kısmi cevabı; iradeyi Kur’an’ın iradesiyle inşa etmek diye cevaplanabilir.
Canı cevhere dönüştürmek de mümkün kömüre de.
Hangisinin “Dost”’a götürülecek “emanet” olduğu da çok açık.