Hegel “zamanın ruhu”ndan söz eder. Değişimi fetişleştirenler bundan pek hoşlanır. Herhangi bir zaman dilimini diğerinden ayırdığımızda, aslında farklı “insanlık durumları”na işaret etmiş oluruz. Zaman ilk günden beri hareketin ölçüsüdür ve belki dünya ile bağlantılı beşeri algımızla ilgilidir. İnsan fıtratı itibariyle tek bir türdür ve ilk insandan bu yana her nasıl ise öyle olmaya devam etmektedir. Sufilerin dediği doğrudur: İnsan neyse odur.
Bu zamanın, yani içinden geçmekte olduğumuz modern dönemin kendine ait özelliklerinden söz etmek gerekirse, bunlardan önde geleninin, devasa kentlerde yaşayan insan kitlelerinin kolayca determine edilebilir olmalarıdır. Düşünceler, ideolojiler, sistemler, beşeri eğilimler, alışkanlıklar ve kuşkusuz sorunlar ile hastalıklar da kitlesel nitelik kazanmış bulunuyorlar. Herşey kendi ortaya çıktığında bölgesinde, lokal sınırlarında kalmıyor, sirayet ediyor, etrafa sıçrıyor, yayılıyor, giderek genel bir nitelik kazanıyor. Dünya tek-tipleşiyor, oturma biçimleri birbirine benzeşiyor, ortak ekonomik ve teknolojik zaruretler farklı toplumsal hayatları dönüştürüyor, güzellik paketlenmiş olarak kitlelere sunuluyor ve sadece mal ve hizmetler değil, aynı zamanda zevkler, beğeniler, hazlar, bedenler ve ıstıraplar da kitlesel tüketime sunuluyor. En dramatik acılar dahi küresel kapitalizmin piyasa dünyasında şeyleşiyor, birer nesne olup metalaşıyor.
İnsan doğuştanlığının özelliklerinden biridir: “İyi olanlar”dan çok, kötülüklerin yayılma istidadı vardır. “Kötü alışkanlık” dediğimiz şeyler, mevcut zamanın ruhuna göre can sıkıntısı gidermeye çalıştığımız, devrevi seanslar boyunca başvurduğumuz teskin edici yöntemler, bir tür ‘müsekkin (uyuşturan)’ nesneler olarak algılanıyor. “Tarihin Sonu ve Son İnsan” adlı ünlü kitabında Fukuyama, her şeyin beklendiği üzere iyiye gitmekte olduğunu, bütün maddi ve sosyal sorunlarını çözmeye başarmış liberal dünyanın insanının tek bir sorunu çözemeyeceğini, bunun da “can sıkıntısı” olacağını söyler.
Fukuyama doğru bir tespitte bulunmuştur: Her şeyin çaresi bunabilir, can sıkıntısının bulunmaz. Modernlik, insana üç şeyi vaat etmişti: Güvenlik, özgürlük ve refah. Deneysel olarak artık ve kesin olarak biliyoruz ki, her üç vaadinin maksimum olarak gerçekleştiği beşeri ortamlarda da can sıkıntısına çare bulunamadı. Çünkü insan, modernliğin iddia ve vaat ettiğinin aksine, biz bu dünyaya ait değiliz; gurbetteyiz, ait olduğumuz yere gitmek üzere sadece buraya misafir olarak gelmişiz. Dinlerin sahih öğretilerine dikkatli bir gözle bakıldığında, her hükmün ve öğüdün bize bu dünyanın gurbetinde yaşadığımızı, dünyanın bizatihi kendisini “seferde yolculuk” şeklinde algılamamız gerektiğini hatırlatmaktadır.
Modernlik, bu dünyayı insana ebedi yurt kılmak istedi. Manevi bakış açısından düşündüğümüzde, canımızın sıkılıyor olması, iyiye, hayra alamet olarak düşünülebilir. Çünkü mutluluğu maksimum olarak ‘burada ve şimdi” yaşandığı bu dünyadan memnunsa, ontolojik temeli olmayan bir zannın derin yanıltıcı etkisinde, hakikatte uyuşmuş olarak dünyayı tüketecektir.
Can sıkıntısını, belki daha doğru bir ifadeyle mutsuzluğu, bireysel yalnızlığı aşmak üzere daha çok alkol, daha çok uyuşturucu, sigara kullanımı ve internet, sanal alemin sonsuz labirentlerinde daha çok gezintilere başvurulabilir. Aleyhteki bunca etkili propagandaya rağmen, sanki “negatif reklam” daha çok tüketici bulabiliyor. Fakat herkesin “kötü alışkanlık” dediği sigara, alkol ve uyuşturucudan çok daha “kötü” olanları var ki, bunlar genellikle büyük endüstriyel kuruluşların desteğinde ambalajlanıp sunulduğu için ya göz ardı ediliyorlar veya yan etkileri uzun zaman içinde hissedildiği için pazarlayıcı firmaların izin verdiği ölçüde yıkıcı etkilerinden haberdar ediliyoruz. İsviçre’de yapılan bir araştırma, internet kullanıcılarının yüzde 72’sinin sanal dünyayı “yıkıcı ve kötü amaçlar”da kullandığını göstermiştir. İnternet bize inanılmaz derecede “malumat” kabilinden bilgiler sağlamakta, ama bizi “bilinç ve bilgelik”ten koparıp hafızayı zayıflamaktadır. Hepsi üstüste geldiğinde belki de “zamanın ruhu” canımızı sıkmaktadır, işte buna çare bulunamıyor.