Fehmi Huveydi
Arapların umudu, zorluklar karşısında kırılmayan ve henüz kirlenmemiş yeni nesil gençlerde. Zira yeni yılın ufukları eskisinden de karanlık görünüyor. Daha fazla acı çekmeye takatimiz var mı bilmiyorum, zira bizim farklı bir ruhi yapımız var gibi, başka milletlerde acılar son raddesine vardığında öyle ya da böyle rahata kavuşuyorlar, ama biz öyle mi? Biz ise her katmerleştiğinde rahata kavuşup huzuru bulacağımız yerde acıların daha da şiddetlendiğini görüyoruz. Bu nedenle de sadece Mısır’ın değil, bütün Arap dünyasının geleceğine ilişkin kötümserliğimiz artıyor.
(1)
Mısır’ın yılın şu son günlerinde kendisini tamamen dışa kapayarak ülkenin bugünü ve geleceğine ilişkin korku duymamıza yol açacağını kim düşünebilirdi ki? Ülkenin 50 yıl içerisinde Arap milliyetçiliğinden Mısır Milliyetçiliğine, yarım yamalak sosyalizmden sahte kapitalizme, tek partili siyasi yapıdan şekli çoğulculuğa ve sahte demokrasiye geçeceğini kim bilebilirdi? Gazze’yi kuşatma altına alan, direnişçileri kovalayan, onları zindanların en karanlık dehlizlerine atan Mısır’ın, Afrika’da özgürlük hareketlerinin yanında yer alarak onları gerek silah gerekse finans yoluyla destekleyeceğine kim inanırdı?
Mısır seçimlerinin, reform çağırısında bulunan ve düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan kurum ve kişilere yönelik mesajı şu şekilde özetlenebilir: Kamu yararı için yapılacak olan siyasi faaliyetlerin önü kapalı olup bu hareketler itaat dairesinden çıkan ve mevcut yönetimle işbirliği yapmayanların seçimlerde başarılı olmasına izin verilemez, sendikalarda faaliyet göstermesine, öğrenci birliklerinde bulunmalarına, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerine katılmalarına izin verilmez. Önünde iki alternatif var söz konusu hareketlerin, ya intihar ederek bütünüyle bu alandan çekilecek ya da bütün riskleri ve dezavantajlarıyla gizli faaliyetlerde bulunacak yani yer altına inecek.
Bu “kilitleme” operasyonunda halkın etkisi giderek azalıyor, yerini emniyet güçlerine bırakıyor. Zira halk tabanına dayanmayan her rejim eninde sonunda kolluk güçlerine dayanmak zorundadır. Bu da tablonun daha da kararmasına neden oluyor.
Bu yılın sonunda uygulamaya konan ve giderek netleşen Mısır’ı “kilitleme”operasyonu siyasetinin sonuçlarının neler olabileceğini ayrıntılı bir şekilde ele alalım. 2007 yılında tamamlanan anayasa değişikliğinin, rejim liderliğinin mevcut durumunun devamını sağlamak için sistem içerisindeki yüksek bürokratik hiyerarşide değişikliği hedeflediğini zannediyorduk. Ancak bir de baktık ki bu kilitleme operasyonunun çapı zannetiğimizden de genişmiş zira, pratik bakımdan siyasetin, medyanın, üniversitelerin ve yargının “millileştirilmesi” şu ya da bu şekilde rejime endekslemeyle sonuçlandı.
Seçimlerde olan bitenden yola çıkarak önümüzdeki yılın son çeyreğinde başkanlık seçimleri geldiğinde neler olabileceğini sormak da hakkımız. Özellikle de geçtiğimiz yılda atılan adımlar, bu seçimlerin bir ön hazırlığı mesabesindeydi.
(2)
Hazin bir çelişkidir ki Mısır’ın şu anda içinde bulunduğu durum, öncelikli olarak içişlerinin düzene konulması ve ülkenin kalkınmasına öncelik verilmesi şeklinde algılanan “Önce Mısır (Mısır evvelen) sloganı ön plana çıkartılarak gerçekleşti. Ancak geçmişten edindiğimiz tecrübe, bu sloganın daha çok dışa yönelik ilginin tamamen kesilmesi ve Camp David Anlaşması gereğince içe kapanma/dışardan soyutlanmayı isteme anlamına geliyor aslında. Nitekim tarih, Mısır’ın içerde istenen reformları yapmadığında dışarda ılımlı olarak nitelendirilen kampa dahil olduğunu, bir başka ifadeyle ABD ve İsrail’in yörüngesine girdiğini gösteriyor. Bu katılım, başka faktörlerle birlikte Filistin davasını İsrail işgalinin çıkarı için kullanan ABD’ye teslim edilmesine katkıda bulunmuştur. Mısır artık katkıda bulunduğu Gazze kuşatması bir kenara- Filistin davasında oynadığı rol, HAMAS ve İslami Cihat hareketlerine Fetih’le barış anlaşması imzalamaları için baskıda bulunmaktan öteye gidememektedir ki bu anlaşma her iki tarafça da zaten reddedilmektedir-. Aynı zamanda Mısır, bölgede kendini Suriye ve İran’a düşman bir konuma kendini oturturken Lübnan’da ise 14 Mart hareketinden yana taraf almaktadır. Bu tarafgirlik Lübnan’da Hariri grubuna yönelik destekle ilgili olarak bir çok şaiyaya kapı aralamaktadır.
Öte yandan Mısır dış siyasetinin, Nil nehri konusunda çıkartılan kriz ile Nil’in geçtiği ülkelerin nehir suyu üzerindeki paylarının yeniden gözden geçirilmesi hususundaki katkısının boyutları henüz net değil. Ancak sonuç olarak kriz daha da kötüye gitti, Mısır’ın Nil’e kaynaklık eden bütün ülkelerle arasındaki ilişkiler gerginleşti. Buna ilaveten Etyopya devlet başkanı, Mısır’ın Nil nehri konusundaki tavrıyla savaşı çğarıştıran bir tutum içerisinde olduğunu ifade etti.
Bu noktayla ilintili bir başka husus da şu ki; bazı entellektüel Sudanlılar Kuzey’le Güney arasındaki ilişkilerin kötüye gitmesi noktasında sorumluluğun bir kısmını Mısır’a yüklemektedir ki bazıları bu durumun önümüzdeki Ocak ayının 9’unda gerçekleşecek olan referandumun ardından Güneyin kuzeyden ayrılmasına yol açacağını ifade etmektedir. Ayrılığın gerçekleşmesi durumunda Mısır, bundan en çok zarar gören ülkeler arasında olacak. İki nedenden dolayı, birincisi, bağımsız Güney Sudan, yeni bir devlet olarak Nil nehri üzerindeki haklarını savunmak için harekete geçecek, ikincisi, Güney Sudan, Amerikan-İsrail askeri üssüne dönüşecek ve doğal olarak Sudan’dan önce Mısır’ı hedef tahtasına koyacak.
(3)
Etrafımıza baktığımızda Arap dünyasına ilişkin şunları göreceğiz: Sudan, Güney’in bağımsızlığıyla sonuçlanacak yakın bir bölünme tehdidi altında, bu durum ülkenin parçalanması ihtimaline kapı aralayabilir. Özellikle de Darfur’daki isyanın liderleri bağımsızlıkla sonuçlanacak özerk bir statü istemeye başladılar. Filistin’de sorun Arap yönetimlerinin sessizliği, Filistin yönetiminin başarısızlığı, hatta bu yönetim içerisindeki bazı unsurların işbirliği sayesinde tedrici olarak tasfiye oluyor. Taraflar arasında meydana gelen görüşmeler, başarısızlıkla sonuçlandı, ABD yerleşim birimlerinin dondurulması noktasında aciz kaldı ve hükümet yetkilileri Obama’nın konuyla ilgili daha önce yaptığı vaatlerden geri adım atıldığını açıkladı, ayrıca Amerikan başkanının, büyük ihtimalle ülkedeki Yahudi lobisinin desteğini arkasına almak ve ikinci dönemde de başkanlığını sürdürmeyi garantilemek amacıyla Filistin sorunun yeni yılda çözüleceğine ilişkin bir teşviki söz konusu. Irak’ta ise müthiş bir belirsizlik hakim. Ülkenin sistematik olarak yıkıma uğratılmasından sonra Kürtler, kendi geleceğini tayin hakkına istinaden ayrılmayı ima ettiler. Bu da Basra’da yaşayan Sünnilerin, kendi bölgelerindeki petrolden pay almaları gerektiğini düşündükleri için özerklik istemesine yol açtı.
Öte yandan Parçalanma ve bölünme laneti Yemeni de güçlü bir şekilde vuruyor. Merkezi hükümet burada iki cephede birden savaşıyor, kuzeyde Husiler, Güney’de ise ayrılıkçı hareket. Bütün bunların yanında bir de el Kaide’nin meydana getirdiği durum söz konusu. Maalesef bütün bunlar, Yemen içindeki durumu ülkenin bölünmesi ve parçalanmasına götürecek kırılgan noktalar.
Lübnan da sürekli kaynıyor, pratikte ülke bir taraftan Şiilerle Sünniler diğer taraftan 8 ve 14 Martçılar arasında bölünmüş durumda. Uluslararası mahkeme konusu şu an için her an patlamaya hazır bir bomba gibi duruyor. Hizbullah, hareketin liderinin öldürme suçuna iştirak ettiği suçlamasıyla liderlerinin kellesinin istendiğini düşünüyor.
Fas’la Cezayir arasındaki gerilim de bir taraftan sürüyor. Poliyesaryo konusu o derece içinden çıkılmaz hale gelmiş durumda ki Fas gazeteleri savaş ihtimalinden söz ediyor. Berberiler ve Emaziğler meselesi, her iki ülkede de zaman ayarlı bir bomba gibi bekliyor.
Arap Birliği’nin unutulmuş üyelerinden Somali, başarısız bir devletin en uç halini ya da devletsizliği temsil eder hale geldi.
Bu parçalanmanın izleri Arap ulusunun etkisini yitirmesi sınırında durmuyor bunun yanında üç önemli sonuç doğuruyor: Birincisi, Arap ulusunu başsız bir cesede hatta akılsız bir bedene dönüştürmesi, ikincisi Arap rejimlerinin çöküşüne ve Arap devletlerinin önemli bir bölümünün dış güçlere bağımlı olmasına yol açması...Bu durum aslında 1. Dünya savaşından sonra Araplara dayatılan manda ve vesayet yönetiminden kurtulduktan sonra tekrar 21. yüzyılda ve tamamen kendi istekleriyle bu idare biçimine geri dönüşü anlamına geliyor. Üçüncü sonuç ise, bölgeye egemen olan başıboşluk, Arap olmayan üç devletin sahaya inerek bölgede önemli rol üslenmelerini ve bu boşluğu doldurmaları oldu. Bu ülkeler: İsrail, İran ve Türkiye...
(4)
Kaderin cilvesidir ki Araplar 2010 yılının sonu itibariyle, bir taraftan parçalanmış ve bölünmüş olarak diğer taraftan da ABD vesayetine bazen bir bekçi bazen de kendisinden başkasına itimat edilmesi mümkün olmayan bir ülkeymiş gibi görmesi noktasına gelirken, bu vasi yeni yılda burnunu sokmuş olduğu bir çok meseleyle ilişkisini kesmeye hazırlanıyor. Bu sadece bir çıkarsama yşa da akıl yürütme değil, zira Washington’dan özellikle de Aralık ayında gelen bilgiler, Amerikan dış siyasetinin Ortadoğu’da değişmek üzere olduğunu, bunun başta ABD’nin Irak ve Afganistan’daki fiyaskosu ile Amerikan siyasetinin Filistin meselesiyle ilgili olarak yaşadığı başarısızlık olmak üzere bir çok nedeninin bulunduğunu gösteriyor.
Bu bilgiler ayrıca ABD’nin İran’la sorunlarını halletme ve aralarında yıllardır kronik hale gelmiş meselelerin çözülmeye yakın olduğuna işaret ediyor. Taraflar arasında geçtiğimiz ay Cenevre’de yapılan toplantının tamamen bu meseleye ayrıldığını, İstanbul’da ele alınan nükleer tesisler konusunun gündeme bile gelmediğini gösteriyor. Bu bağlamda, Washington’da Amerikan ulusal güvenlik danışmanı olan ve aynı zamanda ortadoğu meselesi üzerine kafa yoran ekibin içerisinde yer alan Brezinski ile bir araya gelen Suriyeli kaynaklardan, ABD’nin İran ile savaş ihtimalini uzak gördüğünü ve ayrıca Telaviv’i bu noktada herhangi bir tehlikeli adım atma noktasında uyardığını duyduğumu belirtmeliyim. (Savaşı uzak bir ihtimal olarak görmesi, İsrail’in İran hedeflerine yönelik ani saldırılar gerçekleştirmeyeceği anlamına gelmiyor. Hatta bu saldırılar onun bölgedeki rolünü ve gücünü azaltsa dahi...)Başka bir kaynak ise ABD Başkan yardımcısı Joe Biden’in bir toplantıda Amerikalı stratejist ve uzmanlara, İran’ın Washington’un düşmanı olmadığını, ancak şiddetli bir anlaşmazlık yaşadıklarını, Amerikan yönetiminin İran’la anlaşmasının kendi çıkarları için son derece yararlı olduğunu anladığını, Şii liderlerinin Şii fanatikleri dizginlemeyi başardığını, halbuki aynı şeyi başarma konusunda Sünni liderlerin yetersiz kaldıklarını kaydettiğini ifade etti.
Bilgilerim, bu mesajın bölge liderlerine ulaştığını, son dönemde Kuveyt merkezli hareketlenmelerin bu hususla ilgili olduğunu, Katar Emiri’nin iki hafta önce Tahran’a gerçekleşen ziyaretinin aynı bağlamda olduğunu, Tahran’la Amman arasındaki karşılıklı mesajlaşmaların ise bu arka plandan bütünüyle bağımsız olmadığını gösteriyor..
Siyasette son söz olmamasına rağmen, çıkar hesaplarının siyasi kararları her an değiştirmeye muktedir olduğunu bildiğimizde, bu bilgilerin yeni yılda dünyadaki gelişmelerin bir kısmının Arap dünyasının üzülmesine neden olabilecek bir çok süprizle dolu olduğunu, meydana gelecek her gelişmede belki gücün kendisinden menkul olmasından değil de Arap rejimlerinin zayıflığı ve kırılganlığı nedeniyle kazanan olmasından korktuğum İsrail’in tepeden bakan tavrının giderek artacağını gösteriyor. Gözyaşlarınıza hakim olup da bu tablo içerisinde herhangi bir umut aşılayacak bir şeyin olup olmadığını sorarsanız cevabım, birinci olarak umudun Allah’ın affının adaletinden daha çok olmasında yattığını, ikincisi de henüz daha iradeleri kırılmamış ve kirlenmemiş yeni genç nesilde olduğu yönünde olacaktır. O gençler ki bizimle aynı hamurdan olmakla birlikte bizim gibi değillerdir..
Kaynak: Katar’da yayınlanan Şark Gazetesi
Dünya Bülteni için çeviren Faruk İbrahimoğlu