Kendi kendisine tuzaklar kuran bir ülke olmaktan ne zaman kurtulacağız? Bir ülke en gerçek değerini şamar oğlanına çevirir mi? Gelişigüzel serdedilen hezeyanlar bu ülkenin en büyük şansı “İslâm”a reva mı?

Ankara, İstanbul ve son olarak da İzmir’deki nümayişlerden sonra, Türkiye’de yükselen siyasi tansiyon, hem siyasi istikrarı hem de toplumsal birliği fena vurmuştur. Ama iş bununla bitmiyor. Zararın bir de uluslararası boyutu var. Bu meyanda meselenin dış ekonomiye, AB ve ABD’ye taaluk eden yönü olduğu kadar, İslâm dünyasına da dokunan tehlikeli boyutları var.
İslâm Konferansı Teşkilatı (İKT) Pakistan’da önemli bir gündemle toplanıyor. İKT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu ve ekibi, hükümetin de desteğiyle bu teşkilatı, İslâm âleminin sorunlarını çözmede daha aktif rol alması için yeniden yapılandırmaya gayret gösteriyor. Sayın İhsanoğlu bu noktada önemli adımların atıldığını ve bütün dünyaya duyurulacağını açıklamıştı zaten.

Bilindiği gibi İKT, Birleşmiş Milletler’den sonra gezegenimizdeki en büyük siyasi organizasyon, ama, ne yazık ki, bu büyüklüğüne yakışır çapta ne küresel promlemlere ne de birinci derecede hitap ettiği Müslüman dünyanın meselelerine eğilmede gerekli insiyatifi alabilmekte. Bu sorunun en önemli nedeni üye ülkelerin bizzat kendisi iken, ikinci nedeni de İKT’nın yapılanma şeklidir, iç tüzüğüdür ve hatta ismidir. Meselâ, “Teşkilat” etiketi bu yapının gerçekliğiyle hiç örtüşmemektedir. Bu problemleri aşmak veya en azından yapısal problemi çözüme kavuşturmak adına İKT’nın yoğun çalıştığı haberi bize kadar ulaştı.

Şimdi, ortada garip bir durum var. Herkesin kabul edeceği gibi bu organizasyonun ana unsuru “İslâm”dır, Türkiye’de bu birliğin en önemli ülkelerinden birisidir. Ama, işin trajikomik tarafı İKT’nin varlık sebebi “İslâm”, bizdeki ideolijik devlet tarafından tehdit olarak algılanmakta. O zaman da akla gelecek en meşru sorular şunlar olmaktadır:

Teşkilat’ın bu yeni yapılanmasında Türkiye üzerine düşeni hakkıyla yapabilecek mi? Daha da kötüsü, Türkiye’nin üyeliği haklı olarak tartışmalı hâle gelmez mi?

Türkiye’yi bu zor duruma sokanların, “Bizim İslâm’la bir alıp veremediğimiz yok. Bizim derdimiz ülkeyi Ortaçağ karanlığına götürecek gerici kesimler” deme imkânı da olamaz. Zira, yeni cumhurbaşkanını seçtirtmeyenler gerekçe olarak adayın İslâmî kişiliğini, hanımının başörtülü olmasını gösteriyorlarsa; meydanlara dökülüp din aleyhine sloganlar atıyorlarsa, e-muhtıraya gerekçe olarak Kutlu Doğum kutlamalarını, küçük kızların ilahi okumalarını gösteriyorlarsa; maalesef hedef alınanın İslâm olduğu tartışmasız hâle gelmektedir. En azından İslâm âlemi bunu böyle algılamaktadır.

İnanın, son gelişmeler, Türkiye’nin Müslüman dünyada Mart Tezkeresi’ni reddetmesinin ardından elde ettiği müsbet imajı derinden yaralamıştır. Son gelişmelerden sonra Müslüman ülkeleri ziyaret eden insanların rahatlıkla görebileceği bir husustur bu.

İki siyah Afrikalı, Çağlayan gösterisini kastederek, “Osmanlı’nın torunları arasında ne zaman bu kadar İslâm düşmanı insan türedi?” diye sorduklarında, sarsıldım. Benim izahlarım onların kafasındaki şüpheleri izale etmeye yetmedi. Yoksa birileri tam da bunu mu istiyor?

Müslüman halkların algı dünyasında, Türkiye, bu din karşıtı tavrıyla yer işgal etmeyi hak etmiyor. Dini tehdit gören kesim, gerçek Türkiye’yi temsil etmez, lâkin, bunu anlatmak da hayli zordur. Buna neden olanların şunu düşünmesi elzemdir: Avrupa Birliği’nin istemediği, İslâm dünyasının hoş görmediği bir Türkiye, nereye yönelebilir? Hangi akıl bu ülkenin tarihinden gelen “esnek gücü”nü doğal kültür havzasında dinamitlemeyi makul görebilir? Bunu yapanlar bu ülkenin geleceğini tehlikeye attıklarını faredemeyecek kadar basiretlerini yitirmiş olabilirler mi? Gerek Doğu’ya gerekse Batı’ya kapanmış bir ülkenin içinde bulunduğumuz konjonktürde yaşama şansı var mı?

Birkaç gün öne Arap dünyasının en çok izlenen kanallarından El Cezire’de, “Türkiye’deki laik, anti-laik” kamplaşması konusu tartışma masasına yatırıldı. Programa, Türkiye’den Sefer Turan’la Faik Bulut katılmıştı. Bir saate yakın tartıştılar, ama, Faik Bulut, hiç kusura bakmasın, nümayişleri haklı çıkarmak, Ak Parti’nin Türkiye’yi İslâmlaştırmak adına yaptıklarını ifşa etmek için gösterdiği performansla pek de komikti. Neredeyse Müslüman dünyaya bizi unutun diyordu.

Malum güçler, nereye yöneleceklerini bilemeyen şaşkınları oynuyorlar. Sık sık bu ülkenin bir “derin aklı”nın olduğunu işitiriz. Eğer varsa böye bir akıl, nerede diye sormak istiyoruz. Tam da bu tehlikeli gidişatta insiyatif alması gerekmez mi? Yoksa böyle bir aklın varlığı postmodern bir hurafe mi?