Bu seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimine endeksli seçimler... Seçimin her yanında Türkiye'nin yeni Cumhurbaşkanını nasıl bulacağı sorusu yankılanıyor.
-Yeni Meclis belirlenecek de, bu Meclis cumhurbaşkanını nasıl belirleyecek? sorusu en can alıcı soru.
Ak Parti, düne kadar propaganda stratejisinin neredeyse yarısını, Cumhurbaşkanlığı seçimine ayırmış bulunmaktaydı.
Kürsüde Başbakan Erdoğan, yanında Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül; gümbür gümbür konuşuyorlar.
-Cumhur'a gelmekten korktular.
-Cumhurbaşkanını cumhur seçecek.
Düşünüyorsunuz ki arayış, 367 üzerinde bir sandalye arayışı... Seçmenden böyle bir jest bekleniyor. Seçmen, iradesini sandığa yansıtsın ve Gordion'un düğümünü seçmen iradesi İskender'in kılıcı ile çözsün. Türkiye ve dünya bir demokrasi görsün.
Oysa dün başka bir şey oluyor.
Başbakan Erdoğan, Uzlaşma arayacağız diyerek bombayı patlatıyor.
Bomba tabii, önce Ak Parti'nin seçim stratejisi üzerinde patlıyor. Herhalde bundan sonra meydanlarda 367 üzeri bir sandalye arayışı olmayacak, seçmene bu yönde bir heyecan dopingi gerçekleşmeyecek. Abdullah Gül de duygu karmaşası yaşayacak.
Ve bomba uzlaşma kelimesinin bizzat kendi üzerinde patlıyor.
Soru şu: Uzlaşma ne ki?
Başbakan diyor ki:
-Anayasal şartları taşıyan birkaç isim belirleriz. Onları muhalefete götürürüz. Biri üzerinde uzlaşılır. Yalnız dayatma olmamalı.
Bu öneri makul gibi görünüyor. Anayasal şartları haiz isimler ve çoktan seçme... Başka ne şart aranabilir ki?
Baykal hemen cevabı yetiştiriyor: -Olmaaaz, buna uzlaşma denmez.
Peki uzlaşma nasıl olur?
"- Hiçbir isim telaffuz etmeden masaya oturmak"la olur.
Hamlenin tercümesi şu:
Öyle, birinci parti raconu kesmek olmaz. Her parti eşit olacak. Üç milletvekili olan da, 300 milletvekili olan da... Böylece Ak parti'nin alacağı seçim başarısı hiçe indirgeniyor.
Baykal'ın formülü bununla sınırlı değil. O bir de Cumhurbaşkanına ilişkin kişilik şablonu çıkarıyor. Hürriyet genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'e verdiği şablon şöyle:
1- Kimsenin emrinde olmayacak,
2- Sadece Anayasa"nın emrinde olacak, onun gereğini yerine getirecek bir kimse.
3- Anayasa"yı ve onun temel ilkelerini içine sindirmiş bir insan."
Aslında bunlar da Baykal'ın daha önce Erdoğan'ı aday olmadan safdışı bırakmak, Abdullah Gül'ü de adaylıkta boğmak için yürüttüğü propagandanın uzantıları...
Şimdi tabloyu tasavvur edin:
Başbakan Erdoğan eline üç kişilik bir liste alsın...
Listede kimler olsun?
Mesela başa kendisini yazsın...
Altına Abdullah Gül'ü...
Altına Abdüllatif Şener'i....
Hadi ikinci bir liste daha belirleyelim:
Bülent Arınç.
Vecdi Gönül...
Zafer Üskül...
Liste Baykal'a teslim edilsin. Baykal, belirlediği Çankaya kriterleri istikametinde tercihte bulunsun....
Nasıl bir tercih ortaya çıkar?
Üstü çizilecekler kimler olur?
Başbakan'ın üstünü mü çizer Baykal, altını mı?
Diyelim iki isim temiz kalmış, dört ismin üstü karalanmış...
Ne anlama gelir bu?
Bunlar anayasal şartlara uymadığı için üstü karalanmış kişiler anlamına gelmez mi?
Peki böyle bir riske sayın Başbakan kendisi girer mi?
Tabii ki girmeyeceği kesin.
Peki böyle bir ayıklanmaya Abdullah Gül razı olur mu? Kim razı olur?
Sayın Baykal sık sık Sezer usulü ile seçelim diyor.
Ona göre Sezer, dışardan seçilmiş ve üzerinde mutabakat sağlanmış bir kişi... Oturulsun, Meclis dışından öyle birisi belirlensin...
Hadi soralım:
Sezer, bugün halk oyuna sunulsaydı seçilebilir miydi?
Bir kere daha soralım:
-Sezer'in kişiliği ne kadar tartışmasız? Sayın Baykal, CHP açısından tartışmasız olanı, Türkiye için de tartışmasız kabul ediyor. Oysa Sayın Sezer'in bir çok davranışı, en tarafsız çevreler tarafından bile yadırganmış, hatta Sezer, ana muhalefetin bir uzantısı gibi görülmüştür.
Hem acaba uzlaşma demek yüzde yüz mutabakat demek mi?
Bir kere Cumhurbaşkanını ister Meclis seçsin ister halk, sonuçta bu bir seçim ve belli bir sayıya ulaştığınızda sonuç almak gerekiyor.
Diyelim halk seçiyor, sonuçta yüzde 51'i alan Cumhurbaşkanı olacak...
Diyelim Meclis seçiyor, birinci ikinci turda 367'yi alan, üçüncü-dördüncü turda 276'yı alan cumhurbaşkanı oluyor.
Halk seçtiğinden yüzde 49.9'u karşı kutupta yer alıyor, Meclis seçtiğinde de 367'nin veya 276'nın üzeri muhalif oluyor. Bu,bugüne kadar böyle olmuş. Cumhurbaşkanlarının da bazı davranışları benimsenmiş, bazıları benimsenmemiş. Cumhurbaşkanı steril bir kişilik değil ki... Yani günahtan arınmış, her yaptığı onaylanan bir siyasetçi henüz anasından doğmadı.
Onun için bu uzlaşma lafı çok su götürür bir laf olacak. Hatta şöyle söyleyelim: Gelecek Meclis'ten de, halk oylamasından da ümidini kesen muhalif çevrelerin Ak Parti'nin ayağına dolamaya çalıştığı bir tuzak olacak.
Erdoğan'ın geldiği noktaya Hayırdır inşaallah diyebiliyorum.
Bu noktaya gelişte gizli tutulması noktasında Başbakan'la Genelkurmay Başkanı'nın mutabakata vardıkları dolmabahçe kriterleri nin etkisi var mı, diye kendi kendime soruyorum.
Ben liderlik seviyesinde yaşanan sancıları çok önemserim. Cumhurbaşkanlığı seçimi Ak Parti'yi oralara savurursa kendisine de Türkiye'ye de yazık olur, derim.
Gene de Allah'tan hayırlısı diyerek bitirelim yazımızı...