Geçtiğimiz hafta sonu Suriye'nin başkenti Şam'ın ev sahipliğini yaptığı 20. Arap Birliği Zirve toplantısı, Arap âlemi içinde yaşanan derin görüş ayrılıkları ve parçalanmalarını gün yüzüne çıkarmıştır.
Lübnan'ın, cumhurbaşkanlığı seçiminin 16. kez ertelenmesi ile doruk noktasına ulaşan siyasi kaos ortamından Suriye'yi sorumlu tutarak toplantıyı boykot etmesi ve aralarında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün başta olmak üzere Teşkilat üyelerinin yarısının bu ülkeye destek olmak maksadıyla düşük düzeyde temsil edilme kararı almalarının gölgesinde kalan zirve sönük geçmiştir.
Bu süreçte dikkati çeken en önemli husus Teşkilat tarihinde ilk kez bir doruk toplantısını etkisiz kılmak için Batılı ülkelerin açık bir tavır almış olmalarıdır. Nitekim ABD ile Suriye arasında zirve öncesinde ve devamında yaşanan söz düellosu, bu durumun bir sonucudur. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın zirvenin hemen öncesinde bölge ülkelerine düzenlediği gezisinde Şam'a yönelik eleştirilerde bulunmuş, Rice'ın üst düzey yardımcıları olan David Welch, Sean McCormack ve ABD'nin Irak Özel Temsilcisi David Satterfield da Suriye'nin Lübnan'da yaşanan krizi körüklediğine ilişkin açıklamalarda bulunarak Washington'ın toplantının başarısız olması yönündeki amaçlarını açık bir biçimde sergilemiştir. ABD, Fransa ve İngiltere'nin, bazı Arap ülkelerinin zirveye bakanlık düzeyinde katılmak hususunda vermiş oldukları karardan memnuniyet duyduklarına yönelik açıklamalarına karşın, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, zirvede düşük düzeyli katılımın perde arkasında ABD ve Fransa'nın yönlendirmesinin bulunduğunu dile getirmekten çekinmemiştir.
İki gün süren görüşmelerde, Arap-İsrail uyuşmazlığı, Irak'taki şiddet ve kargaşa, Somali, Sudan, Etiyopya'daki kriz ve Filistin içinde yaşanan kardeş kavgası gibi sorunlara ilişkin olumlu tespitlere yer verilmiş ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Condoleezza Rice'a 'toplantı başarılı geçti, boşa çaba sarf ettiniz' tarzında seslenmişse de bu değerlendirmeyi yapmak için çok erken olduğu kanaatindeyiz. Aslında "Şam Deklarasyonu"nda pek çok önemli hususun altı çizilmiştir. Bu bağlamda deklarasyonda; BM'nin Filistin sorununun çözümü hususunda daha aktif bir politika izlemesi, Yemen'de gerçekleşen Hamas-El Fetih arasındaki uzlaşma görüşmelerine destek olunması, Irak'ta yaşanan sorunların diyalog yoluyla halledilmesi, Lübnan'daki siyasî krizin çözümü hususunda Teşkilat kararlarının benimsenmesi, Suriye'ye karşı uluslararası platformda uygulanmakta olan izolasyon politikasına son verilmesi ve Arap âlemini kapsayan bir ortak pazar oluşturulması hususunda acil adım atılması gibi önemli kararlara yer verilmiştir. Şam Zirvesi'nde öne çıkan, bölgeyi ve teşkilatı ilgilendiren izlenimlerimizi şu şekilde sıralamak mümkündür:
1964'ten itibaren sayısız zirve toplantısı düzenleyen Arap devletleri, Arap âleminde yaşanan sorunlar ile ilgili onlarca karar almışlarsa da bu kararların büyük bölümünün yine kâğıt üstünde kalma riski ile karşı karşıya kaldığı intibaı edinilmiştir.
ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin Teşkilat'ın kurulduğu andan beri devam ettirdikleri müdahale ve etkileme amaçlı politikalarından vazgeçmedikleri gibi bu yöndeki çabalarını daha da artırdıkları bir kez daha görülmüştür.
Teşkilat, Arap halkının taleplerine cevap vermek, halklar ile liderler arasındaki uçurumları gidermek ve Arap vatandaşının ihtiyaçlarını karşılamak hususunda yeterli katkı sağlayamamıştır.
Özellikle 1977 yılında Mısır, 1993'te Filistin Yönetimi lideri Arafat ve 1994'te Ürdün ile imzalamış olduğu barış anlaşmaları sonrasında İsrail artık birçok Arap ülkesi için bir tehdit olmaktan çıkmıştır. İsrail'e karşı tepki politikası izleyen devletlerin bu realiteyi göz önünde bulundurmasının zamanı gelmiştir.
Esprili tavrı ve yanından ayırmadığı çadırı ile dikkat çeken Kaddafi, bu kez son derece hayatî mesajlar vermiş; Arap âleminin ciddi bir bölünme ve de liderlerinin Saddam Hüseyin'in kaderini paylaşma tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını açıklayarak, teşkilat içerisindeki çatlakların örgütün parçalanmasına kadar gidebileceği uyarısında bulunmuştur.
Şam Zirvesi'nden en kazançlı çıkan güç İran yönetimi olmuştur. Şöyle ki hem Suriye ile olan yakın işbirliğinden dolayı toplantının şeref konuğu unvanıyla taltif edilmiş; hem Birleşik Arap Emirliği ile arasında devam eden Basra Körfezi'ndeki adaların aidiyet sorunu konusunda bu toprakların egemenliği altında bulunduğunu vurgulayarak gerek bölge ülkelerine gerekse ABD'ye bu coğrafyada önemli ve etkili bir güç olduğu mesajını vermiştir.
Arap Birliği Teşkilatı bünyesinde yaşanan sorunlar ve bölgede giderek artan şiddetin üstesinden gelinebilmesi için ivedi olarak hayata geçirilmesi gereken politikalar ve atılması gereken adımlar hususunda herkese görev düşmektedir. Bunun için:
2004 yılında Tunus'ta gündeme gelen, Arap Birliği Teşkilatı içerisinde hem yapısal, hem siyasal hem de örgütsel olarak reform sürecine girme fikri hayata geçirilmek zorundadır. Bu bağlamda Teşkilat'ta yaşanan ittifaklara ve hizipleşmelere son verilerek örgütü etkili kılacak politikalar izlenmelidir.
Arap ülkeleri inisiyatifi ellerine alarak, barışta ve savaşta kararlılık sergilemeli ve sahip oldukları gücün farkına varmalıdır.
Birçok Arap ülkesi, 40 yıl önceki bakış açısıyla sorunlara çözüm bulunamayacağından hareketle esas tehdidi dışarıda aramayı bir kenara bırakarak asıl sorunun içeride yaşandığını görmek ve bu çerçevede, çoğulculuk, katılımcılık ve temsil anlamında yaşanan sorunları giderecek gerçekçi reform çabalarına destek olmalıdır.
Beşşar Esad, Arap devletlerinin bugün uçurumun kenarında değil tam ortasında bulunmakta olduğu eleştirilerini göz önünde bulundurarak, bir yıl sürecek olan Teşkilat'ın dönem başkanı sıfatına uygun bir biçimde hem teşkilat hem de bölge nezdinde yaşanan parçalanmaları aşacak politikalar geliştirmelidir.
ABD, Irak işgali ile birlikte doruk noktasına çıkan ve bölgede yaşanan çatışma ve bölünmelerin daha da şiddetlenmesine neden olan Ortadoğu politikası karşısında aleyhine yayılan tepkileri dikkate alarak, Filistin meselesi hususunda 2002'den sonra ortaya koyduğu iki devletli çözüm önerisini somutlaştırmalı, Irak'ta yeni bir stratejiye ihtiyaç duyulduğuna yönelik öneriler içeren Hamilton-Baker Irak Çalışma Raporu doğrultusunda özellikle İran, İsrail ve Suriye gibi devletleri çözüme ortak etmek suretiyle bölgesel bir işbirliği gerçekleştirme çabası içerisine girmelidir.
2002 yılında Beyrut'ta yapılan Arap Birliği toplantısının sonuç bildirgesinde İsrail'e yönelik ılımlı yaklaşım doğrultusunda Arap-İsrail uyuşmazlığının çözümü hususunda atılan adımlar tekrar gündeme getirilerek canlandırılmalıdır.
Sonuç itibarıyla Teşkilat üyelerinin öncelikli olarak bölgenin içinde bulunduğu ve geri dönüşü olmayan bir tünel niteliğindeki durumdan çıkarılması için kararlı, uygulanabilir ve bu coğrafyanın yapısına uygun adımların atılmasının şart olduğu; aksi takdirde Irak'ta artan ve iç savaşa dönüşen çatışmaların bölgenin diğer ülkelerine de sıçrayabileceği göz önünde bulundurulmak zorundadır. Bu çerçevede ilk yapılması gereken ABD-İsrail bölgesel projesi ile İran'ın bölgedeki yükselişi arasında bir tercih yapma çıkmazından kurtularak Arap halkının umutlarını ve beklentilerini hayata geçirecek birlik ve beraberliği sağlamaktır. Ancak Şam Zirvesi her ne kadar, Araplar arasındaki parçalanmayı geçici olarak engellemiş ve bu anlamda zaman kazandırmışsa da bu toplantı Akabe Zirvesi ile başlayan teşkilata yönelik yeniden yapılandırma sürecini rafa kaldırması bakımından yapıcı bir tutum ortaya koyamamıştır. Oysaki Teşkilat içerisinde sürekli birlik, beraberliği ve örgütün etkinliğini savunan ülkelerin bile yaşanan husumetleri çözme gayreti göstermek yerine boykotu tercih etmesinin, İsrail gibi ülkelerin ekmeğine yağ sürdüğü gözden uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla bu tür bölünme ve tepkilere çözüm bulunamadığı takdirde bölgeyi bekleyen kriz ve savaş senaryoları karşısında yapıcı nitelikte bir ortak tutum izlenemeyeceği açıktır.
Kaynak: Zaman