Türkiye Yunanistan'la ilişkilerine olabildiğine önem veriyor. Batı ile ilişkilerinin bir ön aşaması gibi görünüyor politikacılara, Yunanistan ile ilişkiler. Arada mevcut olan gerginlik konuları çoğunlukla –ve iyi komşuluğun da bir gereği olarak- kısa süre içinde yatışıyor. Türkiye alttan almaya özen gösterdiği bir tutum içinde, Yunanistan ile ilişkilerinde. En azından diğer komşularla bir gerginlik söz konusu olduğunda  basının kullandığı dil, Yunanistan bir tarafa, diğerleri bir tarafa şeklinde denilebilecek kadar farklıdır. Türk basını "Komşu"lukla ilgili bir manşet attığında öncelikle ve sadece Yunanistan oluyor, bu şanslı ülke. Öteki sınır komşumuz olan ülkelere bakalım: Bulgaristan,   Gürcistan,  Ermenistan, Nahcivan, İran, Irak, Suriye...  Hayır; yüksek trajlı gazetelerin kriterlerine  göre "komşu" denilince akla her nedense Yunanistan gelmeli...

Bu basının bizi bir alıştırması mı? Ya da Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan, kendi büyük coğrafyası içinde bulunan ülkeleri komşudan da yakın sayma gibi bir kabulle ilişkisi kurulabilir mi böyle bir seçmeci tutumun... Fakat bu konuda genelleme yapmak da o kadar kolay değil. Sözgelimi İran Türkiye'nin Osmanlı bakiyesi sayıılmayan, bununla birlikte sınırları en dayanıklı ve uzun ömürlü olan komşusu. Buna karşılık Türk basınında İran'ın bahsi "komşu" şeklinde bir seslenmeyle geçmez. Bir dönemde Türkiye İran'dan karpuz ithal etmişti. Bu ithale ilişkin haber bir gazetede, 'Molla'ya hayır, karpuzuna evet" şeklinde bir manşetle verilmişti.

Bunları yazarken Yunanistan'ı has komşudan saymama gibi bir yaklaşım içinde de değilim. Tersine, Yunanistan'la Türkiye arasında, politikacıların ayırdına varmamış olabileceği ölçüde benzerlikler bulunuyor ve bu da çok normal. İki halk en azından 5 asır birlikte yaşamış ve kültürüyle diğerini beslemiş. Türkiye'nin bu topraklardaki tutunması da kısmen bir Rum şehri olan İstanbul kültürü üzerinden bir yapılanmayla gerçekleşmiş.

Bir gencin sokakta giderken polisin kör kurşununa kurban gitmesi gibi üzücü olaylara sadece Türkiye'de, sadece Yunanistan'da rastlanmıyor tabii. Fakat coşkulu, isyankâr, otoriteyle sorunu olan gençleri var her iki ülkenin de, yaşanan jakoben modernizasyon deneyimleri nedeniyle...  

Nostalji, romantizm,  vatan toprağına dönük bağlılık, devlet ile halk arasındaki bağlantı noktalarında mevcut olan geçici ya da kalıcı kopmalar... Türkiye ile Yunanistan asıl, Avrupa karşısında takındıkları tavırlarla  bir çok bakımdan birbirini andıran "taşralı" bir hava yansıtıyorlar. Türkiye, dışarıdanlığın tecrübesine sahip bir taşralı; Yunanistan ise ne Batı'nın tam olarak içinde, ne de dışında, AB sınırlarına dahil edilmekle birlikte. Bir taraftan Yunanistan Batı için, mitolojik bir kaynak, bir başvuru merkezi, bir ana kucağı.   Yunanistan aynı zamanda Batı'nın Doğu'ya açılan kapısı. Daha geniş bir vizyona ve temsil kapasitesine sahip olması beklenen Türkiye ise sanki Batı'nın sınırında olmak isterken, Yunanistan'dan rol çalıyor. Kendini sınırlandırıyor, daraltıyor, yamultuyor.

Aslında her iki ülke de "gecikmiş modernlikleri" nedeniyle Batı karşısında, ezik ve tedirgin, Gregory Jusdanis'e göre. 

"Avrupa kültürü görmezden gelinemez; bu kültüre aynı anda hem hayranlık duyulmuş, hem de bu kültür hor görülmüştür, hem ona gıpta edilmiş hem de ondan korkulmuştur." Bu sözleri Yunanlı edebiyat eleştirmeni Gregory Jusdanis kendi ülkesi aydınları ve siyaset adamları bağlamında sarf ediyor. (sf. 135) 

Jusdanis'in Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür-Milli Edebiyatın İcadı (Metis;1997) adlı eserinde yer verdiği bu sözleri bir Türk'e, mesela Cemil Meriç'e ait olabilirdi ya da bir İranlı'ya, meselâ Ali Şeriati'ye.

Yazarın sözünü ettiğim eserinde yer verdiği  "milli kültür fikri"ne ilişkin şu cümleleri de ne kadar yakın geliyor bize, bakınız: "Yunanlı (Romios) bir Hıristiyan, der Katartzis, milletini ailesinden daha çok sevmeli ve şanlı atalarını doğurmuş olan kutsal toprak uğruna ölmeye hazır olmalıdır. İnsanın ailesi, akrabaları ya da dini uğruna değil de millet gibi soyut bir kavram uğruna ölmesi gerektiği fikri, radikal bir fikirdi ve yavaş yavaş aşılanması gerekiyordu. Bir Yunanlı, der Katartzis ısrarla, kendi toplumunu Türk, Fransız ve İtalyan yönetimlerinden ayıran kültürel özellikleri öğrenmelidir. (Sf. 50) Jusdanis'in eseri, ulus devlet oluşumu süreçlerinde Türkiye ve Yunanistan'ın İslam ve Hıristiyanlık dinleri öncesindeki geçmişlerinde mevcut olan değerlerle yakınlaşma, dilde arılaştırma çabaları, halkçılığın yüceltilmesi, modernleşme idealini bir Batı karşıtlığıyla birlikte gerçekleştirirken kendi içinde  (çağdaş uygarlık karşıtı sayılan) paryalar oluşturma... şeklindeki hususiyetleriyle ne denli benzemekte olduğunu ortaya koyuyor.

Türkiye'nin coğrafyasını kuşatan sayısız komşunun sunduğu farklı açılım imkanları var. Fakat Türkiye'nin dış politikası Çağdaş Batı Uygarlığı'na ulaşma konusundaki büyülenmişliği nedeniyle, bu uygarlığa ulaşmada Batı'nın da uygarlık kodları açısından bir kaynak olarak gördüğü bir tarihi ve mitolojisi olan Yunanistan'ın komşuluğunu yüceltecek şekilde kurgulanmış bulunuyor. Bu kurgu gazete manşetlerinde "komşu" olarak gösterilen ülkenin Yunanistan olabileceğinden kuşku duyulamayacağına dair bir anıştırma halinde kendini dışavuruyor.

Oysa Yunanistan da, yukarıda değindiğim gibi, şanlı geçmişine karşılık AB içine dahil edildiği halde kendini Batı'nın taşrası olarak bulmanın ızdırabıyla malûl bir vaziyette, "Asr-ı Saadet"ine dönmenin yollarını arayan bir ülke. Dün İngiliz şair Lord Byron koşuyordu bu ülkenin bağımsızlığı için savaşan militanlarının yardımına. Bugün ise despot polisin temsil ettiği kısıtlayıcı ve baskılayan devlet politikalarına karşı AB ülkeleri içindeki 'işlevsizleştirilmiş'  anarşistler koşup geliyor, Batı Mitolojisinin ana kucağına...