Sanırım hiçbir askerî müdahale, günübirlik, hazırlıksız, fevri bir öfke ile yapılmamıştır. Her birinin öncesi için - sonrası için hazırlıklar olmalıdır. Öncesi için derken, herhalde, en azından toplum psikolojisinin hazırlanması ve başarı şartlarının tedariki öngörülmüştür. Sonrası için derken de, atılan bir okun geri dönmemesi gibi, mevcut yapıyı kökünden sarsan ve başarısız olması halinde aktörlerinin hayatına mal olacak bir hareketin zemin bulması, kabul görmesi ve varsa hedeflerinin gerçekleştirilmesi istenir.
1983 yılında vizyona giren, Nicholas Meyer’in yönettiği “Bir Gün Sonra” filmi, nükleer bombanın bir gün sonrasına ilişkin bir tasavvuru konu alıyordu.
Ben burada, bir askerî müdahalenin bir gün sonrası üzerine düşünce alıştırmaları yapacağım.
Türkiye aslında bu anlamda ‘Bir gün sonra’ları çok yaşamış bir ülkedir. Şöyle geriye doğru 50 yıla baktığımızda iki darbe, bir muhtıra, bir post modern darbe ve bir sanal muhtırayı görüyoruz.
Sanırım hiçbir askerî müdahale, günübirlik, hazırlıksız, fevri bir öfke ile yapılmamıştır. Her birinin öncesi için - sonrası için hazırlıklar olmalıdır.
Öncesi için derken, herhalde, en azından toplum psikolojisinin hazırlanması ve başarı şartlarının tedariki öngörülmüştür.
Sonrası için derken de, atılan bir okun geri dönmemesi gibi, mevcut yapıyı kökünden sarsan ve başarısız olması halinde aktörlerinin hayatına mal olacak bir hareketin zemin bulması, kabul görmesi ve varsa hedeflerinin gerçekleştirilmesi istenir.
Türkiye’de 21 Mayıs gibi, 9 Mart gibi “bir gün sonrasına ulaşamayan” ve içinde rol alanlara ağır bedeller ödeten askerî müdahale girişimleri vardır.
Ama yine Türkiye’de, “bir gün sonrasına ulaşan” askerî müdahaleler de vardır.
Şöyle bir soru sormak istiyorum:
-Acaba o, bir gün sonrasına ulaşabilen, yani bir anlamda askerî müdahale olarak “başarılı” olduğuna hükmedilen hareketlerin aktörleri, bugünden baktıklarında bir gün sonrasının değerlendirmesini nasıl yapmaktadırlar?
Mesela bugüne kadar benim tanık olduğum bazı kanaatler söz konusudur:
-Askerî müdahaleyi yapan kadrolar, müdahale sonrasında genelde CHP’li ve sol kadrolarla iş tutmayı tercih etmiş, bu da “halk oyu ile gelemeyen kadrolara iktidar sunmak” gibi bir görüntü arz etmiştir.
-Askerî müdahaleler, halk oyu ile gelmiş iktidarları iktidardan uzaklaştırdığı için sanki halk oyuna ve demokrasiye karşı yapılmış müdahaleler olarak algılanmış ve toplumun genellikle çoğunluk iradesi tarafından benimsenmemiştir.
-Askerî müdahalelerin ardından yapılan seçimlerde, genellikle askerlere dayandığı imajı veren siyasi kadrolar mağlup olmuşlardır.
-Askerî müdahalelerde rol alan askerî kadrolar, ya kendi konumlarını korumak için birtakım yasal güvencelere sığınmış (Temelli senatörlük, Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanamaması gibi) veya makamlar edinmiş, ya da banka vs, yönetim kurulu üyelik ilişkileriyle tartışma konusu olmuştur. Bu da bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpranmasına yol açmıştır.
-Askerî müdahale sonrasında müdahaleyi yapan kadrolar veya hemen onun ardından gelenler, bu anormal durumdan kurtulabilmek için “Askeri bu ortamdan nasıl çıkarırız?” kaygısına düşmüştür.
-Askerî müdahale yanlısı gibi gözüken sivil çevrelerin (medyada, yargıda, üniversite camiasında, çıkar gruplarında) çoğu zaman netameli bagajını da TSK’nın taşıması gibi bir sorun ortaya çıkmıştır.
-Ve en önemlisi, toplumda kalıcı bir “askerî müdahale karşıtlığı” düşüncesi oluşmuştur.
Bunların tamamı, bir askerî müdahalenin riski ve ödediği bedeldir.
Bunlardan da anlaşılacağı gibi bir askerî müdahaleden sonra ortaya çıkan en önemli sorun, devrilenlerden sonra ülkenin yönetiminin nasıl yapılacağı sorunudur.
Deniyor ki:
“O malum bildiri, tek başına bir olay değildir. ‘Daha kötüsü’nün öncüsüdür. Seçimlerde yeniden AKP iktidara gelirse ve cumhurbaşkanını seçmek gibi, vekilharçlık, borç ödeme, yol yapma gibi faaliyetlerin ötesindeki heveslere kapılırsa demokratik olmayan yollara başvurulur.” (Mehmet Ali Kışlalı, Radikal, 16 Mayıs 2007, Buradaki “Daha kötü” ifadesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu tarafından 14 Mayıs 2007 tarihli Radikal’da Neşe Düzel’le yaptığı mülakatta kullanılmıştır.)
O zaman denebilir ki:
-Bildirinin bir ön hazırlığı olmuştur. Onun TSK bünyesinde bir kitle zemini vardır.
-Bundan sonra gelecek ‘daha kötüler’in de bir hazırlığı olacaktır.
-Ülke de psikolojik açıdan böyle ‘daha kötüler’e hazırlanacaktır.
-Ve -Allah korusun- “daha kötüler” gerçekleştiğinde Türkiye’nin hangi kadrolarla, hangi programla ve hangi takvimle yönetileceğinin hazırlığı yapılmıştır.
Böyle midir bilmiyorum. Asker işini planlayarak yaparsa böyle yapar diye düşünülebilir. Ama belki “göç yolda düzülür” mantığı ile hareket eden askerî müdahalelerden de söz edilebilir.
Yine Allah korusun, “daha kötüsü” yapıldığında olabilecekleri tasavvur edelim:
-Meclis lağvedilip yeni kurucu meclis oluşturulabilir
-Tamamen emekli - muvazzaf askerlerden oluşmuş yeni bir hükümet teşkil edilebilir.
-Hükümet, bir siyasi parti ile alakası bulunmayan, “bağımsız” görüntüsü veren bir kadroya emanet edilebilir. Bu kadro başlangıçta bağımsız gibi görünse de onun siyasi çizgisinin kısa zamanda anlaşılacağı ve kategorize edileceği açıktır. Kaldı ki, AKP’ye karşı yapılacak bir askerî müdahalede getirilecek her kadronun en azından bir karşı oluş imajı bulunacaktır.
-Hükümetin kurulması için, doğrudan bir siyasi kadro ile bütünleşilebilir. Emekli Jandarma Komutanı Şener Eruygur’un başında bulunduğu Atatürkçü Düşünce Derneği ve ÇYDD tarafından organize edilen Cumhuriyet mitinglerinin sonunda alenen ‘laik cephe’yi temsilen CHP’ye toka edilmesi gelecekteki ilişkilerin de işareti olabilir.
-Hükümet temsilinden sonra bürokrasinin oluşturulması var. Burada bir jurnal fırtınası esmesi mümkün. Ardından tasfiyeler. Ardından yeniden kadrolaşma. Bu da askerî harekete ideolojik kisve giydirmek açısından anlamlı olacak ve halk buna bakıp bir kere daha not verecek.
-Bu bürokratik kadrolaşmanın aşağıya doğru inmesi ve il - ilçe - belde yerleşim merkezlerine kadar uzanması, askerî hareketin imajının halk tarafından idraki açısından önemli olacak.
-Kadrolaşmanın yanında, laik duyarlılıktan yola çıkarak gerçekleştirilen askerî müdahalenin “İslam’a karşı” bir operasyona dönüşme ihtimali her zaman mevcut.
-Sonra, devrilen siyasi ve bürokratik kadrolara suç isnadı önemli. Devirdiğinizi zihninizde yargılamış, mahkûm etmiş olmalısınız. Öyleyse bunu yargıda da ispat edeceksiniz. Bağımsız yargı olacak mı, yoksa yönlendirilmiş yargı mı olacak? Hangi suçu isnad edeceksiniz, bu suçlar halk vicdanında karşılık bulacak mı?
-Böyle bir askerî müdahaleye, diyelim demokrasiyi önemseyen Batı dünyasının tepkisi hesap edilmelidir. Bir yığın ekonomik ilişki söz konusu... Onlar “sizi görmezden geliriz” deseler bile, bu ‘görmezden gelme’nin bir bedeli olacağı açık. O bedeli kim, nasıl ödeyecek? Ülke ne ödeyecek? Asker, AB ile ABD ile ilişkileri nasıl götürecek? Kuzey Irak’a derhal girilecek mi? Sonrası ne olacak?
-Bir askerî müdahaleden sonra ekonomik durum ne olacak? Türkiye’ye dış sermaye gene de akacak mı? Borsa ne olacak? İşsizler için ne yapılacak? Bir ekonomik kriz söz konusu olduğunda bunun askerî müdahaleyi yapan kadrolara, yani TSK’ya bedeli ne olacak?
-Ve asker kalacak mı, ne kadar kalacak? Geri dönerken, her iktidar bir ölçüde yıprandığına göre, asker kendini ne kadar yıpranmış hissedecek? Askeri böyle bir yıpranma sürecinin içine sokmanın bedeli nasıl ödenecek?
-Asker kontrollü yönetimin medya ile ilişkisi ne olacak? Medyanın yayın ortamları, askerî bildirilerle ya da içinden ne çıkacağı belli olmayan telefonlarla mı yönlendirilecek? Hangi haberin nasıl kullanılacağına veya kullanılmayacağına kim karar verecek? İnternetle sürdürülecek bir mücadele karşısında ne yapılacak?
-Askerî yönetim altında icra görevi üstlenen kadrolara karşı halk hareketi olduğunda askerin tavrı ne olacak? Bunları askere karşı yapılmış hareketler olarak mı algılayacak? Askerî zaptiye uygulamaları mı yapılacak?
-Asker kışlasına çekildiğinde, halkın önüne yeni bir sandık konduğunda ve burada, asker iradesinin tam karşısında, üstelik askerle iş tutmuş siyasi kadroları sandığa gömecek bir halk eğilimi ortaya çıktığında ne olacak?
Bir kere daha ‘daha kötüsü’nü düşünmesi mi istenecek halkın? Daha kötü, daha kötü, daha kötü!
Ne bileyim, daha pek çok şey yazılabilir tabii.
Benimkisi de garip bir iş... “Demokratik olmayan yollara başvurma” ihtimali bulunanlara zihinsel format veriyorum. Başka ne yapabilirim ki... Bunları düşünüp belki de “Yaaa, iş sadece müdahale etmekten ibaret değilmiş, geri dönünceye kadar epey zorlu bir survivre varmış” diyerek bir maceraya kalkışmaz kimse...