Bu hafta, evim Beyrut'taki gerilimler ve zaman zaman yaşanan kargaşayla keskin bir tezat oluşturan, iki yükselen Körfez emirliği Katar ve Dubai'de bir kaç gün geçirme zevkini tattım. Tıpkı Ortadoğu'daki günlük yaşamımızdaki gibi bu gezide de, bir soru tekrar tekrar ortaya çıkıyor, özellikle de Araplar kendi aralarındaki tartışmalarda bundan sözediyor: Bu bölge neden böylesine hassas, şiddet dolu, istikrarsız, aşırılık yanlısı söylemlere ve hareketlere eğilimli, ve neden istikrarsızlık ve militarizmle delik deşik olmuş halde? Bu kuvvetli ve hızla büyüyen iki emirlikten bilgili kişiler ve bazı siyasilerle uzun sohbetlere girme fırsatı, Arap dünyasının güçlü ve zayıf yanlarıyla ilgili yararlı bir bakış açısı da sunuyor. Katar ve Dubai, dünyanın dikkatini çarpıcı mimarileri veya zaman zaman ortaya koydukları tuhaflıklardan daha çok çeken, etkileyici kalkınma programlarını hayata geçirdi. Bu şehirlerin düzeni, heyecanı ve süregelen genişlemeleri, bölgenin çoğu yerini tanımlayan yıkım ve gerilimle tümüyle bir tezat içinde. Polis devletlerde bile şiddet var Hepimiz, kederin hüküm sürdüğü Filistin, Irak, Sudan, Cezayir, Yemen ve Somali'nin sorunlarından haberdarız; savaş, iç çekişmeler, sürekli durgunluk... Mısır, Ürdün ve Tunus gibi istikrar ve katı güvenlik önlemleriyle tanınan ülkeler bile, aralıklıklarla meydana gelen siyasi şiddet ve terör saldırılarıyla, içgüdüsel siyasi ve sosyal gerilimlerin bileşiminden zarar görüyor. Bunun son örneği, Tunus'ta geçen hafta polis ve teröristler arasında yaşanan çatışmaydı; en 'verimli' polis devletlerin bile nihayetinde, kendilerine özgü istikrarsızlık, isyan ve tutarsızlıklar ürettiği yönündeki düşünce bu çatışmalarla güçlendi. Durum neden böyle? Neden bütün Arap dünyası, hatta Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi bazı Körfez ülkeleri bile, kendini düzenli terör patlamaları veya iç çatışmalar olarak gösteren kronik gerilimlere karşı duyarlı? Uzak diyarlardaki 'basit' ve kimi zaman fesat olan kişiler, bu durumu kültür, din veya değerlerle, veya Arap kitlelerinin, duygularının kendilerini ele geçirmesine izin vermesi ve bu yüzden modernite, demokrasi ve özgürlüğün tadını çıkaramamasıyla açıklayacaktır. Bence, bizi bütün rahatsızlıklarımızın sorumlusunu yabancılar ve tarih olarak göstermekle suçlayan 'uzaktaki' insanların hoşuna gitmeyecek, ama daha iyi bir açıklama var.Ben Arap dünyasının kronik rahatsızlıklar yaşamasını, modern tarihin iki en alçak ve zorlayıcı 'gücünün' zayıflatıcı sonuçlarından aynı anda zarar gören tek bölge olmasına bağlıyorum: Avrupalıların ürettiği, yönettiği ve 20. yüzyılda terk ettiği toplumların sıkıntı ve çarpıklıklarıyla, Soğuk Savaş'ın bittiği bu dönemde ABD'nin, 11 Eylül sonrası 'terörle küresel savaş' icadı üzerinden Ortadoğu'da başını çektiği yeni sömürgecilik siyasetinin yararsızlığı ve yarattığı stres. Ve, ABD bunu sadece Ortadoğu'da yapıyor. Arap dünyasındaki bizler, 19. ve 21. yüzyılın en kötü unsurlarının bileşimine dayanmak zorundayız. 20. yüzyılın modern Arap siyasi düzenine hayat veren sömürgecilik sonrası dönemin mirası olan polis devletler ve yumuşak otokrasilerin kendi kendine verdiği zarardan, sadece Arap dünyası çekiyor. Bunların yanısıra Arap dünyası, bir asır önceki seleflerinin yaptığı devlet ve rejim üretme hatalarını tekrarlamak üzere bölgeye gelen yabancı ordulardan da bir kez daha zarar görüyor. Burada 'ödülü', Irak'a ve diğer topraklara geçen yüzyılda birkaç defa gelen ve hepsinde de kronik istikrarsızlık ve ulusal tutarsızlık gibi benzer olumsuz sonuçlar yaratan Britanyalılara vermek gerek. Onların utanç verici mirası bugün, Filistin, Sudan, Irak ve diğer zulüm görmüş topraklarda görülüyor. Görünüşe göre, George W. Bush yönetiminde Amerikalılar da aynı kötü oyunu öğreniyor. 19. ve 20. yüzyıldaki Avrupa sömürgeciliğinin yarattığı bozuklukları ve sorunlu mirasları, bazı Arap toplumlarının yapmaya çalıştığı gibi düzeltmek yeteri kadar zor. Öte yandan, bu toplumlar aynı anda Amerika, Britanya ve İsrail tarafından askeri saldırılara, uzun süreli işgallere, rejim değişikliği stratejilerine ve sosyal anlamda yeniden düzenlemelere maruz bırakıldıkça bunu yapmak tümüyle imkânsız. Bölgemizin böylesine karmaşık bir halde olmasına şaşırmamak gerek.Neyse ki farkındalık arttı Arap dünyasına dışarıdan yapılan mevcut saldırılarla geçen yüzyılın deneyimi arasındaki en önemli fark, yerlilerin farkındalığının artması, kaderlerini pasifçe kabul etme konusunda daha az isteksiz, direnmeye de daha eğilimli olmaları. Bu da son birkaç yılda tanıklık ettiğimiz gibi, önümüzde karmaşa ve çatışma dolu uzun bir dönemin bulunduğunu gösteriyor.Arap dünyası bir gün, yabancı işgallerin, emperyal fetihlerin, sömürgeci devlet üretiminin, sömürgecilik sonrası polis devletlerin, yeni sömürgeci tehditlerin ve tacizlerin olmadığı, rejim değikliklerinin yapılmadığı bir yüzyıl, en azından birkaç on yıl yaşayabilecek mi?(Lübnan'da İngilizce yayımlanan gazete, 24 Şubat 2007)