Arşivcilik, bazı haberleri, gazete kupürlerini saklamak başa dert, akla ziyan.
Elimde Radikal gazetesiyle birlikte dağıtılan Türkiye-AB ilişkileri haber-yorum dergisi Kriter'in Şubat 2008'de yayınlanan yirminci sayısı var.
Derginin girişinde konuk yazar, Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve AB'den sorumlu müsteşar yardımcısı Büyükelçi Sayın Ahmet Acet'in '2008 reformları canlandırma yılı olmalı' başlıklı bir yazısı var.
Bu yazar ve yazının başlığından iki şey anlıyoruz: birincisi, Dışişleri bürokrasisinin 2008 yılında reformlara istekli olduğunu; ikincisi ise 'reformları canlandırmaktan' bahsedildiğine göre Dışişleri bürokrasisinin bile 2008 öncesi mesela 2006 ve 2007'de reformların durduğunu kabullendiğini.
Diyebilirsiniz ki, sayın Ahmet Acet bir bürokrattır ve reformları canlandırmak bürokrasinin işi değil, siyasi kadroların işidir ve böyle söylerseniz çok da haklı olursunuz.
Ama, aynı dergide, dışişleri Müsteşar yardımcısından bir sahife sonra, gazeteci Mehmet Ali Birand'ın Dışişleri Bakanı ve Baş Müzakereci Sayın Ali Babacan'la gerçekleştirdiği uzun ve çok güzel bir söyleşi var.
Söyleşi için 'güzel' sıfatını kullanıyorum zira gerçekten bu söyleşi Şubat 2008'de beni çok umutlandırmış idi.
Birand'ın söyleşinin başına çektiği Ali Babacan'ın ifadesi aynen şöyle: '2008 AB YILI OLACAK. BAMBAŞKA BİR YIL OLACAK. ŞAŞIRACAKSINIZ'.
Ülkesinin daha zengin, daha özgür ve daha güvenli geleceğini benim gibi AB üyeliğinde gören birisi için bu başlık, üstelik sahibi Dışişleri Bakanı ve Baş Müzakereci ise, umutlanmamak, sevinmemek olur mu?
Bizler de şaşırmak için tam bir sene bekledik.
2008'in çıkmasına bir hafta kaldı, hala bekliyoruz.
Üstelik belki de şaşırmak kelimesi de çok yerinde bir kelime olmayabilir zira aynı siyasal iktidar, en azından aynı parti, aynı Başbakan 2003-2005 arasında bizleri gerçekten şaşırtmış, Türkiye'nin AB yolunda 1963'den beri almadığı, almak istemediği yolu üç sene içinde geçmişler idi.
Yani şaşırmayacak ama çok sevinecek idik zira 2005 sonrası yaşanan siyasi atalete bir anlam veremiyor idik.
Bu söyleşiden hemen sonra gündeme AK Parti'nin kapatma davası geldi ve AB konusunda yaşanan atalete, eylemsizliğe bahane olarak bu parti kapatma davası saçmalığı gösterildi.
Oysa belki de, hatta belki de değil mutlaka parti kapatma davası saçmalıkları gibi demokrasi ayıplarına verilmesi gereken en iyi cevap içeride daha fazla demokrasi ve hukuk devleti üretmekten başka ne olabilir idi?
İçeride demokrasi ve hukuk devleti üretmenin de en etkin yolu hiç ama hiç kuşkusuz AB tam üyelik yolunda mesafe almaktan geçiyor.
AK Parti'nin Türkiye siyasetinde kalıcı ve etkili olmasının yolunun, hatta yegane yolunun hem kendisi olarak kalmaktan hem de AB yolunda radikal reformlardan geçtiğini görmemek bana biraz fazla saflık hatta daha ileri bir zafiyet olarak gözüküyor.
AK Parti kimliğini 2003-2006 arasında kendi siyasi felsefesiyle AB süreci arasında çok olumlu bir denge kurarak oluşturdu; bu hassas ama önemli dengenin bugün bir bacağı çok ciddi biçimde aksamaktadır.
Sarkozy ya da Merkel ya da başka faktörlerin de bahane olarak kullanılması çok anlamlı değildir.
Bugün, aklı başında herkes, AB uyum sürecinin, tam üyelik perspektifinin önündeki en büyük engelin, Türkiye'nin ana hukuk çatısının, hala bir askeri darbe anayasası ruhu olduğunu biliyor, görüyor; bu gerçek çok kısa bir süreye kadar Sayın Erdoğan'ın da demeçlerine, konuşmalarına yansıyor idi.
1982 askeri darbe anayasasının tümüyle değiştirilmesine Sarkozy ya da Merkel, ya da her ikisi birden engel oluyorlarsa bunu biz de bilelim doğrusu.
Star Gazete