Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı üzerine yapılan tartışmalar, uzun zamandır ifade etmeye çalıştığımız bir gerçeği ortaya koydu. İlk defa statükocularla AYM arasında bir ayrışma oluştu ve AYM oyundan çıktı. Hukuki tartışmalarda sürekli AYM’nin kararını esas alan, işine geldiği için savunan kişiler, şimdi aynı mahkemenin kararını eleştirmektedir. Eğer ellerinde başka bir melce’ olsa, toptan AYM’ne taarruz edecekler, ama mümkün değil.
AYM kararlarını, bir ilkeden hareketle değil de işinize geldiği için savunur, işinize gelmediği için eleştirirseniz hukukta dikiş tutturmanız mümkün olmaz. Burada, bir ilkesel tutum eleştirisi yapmak niyetinde değilim; AYM kararlarının hukuk sistemi içindeki yeriyle ilgili, daha üst bir meseleye değinmek istiyorum.
Son karar her kesim tarafından eleştiriliyor. Mahkeme’nin adına şekil demekle beraber içerik denetimi yapması açık bir anayasa ihlalidir, doğru. Öbür taraftan, AYM’nin sürekli konjonktürel kararalar vermesine alışan ve bundan ziyadesiyle memnun olan kesimlere göre, mahkeme bu sefer de tam olarak aynı tutumla karar vermeliydi; vermedi. Bütün hukuki bilgilerimizi, AYM’nin kırk yıla yaklaşan kararlarını dikkate alarak diyebiliriz ki, akla gelebilecek her ihtimale göre karar çıkabilirdi. Mahkeme, yazılı hukuk kurallarını bir tarafa bıraktıktan sonra, vereceği kararlar öngörülebilir olmaktan çıkmıştır.
AYM’nin kararını “doğru” yapan şey nedir? Bütün bu tartışmaların temelinde bilinmesi gereken bu sorunun cevabıdır. Bugünkü tartışmalar büyük ölçüde siyasi duruşlara endekslidir; ama hukukçular da, tamamen hukuki mülahazalarla farklı sonuçlara ulaşabilir. Hukukta farklı görüşler her zaman olur.
Anayasa değişiklik paketinin anayasaya aykırılık bakımından son hukuki durumu nedir? Bunu öğrenmek için bazı anayasa hukukçularının dediğini mi esas alacağız? Yoksa başka anayasa hukukçularının dediğini mi? HSYK başkanvekilinin dedikleri mi önemlidir bu konuda? Ya da Yargıtay başkanının açıklamaları mı? Elbette bunların her biri siyasi bakımdan veya hukuki bakımdan bir kıymet taşımaktadır. Ama bugün itibar edilecek tek görüş vardır: AYM’ndeki çoğunluğun görüşü…
AYM’ndeki çoğunluğun görüşü niçin hukuken “doğru”, son ve bağlayıcı görüştür? AYM’ndeki çoğunluk Türkiye’de anayasayı en iyi bildiği için mi? Elbette değil. Hatta AYM’ndeki çoğunluk içinde değil, bütün üyeler arasında bile bir tek anayasa hukukçusu yoktur. Üyelerin anayasa bilgileri bile tartışma götürür; eğer ortalama bir anayasa hukuku sınavı olsa birçok üye başarılı not alamayabilir. Ama onların anayasa tartışmalarında “son söz”ü söylediklerini görüyoruz. O halde AYM’ndeki çoğunluğa “son söz”ü söyleme yetkisini veren bilgiyle ilgili bir durum değildir. Sadece anayasa ve kanunlar yani hukuk düzeni AYM’ni yetkili kılmıştır; ona anayasada belirlenen çerçeve içinde bir “son söz” söyleme yetkisi vermiştir, o kadar. O zaman AYM’nin “son söz”ü söyleme yetkisi bilgiden değil, “yetki”den kaynaklanmaktadır.
İşin püf noktası burasıdır; AYM’nin kararlarını değerlendirirken, içerikle ilgili hukuki bakımdan yapılan eleştiriler gerçekten de önemlidir; hem hukukun hem de Mahkeme’nin gelişimine katkı yapar. Ama asıl üzerinde durulması gereken, bilgisine, birikimine, zekâsına değil, sadece ve sadece kanundan kaynaklanan yetkisine dayanarak karar veren ve verdiği karar sadece bu bakımdan önem taşıyan AYM’nin yetkisini nasıl kullandığı noktasıdır. Mahkeme üyelerinin hukuki bilgileri, şahsi görüşleri bizi alakadar etmez; onlara, verdikleri karar açısından gösterilen itibar sadece kanunla verilen yetkiyi kullanıyor olmalarından kaynaklanmaktadır. O zaman, AYM’nin kararlarında ilk olarak tartışılması gereken nokta, kendisine tanınan yetkiye gösterdiği ihtimamdır. Mahkeme bir bilgiye dayalı bir iktidarı değil, yetki olarak tanınmış bir iktidarı kullanmaktadır.