Brüksel zirvesinde AB, 'reform anlaşması' üzerinde uzlaşarak birliği yıllar boyu bölecek ve kıtayı küresel bir maskaraya dönüştürecek büyük bir krizi bertaraf etmeyi başardı. Anlaşmayı yürürlüğe koyma süreci epey zor geçecek ama Brüksel doğru yönde çok önemli bir adım attı
Onca yaygara ve telaşın ardından AB yeni Avrupa anayasasını tartıştığı son Brüksel zirvesinde felaketin eşiğinden kıl payı döndü. AB'yi yıllar boyu bölecek ve Avrupa'yı küresel bir maskaraya dönüştürecek büyük bir kriz, ortak bir çabayla bertaraf edildi.
AB iki yıl önce Fransa ve Hollanda'da Avrupa anayasasına 'hayır' denmesiyle dibe vurmuştu. Yeni anayasayla birlikte birlik bir kez daha hareket etmeye başladı. Yeni bir anayasa taslağı geliştirmek yönünde hükümetler arası bir konferans düzenlenmesi girişimi, tam olarak anayasa denilemeyecek bir şey yaratacak olsa da, müstakbel anlaşma mevcut Nice Anlaşması'nın ötesine geçecektir; neticede işler, üzerinde uzlaşılan hükümler doğrultusunda ilerleyecek. Fakat üstesinden gelinmesi gereken iki büyük engel var hâlâ: Hükümetler arası konferans ve ulusal parlamentolar üzerinden ya da bütün üye ülkelerde düzenlenecek referandumlar aracılığıyla anlaşmaya onay verilmesi.
Merkel övgüyü hak ediyor
Yine de Almanya Başbakanı Angela Merkel varılan noktadan gurur duyabilir. Bu, Merkel'in uluslararası diplomasideki ilk gerçek başarısı. Brüksel'deki o cuma gecesi son derece gerçek ve zorlu kararlar alındı. Alman Başbakan riskli bir kumar oynadı ve kazandı. Bu nedenle Merkel saygıyı ve övgüyü hak ediyor.
Yeni anlaşma hayata geçerse, AB'nin ihtiyaç duyduğu kurumsal reformlar da gerçeklik kazanacak ve bir miktar ertelemeyle de olsa, yeni bir çifte çoğunluk oylama prosedürü geçerli kılınacak. AB bu reformlar üzerinde 20 yıldır çalışıyor. Genişlemiş birlik, ki bu genişleme 1989'da Avrupa'nın Soğuk Savaş nedeniyle bölünmesi sona erdiğinde kaçınılmazdı, etkin ve şeffaf bir işleyiş için yeni kurumlara ihtiyaç duyuyordu. Yeni anlaşmanın 2009'da fiiliyata geçmesi öngörülüyor. Görünen o ki Avrupa'nın değişmesi 20 yıl aldı ve bu en azından güven verici bir durum.
Anlaşmaya, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi'nde güçlü idari altyapıya sahip olan yeni bir AB dışişleri bakanı da dahil: Resmi olarak bu sıfata sahip olmasa bile herkes bu mevkideki kişiye 'dışişleri bakanı' diyecek. Dönem başkanlığının yerini seçilmiş bir konsey başkanı alacak. AB'yle üye ülkeler arasında yeni bir denge kurulacak ve Avrupa Parlamentosu'yla ulusal parlamentolara daha güçlü bir rol tanınacak. AB vatandaşları hukuken bağlayıcı temel haklarla donatılacak ve çoğunluk kararları genel norm haline gelecek.
Bu anlaşma için yüksek bir bedel ödenmesi gerekti. Yeni anlaşma, reddedilen anayasadan daha basit veya daha şeffaf değil; hatta tam tersi. Ve Brüksel zirvesine giden süreçte ve bizzat zirvede yaşanan çekişmenin, AB'nin vatandaşlarının gözündeki popülerliğine katkı sağlamayacağı da ortada. Bu sürecin yol açtığı hasarın acısı çıkacaktır. Halihazırda şu sonuçları öngörmek mümkün:
Öncelikle, Brüksel'de o gece yaşanan kıran kırana pazarlıklar, gelecek 20 yıl için iki katmanlı bir Avrupa'yı güçlendirdi. İtirazlarında ısrar eden ülkeler bir Pirus zaferi kazandı, zira kısa süre içinde şunu açıkça görecekler: AB yeni bir anayasal çerçeve elde etse bile, somut düzenlemelerin neye benzeyeceğine öncü ülkeler kendi aralarında karar verecek. Bu ülkeler arasında derinleşen işbirliği ve avro bölgesi bunun aracı olacak.
İkincisi, Fransa-Almanya işbirliğinin genişlemiş bir AB'de daha da yeri doldurulamaz hale geldiği görüldü. İki ülke arasında mevcut olabilecek bütün farklılıklara rağmen, ki bunlar derinleşmesi muhtemel farklılıklar, bu iki ülkenin ittifakının alternatifi yok.
Üçüncüsü, Britanya Avrupa içindeki konumunu bir kez daha zayıflattı. 'Uzakta durma' politikası Britanya'yı Avrupa'nın kıyısında tutuyor. Bu Britanya'nın önemini gerek Avrupa gerekse dünyada daha da azaltacaktır. Bu arada orta büyüklükteki bütün Avrupa güçlerinin siyasi ve ekonomik önemi ortadan kalkıyor; ABD ve Asya'nın yükselen devleri karşısında güç kaybediyorlar. Gereken karşı ağırlığı ancak güçlü bir Avrupa sağlayabilir. AB içinde marjinal rol oynayan bir Britanya bu yüzden etkisini daha da hızlı bir biçimde yitirecek ve buna Amerika'da sahip olduğu özel konum da dahil.
Polonya stratejik hata yaptı
Dördüncüsü, Polonya kendisine AB içinde ne tür bir rol oynamak istediğini sormalı. Polonya önemli bir AB ülkesi. Doğru düzgün bir değerlendirme yapıldığında, Polonya'nın varoluşsal çıkarları, coğrafi konumu ve tarihi, güçlü bir AB için elinden gelen katkıyı yapmasını gerektiriyor. Varşova'daki milliyetçi yönetim bunun yerine kendisini Avrupa içinde tecrit etme çabasında.
Polonyalılar kendilerine şu soruları sormalı: Polonya'nın geleneksel güvenlik kaygısı, yani Rusya, Polonya hükümeti gerçekten tehdidini sürdürüp Brüksel anlaşmasını engellemek için veto yetkisini kullansaydı mutlu mu olacaktı, yoksa üzülecek miydi? Cevap ortada: Elbette mutlu olacaktı. Böyle bir durumda Ruslar, ellerini sevinçle oğuşturup gizliden gizliye Polonya devletinin başındaki ikizlerin şerefine içerdi.
Diğer taraftan, Avrupa içinde Polonya'nın sıkı desteğini alan Ukrayna, Polonyalıların veto kullanması halinde ciddi güçlükler yaşayacak. Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko da bunun farkında olmalı ki, Polonya liderliğine birçok kez telefon ederek durumu açıkça anlattığı söyleniyor.
Almanya-Polonya ilişkilerinin hasar görmesi, iki hükümet arasındaki bir çekişmeden de ibaret değil ve kökleri her iki toplumda da derinlere dayanıyor. Kolayca tamir edilecek bir hasar değil bu. Bu önemli, zira Rusya'ya yönelik tutarlı bir Avrupa politikası, ki AB'nin önündeki kilit önemdeki ve acil zorluklardan biri bu, Polonya'yla Almanya arasındaki yakın işbirliğine bağlı.
Söylediğim gibi, kutlama yapmak için henüz çok erken. Kutlama vakti, ancak yeni anlaşma onaylandıktan sonra gelecek. Gerçekten de Brüksel'de varılan anlaşmanın hükümleri, ağızlarda küflü bir tat bırakır nitelikte. Fakat yine de AB'nin Brüksel'de doğru istikamette belirleyici bir adım attığını da söylemek lazım.