On yıllardır faşist ve diktatör rejimlerin ayakları altında ezilen Arap halklarının isyan etmeleri, devrim yapmaları, yeryüzünün acımasız tiran rejimlerinin ayaklarının altından kaydırmaya çalışmaları, aslında onların en doğal hakkı. Hatta sadece bu rejimleri köklerinden yok etmek değil, sosyal, siyasal ve kültürel suçları için yargılamaları da devrimlerinin başarıya ulaşması için en önemli parçalardan biri.

Ancak, daha önce de işaret edildiği gibi, Ortadoğu denen bu coğrafyada kökleşmiş rejimlerin devrilmesi bazen kolay gibi gözükse de bu süreç, etkileri ve sonuçları bakımından halklar için bir felakete dönüşebiliyor. Özellikle de bu rejimler, diktatör sahipleriyle karakterize olmuş rejimler ise durum daha da korkunç bir hal alıyor. Bir diğer problem ise, tiranlığın devrildiği ülkelerde barışın da azalması. Çünkü devrim beklenmedik bir zamanda geldiği için bu ülkeler kaos, mücadele ve parçalanma üreten bir savaş alanına dönüştü. Daha da kötüsü bu kargaşayı düzeltecek ne bir askeri kurum ne de bir güvenlik birimi vardı. Çünkü diktatör rejimler ülkenin ve vatandaşın güvenliğini sağlayacak ulusal bir ordu ve güvenlik kurumu inşa etmemişlerdi. Aksine kendilerini ve çiftlikleri haline getirdikleri devletin bazı müesseselerini korumakla yükümlü milis güçler, çeteler ve askeri taburlar oluşturmuşlardı. Bunun tehlikeli sonuçları da devrim sahibi ülkelerde birer birer görüldü. Örneğin, Kaddafi’den sonra Libya’da ne olduğunu gördük. Ülke birden bire kabilelere, bölgelere ve çetelere bölündü. Çünkü Kaddafi’nin ölümüyle kurduğu askeri ve güvenlik yapılanmaları da çöküntüye uğradı. Eğer Yemen’deki geçiş barışçıl olmasaydı Libya’da yaşananın aynısı yaşanacaktı. Ya da belki de yeni bir Irak olacaktı. Olur da Suriye rejimi de Kaddafi ile aynı kaderi paylaşırsa, durum Libya’dakinden çok daha acı sonuçlar doğurabilir.

Libya’da olanlar Mısır ve Tunus’ta yaşanmadı. Çünkü bu iki ülkenin ordusu hiçbir zaman tiran rejimlerin ordusu olmadı. Ama bu tek başına devrim başarısı için bir sebep olamaz. Çünkü Mısır’da ordunun ülkeyi sıfır noktasına nasıl geri getirdiğini gördük. Arap baharını yaşayan tüm ülkelerin geçiş süreçlerinde neler yaşadıklarını da gördük ve eski rejimleri devirmeden önce ciddi bir fikri sisteminin oluşturulmasının – her ne kadar çok zor ve hatta imkansız gibi gözükse de- aslında ne kadar önemli olduğunu anladık. Çünkü yeni bir düzenin kurulmadan önce hiçbir alt yapısının olmamasının kötü sonuçlarına maalesef şahid olduk.

Üç yıl önce Arap ülkelerinde başlayan “diktatör devirme” eylemleri başlangıçta idealist, hareket ve yenilikçi bir manzara sergiliyordu. Ancak “halk rejimin düşmesini istiyor” sloganıyla başlayan isyanlar bir süre sonra bu rejimleri deviren halkın kendisi için acı sonuçlar doğurmaya başladı. Neden? Çünkü gidenlerin yerine alternatif rejimler üretilemedi. Özellikle de bazı halklar kendilerini sistemsel anlamda tamamen çıplak buldular. Her alanda derin bir boşluğa düştüler. Bu da bu ülkelerin parçalanmasına kadar götürecek kadar bir kaos ortamının ortaya çıkmasına neden oldu. Devrimlerden etkilenen yerel güçler ise birçok ülkede hızla çözüm arayışlarına girmeye çalıştılar. Mesela bu Mısır’da daha önce hiç olmadığı kadar etkisini gösterdi. Çünkü halk Mısırda devrimin başında “ askerin hükmüne hayır!” sloganı da atıyordu. Yerel güçlerin ne pahasına olursa olsun otoritelerini korumak ve devrilme tehtidiyle karşı karşıya kalan rejimlerini ayakta tutabilmek için ülke dışındaki müttefikleriyle iş birliği yapmaya çalışmalarının yanı sıra, devrim düşmanlarıyla gizli ittifaklar kuran dış güçlerin ise pek çok kere devrimlere müdahale ettiğini gördük. Bu durum sadece trajik değil, aynı zamanda ekonominin güvenliğin ve istikrarın çökmesi nedeniyle bedelini yalnızca halkın ödediği korkunç bir krizdi. Diğer taraftan “halk rejimin düşmesini istiyor” sloganının devrimin başındaki parlaklığını kaybetmesi, Arap baharı ülkelerinin daha önce rejimlerini deviren ülkelerle aynı kaderi paylaşacağı korkusunu getirdi. Ama korkulan oldu ve daha iyisini elde etmek için dönüşüme geçen bu ülkelerin sonu da maalesef Somali Irak ve Afganistan gibi oldu.

Mısır’da Hüsnü Mübarek rejiminin sokakların bir kısmının da desteğiyle yepyeni bir yüzle ve daha güçlü ama daha sert bir biçimde dönme ihtimalini kimse inkar edemez. Özellikle Suriye’de uluslar arası alanda rejimin lehine işleyen tavır, Mısır’da da eski rejimin geri dönüşünü doğal kılmakta. Çünkü küresel ve bölgesel güçler artık köklü değişimler yerine uzlaşmacı olmaktan bahsetmeye başladılar. Bu da şu demek: Arap baharının başlarında büyük bir şaşkınlığa düşen dış güçler, toparlanarak süreci frenlemeye başladı. Arap baharını ele geçirmelerinin en büyük nedeni ise halkın ve elit kesimin yeni bir rejim inşa etmedeki başarısızlıkları oldu.

Bu süreçte diktatörlüğün Arap topraklarında yok olmasının imkansız olduğu gerçeği önümüze çıkıyor. En azından yarısı cahil yarısı da geri kalmış bir halka sahip olduğu müddetçe de demokrasiye geçilmesi mümkün değil. Diktatörlükten demokrasiye geçişin en temel unsuru halktır. Avrupa’da doğu Avrupa halkının komünizmden kurtulup hızlıca demokrasiye geçişi çok kolay olmuştu. Neden? Çünkü Avrupa toplumu olaylara karşı bilinçli ve bilgiliydi. Geçiş süreçlerini cehenneme çevirmeyi başaran Arap toplumu gibi tozlu raflarda kalmış bir bilinçle hareket etmemişlerdi. Ancak onların bir avantajı daha vardı ki buna Arap halkları sahip olamadılar. O da Arap devrimlerinin içerideki ve dışarıdaki düşmanları doğu Avrupa’daki devrimde yoktular. Daha da önemlisi Doğu Avrupa’nın demokrasiye geçişindeki en büyük destek batı Avrupa ve Amerika’dan gelmişti.

Arap baharını başlatan ve rejimlerini devirmeyi başaran Arap halkları için “Arap toplumları hala rejimlerin düşmesini istiyor mu?” sorusu gündemde. Bazıları pişman gibi gözüküyor. Ama önemli bir kısmı hala bedeli ne olursa olsun devrimin başarıyla sonuçlanacağı konusunda ısrarlı ve şu meşhur sözü hatırlatıyor: “yumurtayı kırmadan hamur elde edemezsin!”

Kaynak: Faysal Kasım / Kuds’ül Arabi
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız