Kahire Üniversitesi'nin bir numaralı konferans salonunda 2.500 seçkin ve seçilmiş davetli önünde, ABD Başkanı Obama'nın elli dakika süren ve on beş kez alkışlarla kesilen çok yönlü konuşmasına ilişkin İslam âleminden gelen ilk tepkiler İran, Hizbullah ve Hamas'ın çekinceleri bir yana bırakıldığı takdirde son derece dengeli, yerinde ve tutarlı olarak nitelendirilmiştir.

Nitekim başta Amerikan Başkanı'nı davet eden Mısır Müftüsü Muhammed Tantavi olmak üzere Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa ve İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bölgenin önde gelen isimlerinin Obama'nın sözlerinin ABD-Müslüman dünyası ilişkileri bakımından barındığı yapıcı vizyona yönelik son derece iyimser açıklamalar getirmeleri, 4 Haziran tarihinin bölgede yeni bir başlangıcın ilk adımı olarak görülmesini sağlamıştır.

Ankara'daki konuşmasını somutlaştırdı

Obama, nisan ayında ülkemize yönelik gezisi esnasında yaptığı Ankara konuşmasında çizdiği çerçeveyi çok değil iki ay gibi kısa bir süre sonra Kahire'de somutlaştırmıştır. Bu süreç içinde vakit kaybetmeyen Beyaz Saray'ın ev sahibi, Başkan Yardımcısı Joe Biden, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Ortadoğu Özel Temsilcisi George Mitchell aracılığıyla Ankara söylemlerini madde bazında hayata geçirmek için gerekli temasları kurmuş ve Kahire'de planının ayrıntılarını ortaya koymuştur. Yedi defa Kur'an-ı Kerim'den alıntılar yapması, Lübnan'daki Maruniler ile Mısır'daki Kıpti azınlığın bölgesel dengelerdeki önemlerini vurgulamaya özen göstermesi, radikalizme karşı işbirliği yapılması hususunda destek talep etmesi, Amerikan Devlet Başkanı'nın yeni bir dönemi başlatmak hususunda ne denli ciddi olduğunu ortaya koymuştur. Başka bir ifadeyle Obama için yeni Ortadoğu politikasının üçüncü adımını atmanın zamanının çoktan geldiği ve bu planın son aşamasının ancak Kahire ve Ankara'daki sözlerin kesin ve somut bir biçimde hayata geçirilmesiyle tamamlanabileceği anlaşılmış bulunmaktadır. Nüfus itibarıyla Arap âleminin dörtte birini temsil etmesi, son dönemde ABD ile olan işbirliği yüzünden 2006'da patlak veren Lübnan savaşı ve son Gazze operasyonundaki gelişmeler nedeniyle büyük prestij kaybına uğraması, ancak her şeye rağmen barışın sağlanması konusunda bu ülkenin önderliğinin desteklenmesi Obama'nın Mısır'ı tercih etmesinde öne çıkan başlıca unsurlar arasında yer almaktadır. Dahası 5 Haziran tarihinde yapılan konuşmanın zamanlaması ayrıca dikkate değerdir. 1967'de gerçekleşen, Mısır'ın ağır bir yenilgiye uğradığı Altı Gün Savaşı'nın yıldönümüne denk gelmesi bir tesadüf değil, aksine Kahire'ye yönelik desteğin bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

Bu konuşmayı alkışlarla karşılayan, "Müslüman Kardeşler Partisi"nin radikal milletvekillerinden, Mübarek yönetimine karşı başlatılan ekmek ayaklanmasını başlatan "Kifaye Hareketi" liderlerine ve liberal kanadın sesi konumundaki "Gad Partisi"nin önderi Eymen Nur'a kadar geniş bir yelpazeye yayılan dinleyicilerin ortak yanı, yalnızca bu açıklamaları sempati ile karşılamaları değildir. Asıl ilgi çekici olan husus bu dinleyicilerin tamamının Kahire yönetimi ile Amerikan elçiliği tarafından ortaklaşa seçilen isimler olmasıdır. Bu kişilerin temsil ettikleri değişik kesimlerin farklı unsurları barındırması, Obama yönetiminin Arap âlemine yönelik politikalarında dengeli davranmaya ve bu çerçevede sadece iktidarları değil muhalif sesleri de duymayı tercih ettiğini ortaya koymuştur.

Pek çok gözlemcinin Obama'nın ziyaretini, Mısır'ın 73 savaşından sonra Doğu Bloku'ndan uzaklaşarak yüzünü Batı'ya dönme kararı alması sonrasında 1974'te dönemin başkanı Richard Nixon'ın gezisiyle aynı ölçüde öneme haiz bir sürecin başlangıcı olarak değerlendirmişlerdir. Bununla birlikte Obama'nın açıklamalarının gerçek anlamda bu şekilde yorumlanabilmesi için bölgenin iki önemli ülkesi olan İran ve İsrail'in tepkilerinin irdelenmesi büyük önem taşımaktadır. Özellikle Obama'nın "İran krizinin çözümünde artık sona doğru yaklaşıldığı ve sorunun sadece Amerikan çıkarlarını ilgilendiren bir mesele olmayıp, bölgedeki nükleer silahlanma yarışı nedeniyle tüm dünyayı tehdit eden bir hal aldığı" gibi sözlerinin İran'ın dinî lideri Ali Hamaney tarafından sloganlardan ibaret kelimeler olarak görülmesi dikkate değerdir. Bu açıdan bölgede istikrarsızlık kaynağı olma suçlamaları yöneltilen Ahmedinejad iktidarından gelen "söylemlere değil, eylemlere bakarız" yorumu tutarlı, ancak umut kırıcı olarak değerlendirilebilirse de bu ülkenin 12 Haziran'da gerçekleşecek başkanlık seçimlerinin arifesinde olması dikkate alındığında çok da şaşırtıcı görülmemelidir. Ancak, Obama'nın sözleri yalnızca İran'ı değil İsrail'i de yeni ve farklı bir söyleme zorlayacak niteliktedir. Golan görüşmelerini çıkmaza sokan, Yahudi yerleşim yerlerinin genişlemesine hız veren, iki devletli çözüm önerisini reddeden ve Kudüs'ün statüsü konusunda uzlaşmaz bir tavır izleyen Netanyahu koalisyonu, Obama tarafından Kahire'de hayal kırıklığına uğratılmıştır.

Elinde sihirli değnek yok

ABD Başkanı'nın İsraillilerin yurt edinme hakkına sahip oldukları, bu ülke ile olan işbirliğini kesme gibi bir niyetinin olmadığı yönündeki yumuşatma çabalarına rağmen, özellikle Kudüs'ün tüm dinlere açık bir şehir olması, Yahudi yerleşim yerlerinin genişlemesine derhal son verilmesi ve iki devletli çözüm önerisinden vazgeçilemeyeceği yönündeki sözleri ve bu açıklamaları sonrasında İsrail hükümetinin sessizliğe gömülerek ağız birliği etmişçesine cevap hakkını Başbakan Benyamin Netanyahu'ya bırakması ABD ve İsrail arasında büyük bir krizin kapıda olduğunun bir göstergesidir.

Obama'nın mesajları her ne kadar iyimser niyetler barındırmaktaysa da, bu açıklamalar tek başına Amerikan politikasını değiştirecek bir sihirli değnek olarak görülmemelidir. Unutulmamalıdır ki ABD'nin Ortadoğu stratejisi ne Bush ile ve ne de Obama ile şekil alan bir süreç değildir. Altmış yıldan uzun bir süredir kalıplaşmış bir şekilde sürdürülen ve merkezinde Amerikan yönetiminin vazgeçilmez müttefiki İsrail'in bulunduğu Washington politikasında ani ve köklü bir değişiklik beklemek için erkendir. Obama, İslam âleminin de kendisine uzattığı eli bir taviz olarak görmemeli ve bölge halkının kendisinden tek beklentisinin, meseleleri Bush yönetiminin yaptığı gibi daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmemesi olduğunu bilmelidir.  
PROF. DR. SAMİR SALHA - KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Kaynak: Zaman