Türkiye'de, Almanya'daki koalisyon değişiminin Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği sürecine yönelik daha katı bir yaklaşım anlamına geleceğine dair güçlü bir inanç söz konusu. Sosyalistlerin gitmesi, liberallerin gelmesiyle
birlikte birçok Türk bir dostunu kaybetmiş gibi hissediyor ve kendisine yeni bir düşman yaratıyor. İnsanlara bu kadar kestirme sonuçlar çıkarmamalarını tavsiye ederim.

Alman Liberal Partisi'nin (FDP) lideri Guido Westerwelle'nin Almanya'nın yeni dışişleri bakanı olacağını varsayalım. Angela Merkel'in imtiyazlı ortaklığın teşvik edilmesini Türkiye-AB ilişkilerine dair resmi Alman politikası yapma önerisine nasıl karşılık verecektir?

Westerwelle'nin bugüne kadarki fikirlerine bir bakalım. Türkiye ve Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine dair sözlerini bulmaya çalışırsanız, karşınıza sadece birkaç açıklama çıkacaktır. FDP liderinin bu meselede son derece ağzı sıkı davranmaya karar verdiği belli. Kayda geçen birkaç açıklamasında da sürekli aynı noktaları vurguluyor. Biri, Türkiye ile AB'nin şu an üyeliğe hazır olmadığı. İkincisi, AB'nin Türkiye'yi daha demokratik ve müreffeh bir ülke yapacak reformların başarısından çıkarı olduğu. O yüzden, ki üçüncü nokta bu, Türkiye'ye 'hayır' demenin ve AB kapısını ilelebet kapatmanın hiçbir manası yok. Diğer bir deyişle, Almanya'nın yeni başbakan yardımcısı, Türkiye'nin önünde hâlâ kat etmesi gereken uzun bir yol olduğunu, fakat ona bir şans tanıma sözü verdiğimizi ve bu sözü tutmak zorunda olduğumuzu düşünüyor. Daha önceki görüşlerine dayanarak, Westerwelle'nin imtiyazlı ortaklığa öncelik vermek konusunda Merkel'e vereceği cevabın olumsuz olacağını söyleyebiliriz.

FDP'yi içeriden bilen Almanlarla konuşulduğunda, birçoğunun FDP'nin Türkiye konusundaki tavrını hükümete girer girmez değiştirmesini beklemediği açıkça anlaşılıyor. Alman liberaller, Türk hükümetine reformları gerçekleştirme sözünü yerine getirmesi için baskı yapılması konusunda Hıristiyan-demokrat büyük ortaklarıyla hemfikir olacaktır. Fakat korkulara ve önyargılara dayanan Türkiye karşıtı bir politikaya da yanaşmayacaklardır. Bir analistin işaret ettiği üzere: FDP duygulara değil, olgulara dayalı bir Türkiye politikası istiyor. Buna göre Türkiye Kopenhag Kriterleri'ni yerine getirirse, AB'ye üye olabilir.

Hala ikna olmadınız mı? Şunu da göz önünde bulundurun o zaman: Türkiye'nin AB üyeliği konusu, Almanya'daki bu son seçim kampanyasında politikacılar tarafından malzeme olarak hiç kullanılmadı. Sadece hazirandaki Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde, Almanya'nın güneyindeki en muhafazakâr Hıristiyan-demokratlar Türkiye karşıtı kampanya yürüttü ve sonuçta tarihi bir yenilgi aldılar. Bu tecrübe temelinde bütün partiler genel seçimler sırasında bu meselede sessiz kalmaya karar verdi. Sonuç: şu sıralar Alman seçimlerinde Türkiye karşıtı politika prim yapmıyor ve bu liberallerin tutumlarını değiştirmeleri yönündeki baskılara direnmesini epey kolaylaştıracaktır.

Benim beklentim Westerwelle'nin, 1974'ten 1992'ye dek Dışişleri Bakanlığı'nı yürüten meşhur liberal selefi Hans-Dietrich Genscher'in izinden gideceği yönünde. Genscher için işbirliği çatışmadan çok daha mühimdi. O diplomatik kanalları daima açık tutmak isteyen biriydi. Genscher gibi Westerwelle de maraza çıkarmayacaktır.

Bütün bunlar Türkiye'nin yeni Alman hükümetiyle güllük gülistanlık bir dönem yaşayacağı anlamına mı geliyor? Hiç değil. FDP ifade ve basın özgürlüğünü savunmasıyla biliniyor. Geçmişte önde gelen parti temsilcileri, Erdoğan'ın Doğan gazetelerine saldırması sonrası çok sert açıklamalar yapmıştı. Aynı grup aleyhindeki vergi davasını da azami dikkatle takip edeceklerinden ve basın özgürlüğünün tehdit altında olduğunu düşündükleri noktada hükümeti eleştirmekte tereddüt etmeyeceklerinden eminim. Daha da önemlisi şu: Liberaller vergilerin azaltılmasının sıkı destekçileri. Ağır vergi yüküyle mücadele etmek konusunda ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. İster vatandaşlar için ister şirketler için olsun. İster Almanya'da ister Türkiye'de olsun.

Kaynak: Radikal