1. Dünya Savaşı sonunda Ortadoğu haritasının çizilmesinde siyasi liderlerin yanı sıra üç İngiliz ajan arasındaki yarış etkili oldu. Lawrence, Bell ve Noel'in kıyasıya rekabetine Kürtlerin safında katılan Noel, aşiretleri Osmanlı'ya ve Ankara hükümetine isyan ettirerek bağımsızlığa taşıyacağını, Kürtlerin bağımsızlığının İngiltere açısından daha doğru tercih olacağını savunuyordu. Ama yarışı Lawrence ve Bell kazandı...

Irak devleti fiilen tarihe mi gömüldü? Kuzey Iraktaki Kürt Bölgesel Yönetimi için güvenli bir gelecekten söz edilebilir mi? Bölgede en fazla sayıda Kürt nüfusun yaşadığı Türkiye bu süreçten nasıl etkilenir? Uzun zamandan beri gerek Türk siyaseti gerekse batı dünyasının karar odakları bunlar ve benzeri sorulara cevap bulmaya çalışıyor. Ancak mücadele bugünün mücadelesi değil, mazisi yüz yıllık..

İstihbaratçı savaşı
Osmanlı Devleti 1.Dünya Savaşı'na girerken yarışın istihbarat sahasında şekilleneceğinin farkındaydı aslında. Devletin kıt kaynaklarından en büyük dilimin tahsis edildiği ve doğrudan Harbiye Nazırına bağlı Teşkilatı Mahsusa'nın savaşın arifesinde kurulmuş olması tesadüf değil. Türk, Arap, Kürt ayrımı yapılmaksızın, dönemin en pırıltılı aydınlarının ve ordunun en seçkin subaylarının görev aldığı Teşkilatı Mahsusa fiilen ya da kağıt üzerinde Osmanlı hakimiyetinde olan Müslüman ahalinin yaşadığı toprakların yerel liderler kontrolunda bağımsız devletlere dönüşmesi projesini gerçekleştirme hayalinin ürünüydü. Söz konusu yerel liderlerin Osmanlı başkentinde eğitim görmüş, imparatorluk bürokrasisinde görev yapmış veya Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında bölgelerini milletvekili olarak temsil etmiş kişiler olması düşünülmüştü..
Ancak aynı anda batı dünyası da askeri birlikleriyle cephede Osmanlı'ya karşı savaş verirken cephe gerisinde ve Osmanlı topraklarında istihbaratçılarıyla katıldı yarışa. İngiliz yarbay Thomas Edward Lawrence yarı örtülü savaşın en maruf ismi oldu. Onun yarı gerçek yarı efsane istihbarat savaşı Arap coğrafyasının siyasi şekillenmesinde etkili oldu kuşkusuz. Özellikle Arap liderlerinin kimler olacağı belirlenirken sözü dinlenen üç-beş kişiden biriydi Lawrence.

Taçsız kraliçe
'Irak'ın Taçsız Kraliçesi' diye anılan Gertrude Margaret Lowthian Bell, Lawrence kadar ünlenmedi ama Lawrence gibi o da arkeoloji'ye meraklıydı. Ve Oxford'u şeref derecesiyle bitiren ilk kadın sıfatıyla üniversitenin tarihine geçmişti. Pek çok İngiliz arkeoloğu, dilbilimcisi ve antik çağ uzmanı gibi mezun olduğunda 'ek iş' olarak İngiliz hariciyesinde çalışırken girdi istihbarat dünyasına Bell. 1899'da Arapça öğrenmek için Kudüs'e gitti, dil öğrenirken bölgedeki arkeolojik mekanlarının haritasını çıkartıp yayınladı. İstihbarat dünyasına aktif olarak 1. dünya savaşı sırasında katıldı. Kahire'de Araplar'ı Türkler'e karşı isyana teşvik etmek, isyanı genişletip yönetmekle görevli ' Arap Bürosu'nda çalıştı. Daha sonra İngiliz kontrolü altına girmiş olan Irak'ta İngiliz Yüksek Komisyonu'da çalışmaya başladı. Bu sırada Churchill'in görüşlerine en fazla itibar ettiği kişilerden biriydi. Ve Ortadoğu haritasına yeni bir şekil verme zamanını geldiğinde işin bir kısmını yapmak Gertrude Bell'e düştü. 1921'de Kahire'de toplanan Ortadoğu Konferansı'nda Irak'ın sınırlarını o çizdi;
Arap isyanını başlatan Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal'ı Irak'ın ilk kralı olarak o tayin etti..

Ve yüzbaşı Noel
İngiltere'nin Hindistan ordusunda görev yaparken 1915'te İran'ın Ahvaz şehrine konsolos olarak gönderilen Edward Covbertin Noel, Kürtlerle burada tanıştı, Kürtçe'yi burada öğrendi.. Mondros Mütarekesi'nden sonra İstanbul'daki İngiliz elçiliği onu Kürt bölgelerinde inceleme yapmakla görevlendirince Anadolu'ya geçip Kürt aşiret reisleri ile görüşmeler yaptı.. Bağdat'taki İngiliz Komiseri Albay Wilson, Londra'ya İngiliz himayesinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması için girişimlerde bulunulmasını önerirken dayandığı kaynak yüzbaşı Noel'in raporlarıydı. 1919 yılı ortalarında İstanbul'a gelen Noel burada İngiliz Yüksek Komiserliği Müsteşarı T.B. Hohler ve Kürt ayrılıkçı hareketinin siyasi liderleriyle görüşmeler yaptı. Osmanlı Dahiliye Nezareti'nin Osmanlı postanelerinden şifreli telgraf çekme izni verdiği yüzbaşı bu sayede herkesle haberleşebiliyordu. Ve İstanbul'daki İngiliz elçilik müsteşarı Tom Hohler'e göre ' Kürt Lawrence'i olmaya heveslenmişti'.
Kürt taleplerine kulak vermek gerektiği konusunda Noel'den farklı düşünmüyordu Tom Huhler ama Kürt ileri gelenleri ile yapılan toplantılarda Noel'in Kürtlerden ayrı olarak ve dikkat çekmeden bölgeye gitmesi kararlaştırıldığı halde yüzbaşının büyük bir ihtiyatsızlıkla Kürt Teali Cemiyeti toplantısına resmi üniformasıyla katılmasından endişelenmişti. Bu hali Londra'yı tereddüde düşürünce Noel elçiliğe ve Londra'ya Kürtler üzerindeki kontrol gücünün seviyesini gösterecek bir çıkış planladı.
Bedirhan aşireti liderleriyle Halep'te buluştu ve onların işaretiyle yanına 20-25 silahlı adam alıp Malatya'ya geldi. Amacı Mustafa Kemal'in başlattığı bağımsızlık hareketinin Sıvas'ta toplanacağını ilan ettiği kongreyi basıp dağıtmaktı. Ancak Malatya'da mutasarrıf Halil Bey ve Sivas valisi Ali Galip'le buluşan Noel harekete geçeceği sırada bölgenin önemli Kürt aşiretlerinden Hacı Bedir Ağa'nın Mustafa Kemal'in safında yer alması ve takviye edilen Malatya 12. Süvari Alayı'nın üzerlerine gelmesiyle bu girişimden vazgeçip Urfa'ya kaçtı.
Edward Covbertin Noel, Kürt bağımsızlık hareketini organize etme çabalarını bırakmadı elbette ama Malatya hadisesi sonrası gerek o gerekse Noel'i yüreklendirin aşiret reisleri Londra nezdinde inandırıcılıklarını önemli ölçüde yitirdiler.

Çerçeve
Tadıp, alışıp vazgeçemediklerimiz

Kahve de ilk geldiğinde Osmanlı yöneticileri tarafından yasaklansa da, kısa süre sonra kabul gördü. Bunun en önemli nedeni ulemanın, "Aklı zinde tutar" diye olumlu fetva vermesiydi.

Domates! Bugün onsuz mutfak düşünemiyoruz. Oysa tanışalı çok olmadı. Dünya Kristof Kolomb sayesinde tanıdı domatesi, Türkiye'ye ise hayli gecikmeyle Abdülmecid zamanında geldi. Geldiğinde de domates değil 'frenk elması'ydı. O yıllarda kızarmaya başladığında çürüdüğüne inanıldığı için yeşil haldeyken tüketilirdi. Neden sonra ekimi başladı ve nasıl yenilebileceğine dair bilgi birikimi arttı. Ve o gün bugün vazgeçemedik. Neden geç geldiğine de fazla şaşmamak lazım; zira ABD eski başkanlarından Thomas Jefferson zararsız olduğunu söyleyip bahçesinde yetiştirmeye başladığını açıklayana
kadar Amerika'da da Avrupa'da da yaygın kanı zehirli olduğuydu.
Sadece domates değil patlıcan, biber v.b. pek çok sebze ve bitkinin keşfedilip dünyaya yayılma hikâyesi aşağı yukarı aynı. Örneğin, tütün. Onun da kaynağı Amerika. Avrupalılar gelene kadar sadece Kızılderililerin kullanageldikleri bir 'mükeyyifat'tı tütün. İspanyol gemiciler tarafından önce ana kıtaya ardından doğuya Türkiye'ye taşındı. Tahminen 1600'lerin ortasına doğru. Benimsenmemiş gibiydi önceleri ama zamanla öyle yaygın şekilde kullanılmaya başlandı ki, Avrupalılar dahi sigaraya istekle sarılanları 'Türk gibi' diye tanımlar oldular. Sevildi, tiryakilik yaptı ama aynı anda yasaklamalar da geldi. Birbiri ardına fetva yayınlandı. 4. Murad zamanında idamlık suçtu tütün içmek, görevliler geceleri gizlice evlerin damlarına tırmanır bacalarda tütün dumanı koklarlardı. Murad Han'ın kardeşi Sultan İbrahim zamanında da tütün takibi devlet meselesi sayıldı. Bir asır sonra, hazine dara düşünce vergi kaynağı olarak akla geldi tütün. Madem yasaklamakla vazgeçiremiyoruz o halde içenden para alalım, dedi devlet.
Kahve daha şanslıydı. Haram diye yola çıktık ama Habeşistan/Yemen üzerinden dünyaya yayılan tohum din alimleri katında ve dergahlar çevresinde 'Aklı zinde tuttuğu' gerekçesiyle kabul görünce hürriyetine kavuştu. Öyle ki dünyada telvesiyle birlikte ikram edilen yegâne kahve oldu Türk kahvesi. Aynı dönemde İngilizler 'Müslüman şurubu' dedikleri kahveye şüpheyle yaklaşıyorlar, onun tiryakilerini Türkleştirdiğini yani Müslümanlaştırdığını düşünüyorlardı.
O çağda Türk demek Müslüman demekti; hatta Kur'an'dan söz ederken bilen pek çok İngiliz yazar Turkish Bible (= Türk kutsal kitabı) tanımını kullanıyor; ondan bir ajan/misyonermiş gibi söz ediyordu.
Tadıp vazgeçemediğimiz bir başka şey de çikolata! Onun tarihi milad öncesine Mayalara uzanıyor... 1700'lerin sonuna doğru İngiltere'de kabul gören, Osmanlı'nın ise 19. yüzyılda tanıdığı bir taddı bu. O zamana kadar Türk toplumunun bildiği şekerleme macun ve lokumdan ibaretti. Ve bugün kullandığımız şeker pacarından üretilen şeker bilinmediğinden tatlılar pekmez ya da şırayla yapılır, hamur işleri üzümle tatlandırılırdı. Osmanlı'nın çikolatayı tanıması demekten muradım elbette saray muhitinin tanıması. Avrupa'ya gidip gelen hariciyeciler, tüccarlar, aydınlar sayesinde yayıldı bu mucize gıda. Çikolatanın ilk zamanlar ilaç niyetine yenildiği/ emildiğini de söylemek lazım. Günümüz boğaz pastillerinin iriliğinde tabletler halinde ve ilaç kutusu benzeri ambalaj içinde satılan bir şeydi çikolata...


 

 

Kaynak: Radikal