İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi'nde (AIPAC) aralarında Kongre üyelerinin de bulunduğu 6 bin kişinin huzurunda 'İsrail'in İran nükleer tehdidinde boyun eğmeyeceğini' ifade edip 'Ortadoğu'nun bu tehdidin gölgesinde yaşadığını' vurgulaması bizi şaşırtmadı. Zira İsrailli yetkililer Irak savaşı öncesindeki gibi, İran'a karşı nükleer taleplerini büyütüp, bu ülkenin Araplar ve tüm dünya için de tehlike oluşturduğunu belirterek savaş davulları çalmaya başladı.
İsrail stratejisi siyasi ve askeri hareketlenmeler sürecine hükmeden birkaç temel dayanak üzerine kurulu: İlki, stratejik denge kuracak ve İsrail'in askeri üstünlüğüne son verecek Arap veya Müslüman bir bölgesel gücün belirmesini engellemek. İkincisi, direniş hareketlerinin bölgesel güçlerle askeri, mali ve siyasi bağlantılarının engellenmesi. Üçüncüsü, direniş kültürünün abluka altına alınarak, terör suçlaması yapıştırılarak ve dünyayı seferber ederek kökünden bitirilmesi.
İran'ın yarattığı sorun nükleer emellerinden değil, yükselen bölgesel rolü ve direnişi desteklemesinden kaynaklanıyor. Nükleer silahlar üretmek isteyen İran'ı Şah yönetiyor olsaydı İsrail'den bu gürültüyü değil, nükleer İran'ın nükleer İsrail için destek oluşturduğuna dair bir kutlama duyardık. İsrail Pakistan'ın veya Hindistan'ın nükleer programlarına karşı çıkmadı. Çünkü Pakistan hükümetleri askeri güçlerini ABD'ye hizmete adadı ve Arap direnişiyle hiçbir ilişki kurmadılar.
Peres Washington'a henüz ortaya çıkmamış İran nükleer tehdidine karşı kışkırtmak için gitti ve Başkan Barack Obama'yla görüşmeden önce bu hedef için Yahudi lobisinin önüne çıktı. Hedef açık: ABD yönetiminin dikkatini barış sürecinden çekmek ve Arap barış girişimi de dahil yeni temeller üzerine canlandırılacak politikaların belirmesini amaçlayan hazırlıkları başarısız kılmak. İsrailli yetkililer Batılı ülkeleri barış girişimine değil, 'daha büyük tehlike oluşturduğu' gerekçesiyle İran'ın nükleer emellerine yoğunlaştırmak için yoğun diplomatik hamleler yapıyor. Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman da bu nedenle Peres'in Beyaz Saray ziyaretine paralel olarak aynı amaç için Avrupa turuna çıkıyor.
İsrail'in nükleer silahları bölge için tehdit değil, zira Batı ve bazı Araplar bu silahları zararsız, hatta Arap rejimlerini korumak için kaçınılmaz buluyor. Peres'in bu rejimleri de temsil ederek bu tehlikeden söz etmesini garipsemiyoruz. Araplar giderek artan bir korku hali içinde. Zira İran'ın nükleer programının gelişmesinden ve ABD'nin Tahran'ı bölgede lider olarak taçlandıracak bir anlaşma yapmasından korkuyorlar.
ABD Savunma Bakanı Robert Gates, İran'la diplomasinin Washington'ın Arap ülkeleriyle ilişkilerini etkilemeyeceğini belirtti. ABD'nin, Filistin devletinin kurulması ve nükleer programını uluslararası denetime açıp barışçıl alanlarla sınırlaması karşılığında, İran'ı Batı müttefiki kılacak bir anlaşma sunduğu iddia ediliyor. Bu haberler doğruysa, bu durum Arap ülkelerinin İran'a tabi olacakları anlamına gelir. İran'ın anlaşmayı kabul ettiğini ve nükleer programını Filistin devletinin kurulmasıyla değiş-tokuş ettiğini varsayarsak, acaba İran bu devleti Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'a mı verir, yoksa direniş hareketlerindeki müttefiklerine ve özellikle de Hamas'a mı? ABD görevi zayıflara destek vermek olan bir hayır kurumu değil, çıkarlarını düşünen ve sadece bu çıkarları etkileyecek güçlülere saygı gösteren bir devlet. Araplar da bu güçlerin arasında değil. (Londra'da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, genel yayın yönetmeni, 5 Mayıs 2009)
Kaynak: Radikal