Türkiye'de 1856 dan beri tren tekerlekleri demir raylar üstünde yol alıyor. Osmanlı sanayileşmesinin ilk uygulamalarından biri olarak Aydın–İzmir arasında başlayan tren seferleri zamanla Hicaz'a kadar uzayacaktır. Tuhaf biçimde imparatorluğun pek çok bölgesi payitaht İstanbul'dan daha önce trenle tanışacaktır.
Tren raylarının ilk döşendiği bölgelerin seçimi salt hızlı ve güvenli ulaşım amacıyla sınırlı değildi. Hatta Osmanlının yarı sömürgeleştirilmesiyle yakından alakası olduğu bir gerçek. Ege bölgesinde, Balkanlarda ilk döşenen demiryollarının batılıların ticari ve tarımsal hammadde ihtiyaçlarını karşılamak gibi önceliklerinin sonucu olduğu bir sır değil. Batıdan alınan teknolojik uygulamaların dünya ekonomisinin öncelikleri gözetilecek şekilde memlekette uygulamaya konması tarihsel bir realite olarak karşımızda duruyor. Aydın-İzmir arasında olduğu gibi kuru üzümden, pamuğa kadar tarım ürünlerinin limanlara taşınmasının öncelenmesi her şeyden önce buna ihtiyaç duyan Avrupalı sanayici ve tüccarların önceliklerinin belirleyici olması anlaşılır bir durum. İmparatorluğun tüm demiryolu stratejisini büyük ölçüde sanayi kapitalizminin isterlerinin belirlediği varsayımı da yanıltıcıdır. Sonuçta bir dünya devleti olarak Osmanlı kendi sanayileşmesini gerçekleştirmek, sanayi devleri ile rekabet edebilmek için önemli çabalar içimdeydi. Balkanlardan Beyrut'a kadar pek çok merkezde sanayileşme çabalarının ürünleri bugün bile görülebilir. Türkiye'de hala en önemli kurumlar Osmanlı sanayileşme çabalarının bugüne kalan mirası olduğunu çoğumuz fark etmeyiz bile. En azından sembolik düzeyde bu kurumlar korunup, özelleştirme furyasına kurban edilmemeliydi. Sümerbank'tan Paşabahçe'ye kadar pek çok köklü kurum ekonomik değeri bir yana, her şeyden önce Osmanlı'dan devralınan tarihi mirastı. Tarihi eserleri korumayı, tarihe sahip çıkmayı cami, çeşmeyi tamir etmekten ibaret sayan anlayış tarihi mirasın bu boyutundan bihaber görünüyor.
Demiryolları da bu anlamda en önemli tarihi miraslardan biridir. Hele hele tarihimizi Cumhuriyetin kuruluşundan ibaret sanan, Cumhuriyetten önce her şeyin kötü, karanlık olduğuna inanan, atalarının düşünceden bilime hiç bir şey üretmediği, düşünmediği saplantısına kapılan aydınlanma nesli için bu kurumların tarih bilinci anlamında yaşatılması, hafızaların tazelenmesi donmuş tarih düşüncesinin parçalanmasında önemli işlevi olacaktı/r. Tarih bilincini, tarihe sahip çıkmayı belli mimari eserler ve dönemlerle sınırlı tutan muhafazakarlığın, küresel sermayeye karşı tarihimizin bu boyutunu bozuk para gibi harcaması aydınlanmacı kafalardan daha az vefasızlık örneği olduğu söylenemez.
Demiryollarının serüvenine gelince, öncelikle altı çizilmesi gereken husus Osmanlı modernleşmesinin, sanayileşmesinin en başarılı ve yerli teşebbüsünün bu alanda gerçekleşmiş olduğudur. Bu yıl 100. yılı kutlanacak olan Hicaz Deniryolu, finansmanından teknik proje ve uygulamasına kadar büyük oranda yerli girişimle gerçekleşmiş dev bir proje idi. Proje tamamlandığında dünyada bu çapta kendini finanse eden başka bir demiryolu yapımı yoktu.
100. yılda Hicaz Demiryolunu hatırlatan şey, haberler arasında kaybolan küçük bir ayrıntı. Demiryollarının, ihtiyacı olan tekerlekleri ve rayları üretmeye başlama kararı alması. Gazetelerde çıkan haberlere göre TCDD yıllık 20 bin tren tekerleğini ihtiyacını MKE'nin kuracağı tesislerde imal edecekmiş. 150 yıllık geçmişi olan bir müessese yerli tekerlek üretimini yeni hatırlıyor. İlk bakışta, her şeyi Cumhuriyetle başlatan bir bilim anlayışı açısından da her şeyi tarihten ibaret görenler açısından da vahim bir görüntü arz ediyor. Oysa durum hiç de göründüğü gibi değil. Hicaz Demiryolu döşendiğinde ihtiyaç duyulan raylar Tersane-i Amire'de kurulan tesislerde üretiliyordu. Arabistan çöllerinde hala kalıntıları duran bu rayların üstündeki Osmanlı armaları ve Osmanlıca yazıları görmek mümkün. Aynı şekilde Osmanlıca yazıların olduğu tren tekerlekleri "Hicaz Demiryolu" belgeselinde belgelenmişti.
Burada Osmanlı-Cumhuriyet dönemleri teknolojilerini kıyaslamak değil amacım. Memleketin ekonomik anlamda dışa bağımlılıktan kurtulması, güvenliliği ve ucuz maliyeti açısından hayati önemde olması gereken bir alanın nasıl ihmale kurban gittiğini bu vesile ile hatırlatmak.
Yerli üretim, yedek parça açısından daha az yabancı teknolojiye ihtiyaç duyan, birim taşıma maliyeti ve güvenlik riski en düşük olan demiryollarının neredeyse Osmanlıdan devralındığı düzeyde tutulması, ancak "demiryolu ulaşımı komünist anlayışı yansıtır" diyen bir başbakanın sözleriyle açıklanabilir. Olsa olsa bir kara mizah olabilecek bu sözlerin memleketin diğer alanlardaki çıkarlarına da nasıl yaklaşıldığının ipuçlarını vermesi açısından hayli açıklayıcı olsa gerek. Evet, ilk tekerin dönüşünden 152 yıl, Hicaz Demiryolunun Medine'ye ulaşmasından 100 yıl sonra Türkiye tren raylarını ve tekerleklerini kendi üretmeyi akıl etmiş görünüyor.
Kaynak: Yeni Şafak