Önce bir hatıra:

Vural Savaş, Cumhuriyet Başsavcısı olarak Refah Partisi ile ilgili açtığı kapatma davasının iddianamesini basın toplantısı ile açıkladığında Yeni Şafak'ta “Hukuk Cinayeti” başlığı ile bir yazı yazmıştım.

Savaş, bu yazımla ilgili hakaret davası açtı ve ben 3 milyar TL tazminat ödemeye mahkum oldum.

Eskinin hakimleri anlamına gelen kadılarla ilgili anekdotlar vardır. Bir kısmı bilinçli bir kadı aleyhtarlığının ürünü olsa da, bir kısmı da herhalde gerçeğin yansımasıdır.

-Ananızı ağlatan kadı ise, dava açmaya değmez, denir mesela.

Türkiye'de de yargı uzunca süredir tartışılıyor.

Yolsuzluk iddialarında zincirin bir halkası olmakla suçlandığı zamanlar oldu.

Kadı söylemine benzer şekilde “Avukat tutma hakim tut” deniyordu o zamanlar.

Buna zaman zaman “siyasallaşma”, “araçlaşma” ithamları eklendi.

Askeri müdahale süreçlerinde terazinin kefeleri adaletten başka yanlara mı kayıyordu?

Askeri brifinglerde ayağa kalkıp alkış tutmalarla yargının yansızlığı, bağımsızlığı bağdaşıyor muydu?

Yargının kararı yorum demekse, bu yorumlar içindeng eçilen süreçlerden etkineliyor muydu? Ya da etkilenmiyor muydu?

27 Nisan elektronik muhtırası ardından verilen Anayasa Mahkemesi kararı tam da adaletin yansıması mıydı? Bu kararı eleştirenler - savunanlar, kararın çok da demokratik olmayan bir sürece denk düştüğü konusunda zımnen ittifak ediyorlar ise bu neyin nesi demekti?

Özal'da, Demirel'de, Sezer'de mevcut olmayan kriter, Gül'de nasıl mevcut hale gelmişti?

Bütün bunlar kuşku demekti ve bu, kamuoyunda mevcuttu.

352 milletvekili ile Cumhurbaşkanı seçememiş olmanın Ak Parti'de ve onun temsil ettiği toplum tabanında olumsuz bir yankısının olmaması imkansızdı.

Maç sırasında oyun kuralı değişiyor, skorun anlamı değişiyor ve hakemlik müessesesi taraf tutuyor gibi bir görüntü veriyordu.

Ak Parti'nin süreçteki bu çarpıklığı halka götürmesi de tabii idi. Evet, yargı sandıktan bağımsızdı ama, gene de milletten bağımsız değildi. “Millet adına” yapılıyordu yargı... Öyleyse bir şekilde yargı kararlarının millet vicdanında nasıl bir ma'kes bulduğuna bakılmalıydı. seçimler onun için de bir kriter niteliğindeydi.

Menderes yargılanmış ve asılmış.

“Sizi buraya gönderen kuvvet böyle istiyor” sözünün yankılandığı bir yargılama bu.

Ama daha ilk seçimde, millet bu yargılamanın cevabını veriyor.

O yargılamada bir sorun olduğu muhakkak.

28 Şubat yargılamaları da toplum vicdanında değerlendiriliyor ki, ardından gelen seçimde 28 Şubat siyasileri siliniyor, o dönemin mahkumları arasından bir siyasi figür boy salıyor.

352 milletvekili ile Cumhurbaşkanı seçememek...

1982 Anayasasını en zıt şekilde yorumlama hakkı üretmek...

Tamam,yargı kararına uymamak gibi bir hakkı yok kimsenin.

Anayasa Mahkemesi'nin de, Başkan Tülay Tuğcu'nun son açıklamasında ifade ettiği gibi “yorum tekeli” var.

Bu durumda ne yapsın siyasetçi, ya da vatandaş?

Siyasetçi halka derdini anlatacak, sıradan vatandaş da etrafına dert yanarak teselli bulacak...

Tayyip Erdoğan derdini halka anlatmaya çalışıyor.

Mesela e- muhtıra vermiyor kimseye.

Mesela, “Anayasa Mahkemesi 367 şartına uyan bir karar vermezse çatışma çıkar” diyerek, mahkemeyi kırk katır – kırk satır ikilemine sürüklemiyor.

Halka şikayet ediyor.

“Ey ahali, başımıza bu geldi!” tonunda konuşuyor.

Bu arada “Anayasa Mahkemesi kararı yüz karası” ifadesini de kullanmalı mıydı?

Bence kullanmamalıydı. Bence bu ton değildi yakınmanın doğru üslubu. Bu ton öfkeleri besler, yanlış davranışlar üretebilir. Daha kötüsü, provokatif eylemler için ortam oluşturur. Diyelim Ak Parti'yi can evinden vurmak isteyen bir örtülü – örgütlü oluşum, tam da bu sıralar, yani Başkan Tuğcu'nun “Hedef gösteriliyoruz” çığlığının kamuoyuna yansıdığı sıralar, Anayasa Mahkemesine, ya da üyelerine karşı bir eylem yapsa, nasıl bir manzara doğar? Bu söz tarihi bir hata olmaz mı?

Bu söz, halk vicdanında “mağduriyet” duygusu oluşturulmak isteniyorsa “mağduriyet” üslubu da değil.

Bir de Türkiye'nin daha sekinetli bir ortamda seçime gitmesi lazım. Gerilimin tamamı, seçimi seçim olmaktan çıkarmak ve AKP'yi bir şekilde devre dışı bırakmak için pusuda bekleyenlere hizmet edecektir.

“Diklenmeme ama dik durma” tavrında doz çok önemli. Halk cesareti de seviyor, ama altından kalkılamayacak gerilimleri de sevmiyor. O tür gerilimlerin yükünü taşıyamıyor halk, bedelini göğüsleyemiyor ve gerilimin aktörlerini yalnız bırakıyor.

Bu konunun değerlendirmesinde son bir not daha:

Anayasa Mahkemesi üyelerinin, Başbakan'a gösterdikleri yazılı tepkiyi, kamuoyuna Yüce Divan salonlarından açıklamaları problemli bir duruştur. Bu tavrın “AKP'ye kapatma davası açılabilir” şeklinde alttan alta süren spekülasyonları besleyici şekilde yorumlandığı görülüyor. Bunu tahmin etmiş midir, etmemiş midir Yüce Mahkeme'nin yargıçları? Tahmin ederek yapmışlarsa da problemli, tahmin etmemişlerse de problemli...

Hani Başbakan Erdoğan “Tarih değerlendirecek bu kararı” diyor ya 367 kararı için...

Bu jestler de tarihe geçiyor.

Yani ister istemez tarihe geçiyor.

Sonunda hukuk fakülteleri, “Yargının siyasallaşması” gibi, “Yargının araçsallaşması” gibi, “Olağanüstü Süreçlerde Yargının Duruşu” gibi tez konuları veriyor.