Bir kişi beş vakit kıla
Anca kullar borçlu kala
Seninle gelmeyen mala
Malım deyüben neylersin
Kul odur kullukta ola
Hep günahı bunda kala
Hayırda olmayan ele
Elim deyüben neylersin Yunus)
Adı konmamış farklı bir dindarlıkla karşı karşıyayız. İsmine dünyevi dindarlık diyebileceğimiz sessizce damarlarımıza zerk edilen anlayışın farkına bile varamıyoruz. Dünya kendini Müslümanlara kabul ettirmede fazla zorlanmadı.
"Düşmanın silahıyla silahlanma" vurgusu, tehlikeye açık kavşakta zafiyet gösterenleri hevesleriyle avlamakta ustaca hareket ediyor. Üstelik dünyevi dindarlık algı kaymasıyla insanı teskin eden özelliğe sahip. Kişiye, sahip olduğu mülkün gayri meşru ellerden kurtulduğu hissini aşılayan ve kazanma hırsını körükleyen duygu körlüğü, kazanç yöntemlerini de bu manada "zengin"leştirmekten geri durmaz.
Mülkün kazanma biçimi seküler anlayışla örtüştüğünde harcama kapasitesi de farklı olamayacaktır. Piyasa bir adım attığında muhafazakar üç adım atmaktan çekinmeyecek.
Dindar camia içinden yeni bir kesim üretti.
Sonradan görme, değer skalası karmaşık, vitrin tutkunu, tedirgin bir kuşak oluştu. Dergisinde yayınlamak adına, şarkıcıya tesettürlü fotoğraf çektirmek nasıl bir ruh halinin tezahürüdür diye düşünürken, ortada arz ve talep açısından kitlenin varlığı daha da ürkütücü bir durum arz ediyor.
Olayın başlangıcına baktığımızda, mekruhun tartışmalı pozisyonunda üreyen ve piyasayı adım adım meşrulaştıran doksanlı yıllarda tesettür defilelerine sessiz kalınmayla başladı her şey. Cesaret gizlide kalan basıncı ortaya çıkardığında kitleselleşen anlayış farklı alanlarda kendini göstermeye başladı.
Seküler kesimin zevk ve anlayışının takibiyle aynı noktada kesişen çarpıklık, değer değişiminin farkında olabilecek duyarlılığı baştan yitirmiş oldu. Bugün tesettür içinde oluşan teşhirci bir orandan söz etmek mümkün. Medyanın otağına gönüllü konuk olan ve meşhurluğu matah bir durum gören algı zihin dünyamızın kapısından sızma imkanı bulmuştur. Farklı olmak ya da görünmek değere tekabül ediyorsa, hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekme vakti gelmiş demektir.
Kadın-erkek hep birlikte "ev"i kaybediyoruz!
Evi kaybetmek, aileyi kaybetmek, komşuyu, akrabayı aynı zamanda, merhameti, sevgiyi ve dayanışmayı kaybetmektir. Bu durumda ne kadar zengin olursanız olun, kaybedilenleri geri alma imkanınız yoktur. Hastaneye kargo ile gelecek, kartvizit ekli çiçeklere razı olma durumu ortaya çıkar.
Kreşler ve huzur evlerindeki artış, farklı açıdan durumun vahametinin bir başka göstergesi olarak tebarüz ediyor. Ev kadınlığının küçümsenmesi, kariyerin takvayı yerinden etmeye çalışıyor olması, hiç de hayra alamet değil. Evlerin bereketine dikkat etmek, komşuyu, akrabayı konumunda tutmak ve misafirliği geliştirerek medyanın üstesinden gelmek için silkinmeye; tevbe ile yeniden, yine yeniden tazelenmeye ihtiyaç var.
Kafe gençliğiyle ancak konuşulur, iş yapılamaz.
Ümmeti düşünmek konuşmakla olmaz.
Bilgiyi eyleme dökme çabası, gündemli sohbeti, muhabbeti ve ortak çabayı gerektirir. Aralarında duygu bağı olmayan, fikir bütünlüğü oluşmayan insanlar cemaat sayılmazlar. Bütün bu safhalar, bir "derdin"/ yaranın varlığıyla varlığa kavuşur.
Dermanı dert içinde arama ve kimliğe kavuşma, bu ahvalde mümkün olabilir.
Gelin hep birlikte kendimize soralım:
"Yolculuk ne tarafa?"
Ahiret aynamızdı bizim oysa.
Şimdi nerede aynamız? Kaç defa bakabiliyoruz ona. Ahiretsiz Müslümanlık mümkün mü? Her anın aynıyla vaki önümüze konacağı günü unutmak kendimizi unutup ateşe doğru kulaç atmak anlamına gelmez mi?
Bir zamanlar dergi çıkarmak için cep harçlıklarını biriktirip çorba ile iktifa edenlerin çocukları şimdi sayfalarını ekran yıldızlarını takdim etmek, onları meşrulaştırmak için kullanıyorsa, suç tamamen onlarda olmasa gerek. Ortada yoldan çıkan, makas değiştiren bir yaklaşım yok mu?
Bu yol nereye çıkar?
"Bunda ne var"larla başladı her şey. Üç bunda ne var buluştuğunda, bunda çok şey var ortaya çıktı?
Hala en hızlı vasıta ölümdür ve ahiret bir "es" yakınımızda.
Tek solukla ulaşılacak menzile mahcup gitmemek marifet.