Cumhurbaşkanı Gül'ün Bayram namazını Diyarbakır Ulu Camii'nde kılmasını ne kadar önemsediğimi anlatmama gerek yok sanırım.
Bunun benim hülyam olduğunu bilmeyen yoktur. Ama, Sayın Gül'ün ziyaretini, Başbakan Erdoğan'ın bölgeye ilişkin duruşlarıyla kıyaslamayı ve buradan Gül lehine -tabii Erdoğan aleyhine- bir sonuç çıkarmayı, son derece sağlıksız bulduğumu belirtmeliyim.
Böyle bir kıyaslama ne Gül için doğru olur, ne de bölgedeki sancıyı dindirme noktasında olumlu bir gelişmeye imkan sağlar. Ne yazık ki, bir süredir böyle bir söylem sürüyor. Bu söylemin bir boyutunda, resmen kötü bir niyet var. Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan'ın arası açılırsa, birileri, "düşman" bir bloku çatlatmış olmanın zevki ile göbek atacak.
Söylemin bir boyutu ise, iyi niyetli, ama, Başbakan'ın reel şartlarını dikkate almayan, Başbakan'ı bir köşe yazarı kadar rahat gören, Başbakan'ı kendi programlarını uygulamaya memur, bunu yapmadığında yoldan sapmış gibi değerlendiren bir çevreye ait. Bunlara kimi zaman liberal aydınlar, kimi zaman demokrat aydınlar, kimi zaman sadece aydınlar, kimi zaman da "İslamcı, muhafazakar, demokrat vs..." aydınlar deniyor.
Ahmet Altan'ın Taraf'taki dünkü yazısından bir bölüm şöyle: "Anayasa Mahkemesi bir anda AKP'yi sistemin esiri haline getirdi. "Birdenbire askerin yanına geçti. Kürt meselesinde şovenleşti. Sivil anayasayı rafa kaldırdı. Avrupa Birliği'nden uzaklaştı." Bu değerlendirmenin her birisini soru ile karşılamak mümkün:
-AYM'nin kararı AKP'yi sistemin esiri haline getirdi mi?
-AKP birdenbire askerin yanına geçti mi?
-AKP Kürt meselesinde şovenleşti mi?
-Sivil anayasa rafa kaldırıldı mı?
-Hükümet Avrupa Birliği hedefinden uzaklaştı mı?
Önce şunu söyleyeyim:
Taraf'taki kadro, AK Parti'nin Türkiye'nin demokratikleştirilmesi noktasında önemli bir misyon üstleneceği kanaatiyle hareket ediyor. Bu açık. Bu yönde net ve yürekli destekleri de oldu. Bunların altı çizilmeli. Ama, Taraf'ın şu yukarda genel çerçevesini verdiğim "AKP rayından çıktı" diye özetlenebilecek olan yayınlarının, yer yer muhafazakar çevrelerce de paylaşılması ölçüsünde, topluma da sirayet ettiğini ve AKP'ye bir bedel ödetme noktasına geldiğini belirtmek gerekiyor.
Anadolu'da yaptığım gezilerde duyarlı çevrelerde "AKP sisteme yamandı mı?" sorularının sık sık gündeme getirildiğini gözlemliyorum. Sorunun dibinde şu var: "Tayyip Bey'i kayıp mı ettik?" Bu "endişe" nin bence en olumsuz sonucu, AK Parti'nin Doğu - Güneydoğu'da yaşanan sancıya getireceği çözümü yaralaması ve PKK - DTP'ye, hak etmediği bir söylem imkanı vermesi olmuştur. Tayyip Erdoğan'ın o meşhur "Kabul etmeyen gitsin" söylemi tabii ki çok kötüydü, ama oradan yola çıkıp "Şövenleşti"ye varmak, haklı mıydı, yoksa "Şovenleşti" söylemi, DTP'nin şoven politikalarına zemin mi hazırladı sorgulamak lazım.
Yukardaki sorularla ilgili kendi kanaatimi söyleyeyim:
-AYM'nin kararı bir siyasi kuşatma niteliği taşıyor, doğru, ama bu AKP'yi esir haline getirir mi, bence değil. AYM'nin ya da askerin müdahaleleri, Türkiye siyasetinin bilinen gerçekleri ama partiler siyaset yapıyor ve bu kuşatmayı aşmaya çalışıyor. Sadece zaman meselesi. Ahmet Altan "Seçime gidilseydi, öyle cevap verilseydi" diyor, ben de katılıyorum, ama, şu andaki de bir yoğurt yiyiş tarzı ve hükümet kendi realitesi içinde bunu tercih etmiş. Bence "Esir oldunuz" demek ve üstüne çizgi çekmek yerine süreci izlemek ve dik duruş için cesaretlendirmek daha sağlıklı bir yol olurdu.
-"AKP birdenbire Askerin yanına geçti", söylemini de doğru bulmuyorum. Tabii ki bir hükümet, Asker'le ilişkisini bir köşe yazarı serbestliğinde yürütemez. Sonuçta Asker'den de Hükümet sorumludur. Asker olmasa, Hükümetin bir güvenlik politikası olmayacak denebilir mi? Ortada bir terör olgusu varsa, hükümet bunun benimle ilgisi yok diyebilir mi? Askerin hükümete inisiyatif sunan tavırlarını bile, "Asker senaryoyu yazıyor, AKP oynuyor" diye yorumlamak insaflı bir yaklaşım olmamalı. Burada, sorumluluğu, bölgede terörü tırmandırıp, hükümeti güvenlik politikalarına sürükleyen DTP - PKK çizgisine değil, hükümete ya da Asker'e yüklemek, kategorik "Asker karşıtlığı" biçiminde okunabilir ki, böyle bir görüntüyü herhangi bir sivil kişi yapsa da, hükümetin bunu yapması mümkün değildir.
-AKP Kürt meselesinde şövenleşti mi? Ben buna da katılmıyorum. Çünkü öncelikle Erdoğan'ın dünya görüşü şovenleşmeye aykırıdır. Artı Erdoğan, bölge ile tüm yakınlığını şovenlik karşıtı olmasına borçlu olduğunu bilir. Bölge insanı ile şoven duygularla iletişim sağlanamayacağını bilir. Bölgeyi kazanmaya bu kadar özen gösteren bir insanın şoven duygulara yönelmesi mümkün mü? -Ben, sivil anayasanın rafa kaldırılması yargısının da güç değerlendirmesi yapılmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. İktidar güç dengeleriyle yürüyor ve güç dengelerinde parlamento aritmetiği maalesef her zaman yeterli olmuyor.
-Avrupa Birliği ile ilişkilerdeki durgunlukta suçu sadece AKP'de görmek, AB'nin bu noktadaki "oyun bozanlıkları"nı gözardı etmek de, AKP üzerinde bir baskı oluştururken, AB cenahına çok kötü bir dışlama kozu veriyor. "Aydınlarımız" her zaman eleştirel ve talepkar konumda olmanın mutluluğunu yaşıyorlar. İktidar ise İsa ile Musa arasında kalmanın zorluğunu... İktidarın yapacağı tek savunma herhalde "Urfa'da Oksford vardı da okumadık mı?" şeklinde bir şey olacaktır. Son olarak ben ne diyeyim: Tayyip Erdoğan'ın 6.5 yılda bölgeye yönelik olağanüstü ilgisi inkar edilemez. İnkar politikası olmasınsa bu da olmasın. Yiğidi öldür hakkını yeme!
Kaynak: Bugün