Türkiye'ye bakarsanız siyasi canlılığına dair konuşmaların sebeplerine vâkıf olursunuz. Gerçekler sebeplerle kanıtlandığı için sahne fazla bir zorluk taşımıyor.
Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti'nin 2002'de iktidara gelmesiyle Türk imajı, seksen yıldan fazladır görülmeyen bir görüntü almaya başladı. Türkiye doksanlı yıllardaki Erbakan döneminin İslamcı romantizminden büyük ölçüde kurtuldu. Ordu generalleriyle sıcak oturumların kapısı açıldı ve sivil hükümet ile askerî kurum arasındaki kronik yaklaşım hafifledi. İslam ile laiklik ideolojik kamplaşmanın etkilemeyeceği bir anlaşma formülü kapsamında bir uzlaşma tesis edildi.
Tabloyu başından beri okuyanlar yeni Türklerin kendi ülkeleri için yeni dönemin kapılarını usulce açmaya başladıklarını ifade ediyorlar. İçlerinden bazıları yeni dönemin işaretlerinden birinin de iki tarihi dönem arasındaki baş ağrısını gidermek olduğunu düşünüyor. Bu bağlamda şu şekilde üçüncü bir yol kendini gösteriyor: Modern Mustafa Kemal'in laikliğiyle bir kopukluk bulunmamaktadır ve hatta laikliğin Türk halkının kimliği olan İslam'la olan kopukluğu arasında bir bağ kurulabilir. Şayet bu bağın aksine gelişmeler yaşansaydı Erdoğan hükümeti sekiz yıl boyunca istikrar nimetinden yararlanmazdı.
Bugün Türkiye'yi yöneten siyasiler Osmanlı geçmişi ile laik bugünü buluşturacak rasyonelliğin tesis edeceği süreci yakalamanın gerekliliğini anladı. Yakın gelecek yaşananlardan dolayı bir rahata kavuşacaksa bu da İslam'ın ruhu ile modernliği ruhu arasındaki sıcak buluşmayla olacak. Erdoğan'ın birçok soruna ilişkin konuşmaları bu idraki net şekilde yansıttı. Ulusal çıkarlar ve İslamî duyguları aynı oluşum içine almak ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yüceliklerini geri getirmek, Türk laik akımları nezdinde üzeri örtülmesi ve işaret edilmemesi gerekli bir kusurdu.
Erdoğan laiklerin yolunda gitmedi. Özellikle de Filistin ve kutsallıklarıyla ilgili olarak konuşmalarında maksimum derecede laiklerle ayrı düştü. AK Parti grup toplantısında "İsrail, benim sıradan bir devlet başkanı değil, gelenekleri, savaşları ve büyük başarılarıyla övünülen Osmanlı torunlarının başbakanı olduğumu bilmeli." dedi. Türk siyasilerden geniş bir kesim Erdoğan'la aynı düşünüyor.
Erdoğan'ın konuşmalarını dinleyen bazıları bu konuşmaların Osmanlı sultanlarının konuşmalarının yeni bir kopyası olduğunu ifade ettiler. Yeni Türk dilinin göstergelerine yoğunlaşan bu kimseler Erdoğan'ın eğilimlerinin uygulanma boyutunu sorguladılar. İşin aslı AK Parti, durması gerektiği sınırların farkında. Türkiye'nin bölgedeki jeostratejik konumuna yeniden kavuşacağı referans role dair istekler olduğu doğru. Keza Ortadoğu haritasının nesnel şartlarının bu role izin verdiği de bir gerçek. Ancak Türk yöneticilerinin talepleri iyi hesap edilmiştir ve stratejik boşluğun olduğu bölgede zıtlıkları buluşturma alanının dışına çıkamaz.
Yeni Türkler bu anlayışla hareket ediyorlar. Bunun için tam bir sürece dönüşmesi için etkinleştirilecek stratejik bir varsayım belirlediler. Bu varsayımın gerekçeleri ise şunlar: Birincisi, Türkiye'nin jeostratejik geleceğini coğrafyanın ve nüfusun demografik kimlik yapısının belirlemesi gerçeği. Yani Türkiye'nin kökü Avrupa ve Batı değil Asya ve Ortadoğu'dur. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 'Stratejik Derinlik' adlı kitapta buna işaret etti. AK Parti de hükümet politikalarında bu düşünceyi baz aldı.
İkincisi, Türkiye'nin bölgede ve özellikle de Afganistan ve Irak işgali, İsrail'in Lübnan ve Filistin savaşlarının sonuçlarıyla birlikte yaşanan büyük güvenlik krizi sonucu kendi rol ve konumunun bilincine varması. Üçüncüsü, Türklerin bölgesel ve uluslararası referansların gürültülü şekilde kaybolması sonrası çekişmeleri çözmek için arabuluculuk rolü oynayarak jeostratejik varlıklarını etkinleştirme ve güçlendirme çabası. Bu gerçekler stratejik açıdan önemli ve oldukça değerli. Fakat işleve konulacak araçlar daimi olarak oldukça hassas siyasi ve güvenlik şartlarına mahkum. Kuveyt gazetesi Evan, Lübnanlı yazar, 28 Nisan 2010
Kaynak: Zaman