Eski Kudüs’te iki aşırı Ortodoks Yahudi’yi bıçaklayarak öldürmeden birkaç gün önce Muhannad Halebi, şahsi Facebook hesabından BM’de İsrail’i aşırı radikalleri Mescid-i Aksa’ya salmakla suçlayan Mahmud Abbas’a seslenmişti:
“Güzel konuşma Sayın Başkan, fakat biz Doğu ve Batı Kudüs’ü tanımıyoruz. Biz Kudüs’ü bir ve bölünmemiş olarak biliyoruz ve onun her parçası kutsaldır. Kusura bakmayın Sayın Başkan ama Mescid-i Aksa’daki kadınlara ve Mescid-i Aksa’nın kendisine yapılanlar, barışçıl önlemlerle durdurulamayacak. Biz aşağılanmak için büyütülmedik.”
19 yaşındaki gencin mesajı açıktı: Kelimelerin kifayeti kalmamıştı. Üçüncü intifada çoktan başlamıştı.
Halebi kendi kuşağı adına konuşuyor. O, Batı Şeria ve Gazze’nin bağlı olacağı Filistin Özerk Yönetimi’nin kurulmasını sağlayan, Taba’da imzalanan ikinci Oslo Anlaşması’ndan bir sene sonra doğdu. Halebi dört yaşına geldiğinde, İsrail’in toprakları barış için teslim ettiği kapsamlı bir barış anlaşmasını görecekti. Yedi yaşına geldiğinde ise İsrail, Batı Şeria’yı bölmek için duvar inşa etmeye başlamıştı. Bir sene sonra, İsrail’in kurtulmak için “ikiyüzlü” olarak nitelendirdiği Filistinli lider Yaser Arafat vefat etmişti. Yerine, amansızca şiddete karşı çıkmış ve çıkacak olan Mahmud Abbas geçmişti.
Halebi’nin kuşağı barışı görmeliydi. Batı Şeria’nın ekonomisini yeniden canlandırmak için Tony Blair ve Selam Feyyad tarafından yapılan planlardan yararlanılmalıydı. Bunun yerine bu jenerasyonun gördüğü ise, kendini Mescid-i Aksa’da turist olarak gören 600 bin kişi, Filistin’e ait Doğu Kudüs’ün kademeli olarak kaybolması ve protestolar ile İsrail Yahudilerinin günlük tacizlerine karşı koyan Filistin güvenlik güçleri… Nihai çözümün yerine, Halebi’nin jenerasyonu son umutların kayboluşunu tecrübe etti.
Daha sonra, ülkedeki yaralı ve ölü sayılarından fazla ülke genelinde bıçaklama saldırılarının artması, Arapça’da “kurtuluş” manasına gelen intifadanın başlamasına önayak oldu. Bir yeni jenerasyon işgalcilerden kurtulmaya çalışıyor. O kuşak kendi atalarının mücadelesini yeniden keşfediyor. Önümüzdeki haftalarda, aylarda ve hatta yıllarda olacak şeyler, onların mücadelesi haline gelecek.
Bunun için ilk kıvılcım, Kudüs’ün mezhebe dayalı siyasetleri neticesinde, taş taş üzerine kalamamak pahasına asit yağmurlarıyla saldırılan Mescid-i Aksa oldu. Hahambaşılığın Harem’üş Şerif bölgesine (İsrailliler Tapınak Dağı diyor) Yahudilerin girişini yasaklamasına rağmen, Mescid-i Aksa’nın statükosu değişiyor. Kutsal yerleri yönetmek için kurulan Ürdün yönetimindeki vakıf, artık giriş ücreti toplamayacak fakat İsrail kontrolündeki kapıdan girişini sağlamak için gayrimüslimlerin girişini yasaklayabilir.
Uluslararası Kriz Grubu, geçtiğimiz günlerde yaptığı açılamada şöyle bildirdi: “Vakıf Yahudilerin girişini engellemek için polisle çalışmaya devam ederken, ne Yahudi grupların boyutlarını ya da oranlarını belirleyebilir, ne de provokatör gördüğü aktivistlerin girişini veto edebilir. İsrail zaman zaman, askeri üniformalılar dahil Yahudilerin 10’arlı, 30’arlı ve hatta 50’şerli gruplar halinde girişine, daha önce yasak olmasına rağmen izin vermişti”
2012 yılında Knesset üyesi bakan yardımcıları ve bakanların tamamının site üzerinden İsrail egemenliğini deklare ettikleri film çekildi.
Halebi’nin jenerasyonuna göre bu sadece dini bir mesele değil. Mescid-i Aksa ulusal bir kimliğin sembolü, İsrail devleri tarafından kapsamlı bir şekilde ayaklar altına alınmış bir kimliğin son sembolü. Bu, hem dini hem de seküler Filistinlileri bir araya getiren bir unsur. Nitekim Yahudilere Mescid-i Aksa üzerinden saldıran ilk Filistinli grup olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (PFLP), laik ve devrimci bir gruptu. Mescid-i Aksa’yı milli ve dindar Yahudilerin egemenliğine karşı savunmak varoluşsal bir meseledir. “Eğer biz bunun için savaşmazsak, nihayetinde pes ederiz” sözü aslında tüm Filistinlilerin özünü anlatıyor.
Halebi’nin teşvik edilmesine gerek yoktu. Fetih ya da Hamas’tan emir almasına da gerek yoktu. Batı Şeria’da, Gazze’de ya da İsrail’de yaşayan binlerce kişi olduğuna bakmaksızın o kendi kararını verdi.
Birinci ve İkinci İntifada, sürpriz bir şekilde Filistin liderliğini aldı. Birincisi, İsrail ordu kamyonunun Filistinli işçileri taşıyan iki otobüse çarpması sonucu 4 kişinin ölümüyle başlamıştı. İkincisi ise, Ariel Sharon’un binlerce polis ile İsrail askerlerinin 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı’nda Doğu Kudüs’ü işgal ettiği zaman yayınlanan “Tapınak Dağı bizim ellerimizde” sözlerini tekrar ederek Aksa’da belirmesi üzerine başlamıştı. Fakat birkaç gün içerisinde kontrol sağlanarak emirler verilmeye başlandı.
“Tebliğ No:2” adlı eserin yazarı Cemal Zakout, 1987 İntifada’sının Birleşik Ulusal Liderlik’i adına, amacını bize hatırlattı: “Liderliği ve taban aktivizmi ile Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (PLO) ayrılmaz bir parçası olarak intifadayı düşünmüştü, onun yerine değil.” Bugün Filistin Kurtuluş Örgütü Abbas’ın liderliğinde, durumu kontrol için mücadele eder.
Araştırmacı ve siyaset bilimci Halil Şikaki yapılan güncel bir ankette Filistin halkının sadece yüzde 42’si silahlı mücadelenin Filistin’i özgürlüğüne kavuşturacağını düşünürken, yüzde 57’si ise iki ülkeli çözümün artık mümkün olmayacağını düşünüyor. Halkın üçte ikisi Abbas’ın değiştirilmesini istiyor.
Yeni nesil artık Fetih ve Hamas’ı hiçe sayarak kendi kararlarını veriyor. Eğer tek bir resim bunu anlatacak olsaydı, kot pantolon giyen ve başında kefiye olan kızın, maskeli ve başında yeşil Hamas bandı olan gence topladığı taşları verdiği o fotoğraf anlatabilirdi. Laik ve dindar gençler bir protestoda bir aradalar. Eline bıçak alan ya da taş fırlatan her bir genç, kendinin lideridir.
Bu durum İsrail için benzersiz tehlikeler oluşturuyor. Tutuklayarak ya da liderlerine suikast düzenleyerek gruplarla başa çıkabilir ve sonunda ateşkesi müzakere edebilir. Fakat bu bireylerin umutsuzca aldığı kararları almasını durduramaz. Evlerini yıkmak ya da diğer toplu cezalandırma tedbirlerine başvurmak onları sadece daha çok provoke eder.
Bu intifada ile alakalı farklı faktörler de var. Birinci ve İkinci İntifada Batı Şeria ve Gazze’den yapılmıştı. 1948 yılından itibaren mevcut olan İsrail’in Filistinli sakinleri, İkinci İntifada’nın başında protestolara katıldı ancak bu kısa ömürlü oldu. 1948 Filistinlileri, 1976’da yapılan Kara Günü’nden beri protestolarda ön sırada olmamışlardır. 30 Mart 1976 tarihinde binlerce Filistinli, açıkça deklare edilen “Yahudileştirme” politikasının bir parçası olan dev arazilerin kamulaştırılmasını protesto etmek için kuzey üçgen bölgesinden yürüdü.
Oysa bugün, hiçbir duvar ya da ayırma bariyeri ayaklanmaları zapt etmiyor. Geçen haftaki saldırılar, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün etkinliği olmayan alanlar olan Doğu Kudüs, Afula ve Tel Aviv’de gerçekleşti. Burada başka faktörler mevcut. Bu, Filistinlilerin Arap devletlerinin aracılık etmelerini istemediği ilk intifada. Belki bu çağın bir getirisidir ya da İsrail’in sınırları etrafındaki karışıklık kaynaklıdır.
Şimdiye kadar ilk intifadaya İsrail’in ilk tepkileri, Benjamin Netanyahu’ya güven kaybına yönelik olurken, daha sağcı liderlere arka çıkmıştır. Yediot Ahronot tarafından Pazar günü açıklanan güncel ankete göre halkın yüzde 73’ünün, Netanyahu’nun son saldırılara karşı tutumundan memnuniyetsiz olduğunu gösteriyor. Saldırılarla başa çıkabilecek en iyi isimlerin kim olabileceği sorulduğunda iki aşırı milliyetçi olan eski Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman ve Eğitim Bakanı Naftali Bennett’in isimlerinin başı çektiği görülüyor. Dışişleri Bakanı olarak Lieberman, İsrail’in kuzeyinde yer alan Filistinli nüfusun sözde “statik transferi” için planları incelemek için avukatları görevlendirdi.
Ayrıca İsrailliler hukuka aykırılığa da teşvik ediliyor, bizzat yöneticiler tarafından. İsrail -2003 yılında 130 bin kişiye ve 160 bin kuruluşa verdiği silah taşıma ruhsatına bakıldığında- çoktan ağır silahlı bir toplum haline geldi. Kudüs’te belediye başkanı Nir Barkat’ın açık teşviki ile koruması, Yahudi bir adamı bıçaklamış olan bir Filistinli’yi etkisiz hale getirdi. Daha sonra Barkat, elinde bir tüfek ile Filistin mahallesi olan Beit Hanina’da görüldü. Yasadışı çete üyeleri Kudüs sokaklarında, temizlik işçilerinin istihdam edilecekleri alanlara planlama yapmak üzere Filistinli işçi aramaya çoktan başladılar bile.
Tüm malzemeler, her iki taraftan sayısızca masum insanın öleceği uzun ve kanlı mücadele için ortada. İsrail, fizikçilerin nesiller atlatmış olan sırrını keşfetti: Daimi hareketin sırrı. Ne zaman güvenlik güçleri bir intifadayı bastırdıkları için kendilerini kutlasa, bir diğeri baş gösteriyor. Her neslin yaşadığı umutsuzluk, ümitsizlik ve onur kırıcı olaylar dolayısıyla içlerindeki ateş körükleniyor.
Fethin bu döngü haricinde tek bir çıkar yolu var, baskı ve direnç. İsrailli Yahudilerin yapması gereken ise aynanın karşısına geçip kendilerine bakmaları ve üzerinde yaşadıkları toprakları –eşit olarak- paylaştıkları insanlarla uzlaşmak. Bunun tek bir sebebi var. Filistinliler orada kalmak için var, hem de nesilden nesile.
Kaynak: Middle East Eye
Dünya Bülteni için çeviren: Caner İlker