Çocuklu bir aile olmanın en belirgin özelliği, diğer çocuklu ailelere karşı geliştirdiğiniz seçici algıdır. Çocuğunuz hangi yaş döneminden geçiyorsa, sanki yeryüzündeki tüm çocuklar aynı yaştaymış gibi bir duyguya kapılırsınız. O yaş dönemine ait belirgin özellikler, yaşanılan sorunlar, diğer anne babaların o dönemi atlatmak için neler yaptığı; sessizce gözlemlediğiniz, bazen açıktan merak ettiğiniz konuların başında gelir. Tabi ki yeni nesil bir anne babaysanız, düzeltelim, daha çok anneyseniz böyledir!
Başlıktan da anlayacağınız gibi şimdi size, modern çağın ne gözünü ne gönlünü doyuramadığımız çocuklarından bahsedeceğim. Yeni nesil çocukları anlamaya çalışırken günah keçisi ilan edilen yeni nesil anneleri hedefe koyma kolaylığını da titizlikle göstereceğim. Ancak bir “vurun abalıya” yazısı daha okuyacağınızı düşünüp siz sonunu tahmin etmeden önce şunu da belirtmeliyim. Yeni nesil anneler olarak bizim de söyleyeceklerimiz var. Ve bu zamanda işler, gerçekten oradan göründüğü kadar kolay değil.
Bir Pazar günü öğleden sonrası. Büyük şehirlerde yaşayan ailelerin “hafta sonu oyalanması” olarak tercih ettikleri bir alışveriş merkezinin yemek katındayız. Yan masada cıvıldayan 3 yaşlarında bir erkek çocuğu ve musmutlu ailesi, birazdan sosyal medyada yapacakları paylaşım için en uygun kareyi seçiyorlar. Malumunuz paylaşmak artık sanal bir şey. Acıları, dertleri, mutlulukları, taziyeleri, geçmiş olsunları sanal ortamda görev bilinciyle paylaştıktan sonra tertemiz vicdanlarımızla hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Her neyse konumuz bu değil. Yan masadaki ailenin saadetine geri dönelim. Nazara gelmiş olacaklar ki sipariş ettikleri yemek gelene kadar sürüyor bu mutluluk. İşin bu kısmında fotoğraf çekmeyecekler muhtemelen. Çünkü anne tam bir inleyen nağmeler senfonisi. Çocuğun ağzına taşıdığı her kaşığı bir intizar cümlesiyle süslüyor. Ağzını sımsıkı kapatmış küçük ergenin yuttuğu her lokma anne için huzur, geri püskürttüğü her yiyecek kadının masaya yapışma sebebi. Sizin için okurken eğlenceli, seyrederken bol cık cık lı, yoğun empatik ya da şaşırtıcı olabilir. Ancak bir anne için çocuğunun yeterince doymadığını düşünüyor olmanın varoluşsal önemde bir problem olduğunu bilmenizi isterim.
Nasıl mı? Yeni nesil bir anneyseniz, yani 2000 lerden sonra doğmuş bir çocuğa/çocuklara sahipseniz; iyi anne dediğin… diye başlayan pek çok cümleye muhatap olursunuz. Bunların bir kısmı, “iyi anne, çocuğu olduktan sonra işini, gücünü, eğitimini bırakan, çocuğunun en özel anlarına ilk kendi şahitlik eden annedir” türünden tiratlar içerir. Bir kısmı, “anne olunca kendini çocuğa adamak da neyin nesi, kadın olmanın kutsanması için ille de annelik şart mı” cinsindendir. Bir başkası, “çocuğuna ilk 6 yıl kendi bakmayan annelerin çocukları ilgisizlikten psikopat olur” anlayışına dayanır. Bir diğeri “bir anne çocuktan ne kadar erken ayrışırsa, çocuk o kadar özgüvenli gelişir” felsefesine yaslanır. Her gün; televizyonda, internette, kitaplarda, seminerlerde bir söylediği bir söylediğini tutmayan, her biri fili bir yerinden yakalamış, konuştuklarını hakikat sanan bir sürü kafası karışık uzmana muhatap olursunuz. Kimi çocuğun 2 yıl annesiyle uyuması gerektiğine kafayı takmış, kimi çocukların tüm olağan davranış sorunlarını yediklerine içtiklerine bağlamış, kimi akışına bırakmış bu uzmanların sesine… annenizin, kayınvalidenizin, deneyimli arkadaşlarınızın, hayatın anlamını çözmüş komşularınızın, az da olsa kocanızın ve arada kaynayan yavrunuzun sesi karışır. Kendi iç sesiniz mi? Ne yazık ki en çok ona sağır kalırsınız bu süreçte. En az o sesi duyduğunuz için, en az ona güvenirsiniz. Hep, yeterince iyi bir anne olamamakla suçlarken bulursunuz kendinizi. Yeni nesil anne olmak hep suçlu hissetmektir aslında. Suçlu hissederken eş olmayı unutursunuz, kadın olmayı unutursunuz, arkadaş olmayı, evlat olmalı, okuyan, yazan, düşünen olmayı unutursunuz. Acilen kendinize uygun bir savunma mekanizması seçersiniz. Çocuğa yapışır, çocuktan kaçar, çocukla çatışır, çocukla yarışır, çocuğu doğduğuna bin pişman edersiniz. Bir varlık sebebim dersiniz, bir en büyük engelim. Bir iyi ki varsın dersiniz, bir sen olmasaydın. Çocuk bunları hissetmez mi hiç? Hisseder elbette. O da bir oyuncak al bana der, bir sadece benimle oyna. Bir gitme der, bir yanımda durma. Bir sarılır size, bir benim annem olma. Tüm gel gitleriniz ona sirayet eder. Çocuk ağladığı anda yatıştırmaya çabalamak yerine koşa koşa size taşıyan eşinize sirayet eder. Varsa öteki çocuklarınıza, görüşmediğiniz arkadaşlarınıza, taramayı unuttuğunuz saçlarınıza kadar siner ve bulaşır gel gitler.
Şöyle tablolarla karşılaşır, imrenirsiniz. Yanında bakıcısı, hatta bakıcısının da yardımcısı, lüks restoranlarda, alış veriş merkezlerinde etrafa bulaşık gülüşler saçan kadınlar görür ve onları çok mutlu sanırsınız. Halbuki bazı savunma mekanizmaları uzaktan daha fiyakalı durur, hepsi bu. Biraz yakından baksanız o kadınların yalnızlığına, çocuğu pışpışlayamadığı için sizi banyodan çıkaran kocanıza hiç değilse yanınızda olduğu için teşekkür edesiniz gelir. Anneniz çocuğunuza seve seve bakıyorsa bu şükür sebebiniz olur. Cemiyet hayatının botoksu fazla kaçmış anneannelerinin, acemi bir anneye ve ateşi 39 dereceye çıkmış çocuğuna çare olamayacağını bilirsiniz.
Hâsılı yeni nesil anne olmak kolay değildir. Sizinle aynı zamanlarda çoluk çocuğa karışmış öteki kadınların bu durumla sizden daha iyi başa çıkabildiğini düşünmek huzursuz edicidir. Her kafadan bir ses çıkarken kendi sesinizi aralarından seçip çıkarmak cesaret gerektirir. En iyi gelense; gelmiş geçmiş tüm annelerin az ya da çok bu duyguları yaşadığını, sizin de geleceğin annelerine tek kaşınız havada bir şeyler söyleyeceğiniz günlerin yaklaştığını düşünmektir.
Şimdi biraz da biz bize dertleşelim mi? Aramızda kalsın ama sevgili anneler, o çocuğun boğazına tıkıştırdığımız her lokma aslında bizim açlığımız. Oyuncak almak için aradığımız türlü bahaneler bizim mutlu olma çabamız. Çocuğumuzun yeterince aktivitesi olmadığına dair derin inancımız bizim kendimizi oyalama yarışımız. Onun okul başarısı bizi iyi anne yapacak sanıyoruz. O toplum içinde sorun çıkarmadığı sürece biz mükemmel anneyi oynuyoruz. Eğer uygunsuz bir davranışı olursa “mutlaka bunu bir başka çocuktan öğrenmiştir” diye düşünüyoruz. “Aaa hiç böyle yapmazdı” diye kurduğumuz her cümleyle kendimizden kaçıyoruz. Çünkü biz kendi kaygılarımızı ve kafa karışıklıklarımızı çocuk üzerinden çözmeyi daha kolay buluyoruz. Oysa kendimizle, kadınlığımızla, anneliğimizle barışmadıkça sorunlar büyüyor. Çocuklarımızı birbiriyle kıyaslamayı bırakmadıkça, onların kusurlarını kapatmaya çalışmaktan vazgeçmedikçe, annelik sezgilerimize yabancı kalmaya devam ettikçe mutsuz annelerin ve memnuniyetsiz çocukların sayısı her geçen gün artıyor. Size; tek yapmamız gereken şu, diyemeyeceğim için üzgünüm çünkü ben de bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki o da size kendinizi suçlu ve yetersiz hissettiren tüm seslere kulaklarınızı tıkayıp, anneliğinize güvenin. Dilerim ki bu size de iyi gelir!