Genleriyle oynuyorsunuz konuştuğumuz kelimelerin. Hibrid manalar ekliyorsunuz en kadim sözcüklerimize. Bir bakmışız bize tarif ettiğiniz terimlerle düşünmeye, zihinaltımıza boca ettiğiniz söylemlerle hayatı açıklamaya başlamışız.

Kutuplaşma var aramızda diyorsunuz. İki farklı güç çarpışıyormuş gibi bir kurguya ikna olmamızı bekliyorsunuz tıpkı soğuk savaş dönemindeki gibi. Kapitalist değilseniz komünist, solcu değilseniz sağcı, bir şey değilseniz mutlaka zıddı olduğumuz iki kutuplu dünya yok artık. Epeydir çok parçalı bir dünya dönüyor hücrelerimizde. İç içe geçiyor zıtlıklar. İkilik değil sonsuz çokluk, sayısız karşıtlık var. Nüanslar, âlem içinde âlemler var. Cumhuriyet mitinglerine giden kalabalık laik ve demokrat olup karşılarına aldıkları kesim ise irticacı ve anti demokratik değil mesela. Böyle kaba bir ayrım söz konusu bile değil. Aksine.

Cumhuriyet mitinglerini düzenleyenler devletin tek tip ideolojisini bir yaşam biçimi üzerinden herkese dayatmakta bir beis görmeyecek denli otoriter zihniyete yakınlar. AB'ye ve emperyalizme karşı olduklarını söylerlerken bütün söylemlerini ulusalcı bir dile hapsetmişler. Bizim dışımızda kalan her şey yabancı, düşman ve kötü onlar için. Bizden olmayan her şey sırf bu sebeple bize düşman. Bu yaklaşımla adaletli davrandıklarından ise çok eminler. Askeri göreve çağırmaları da cabası. Bu ülkenin ordusundan, yani elinde silah olan gücünden bahsederken bile bir laiklik vurgusu yaparak söylemlerini siyasileştiriyorlar.

Hayatı donmuş, taşlaşmış bir yargıya hapsetmeye çalışıyorsunuz. Diyorsunuz ki "Kürtler olay çıkarmış yine Nevruz'da." İstemiyorsunuz barış içinde yaşayalım. Sizin çatıştıran güç göstericileriniz ve yasakçılıktan nemalanan yetkilileriniz sayesinde aramızda her daim bir düşman kalsın ki siz gücünüzü hep kullanacak yer arayın. Güç kaybolursa düşmanlık biterse, kutuplaşma analizlerinizin tamamı çöker. Yeniden bakmaya, anlamaya, tanımaya çalışmak uzun iştir. Önyargılarla infaz etmek çok daha kolaydır.

Dağda anne hasreti çekenlerin neden kan döktüğünü dağ-anne-kan üçgeni etrafında analiz ediyorsunuz soğukkanlılıkla. Dokunmadan acıya. Dokunmadan cılk yaraya. Diyorsunuz ki: "Verdik işte ana dilde TV programı. Daha ne istiyorlar." İşkencecileriyle, zorbalarıyla, çetecileriyle ve Ergenekon azmettiricilerinin fikir suçlusu olarak addedilemeyecek denli zalim eylemleriyle yüzleşmemiş bir toplum kendi önyargıları ve peşin hükümlerinin tuzağına düşmeye mahkum değil midir? Barışmadan kardeşlik olur mu? Salt ateşkesle?

Ancak sizin istediğiniz olduğunda uzlaşacağız. O yüzden her daim güç sizinle olmalı. Güçlü olan hep haklı mıdır? Tehdide, kutuplaşma ve uzlaşma analizlerinize, üstü kapalı sindirme çabalarınıza teslim olalım, zulmü görmezden gelelim ve böylelikle siz gücü elinde tutan yegane odak olarak ilelebet kendi iktidarınızı ve çete çöplüğünüzü sürdürün.

Hiç sorgulamayalım hortumcuları. Kamu kuruluşlarındaki yolsuzlukları. Faili meçhulleri. Hiç gündeme getirmeyelim iftiraları, fişlemeleri. Çatışma çıkaran provokatörlerin kimler tarafından tutulduğunu. Hiç daha iyi bir düzen isteğimizi dile getirmeyelim. (Getirirsek hemen hain damgası yiyip 301'le yargılanalım.) Razı gelelim çete düzeninize. Ve bunu milletimizin layık olduğu en büyük nimet olarak alkışlayalım. Bu mu olmalıydı neredeyse yüz yıla yaklaşacak devlet projemizin gelip dayandığı nokta?

Gücünüze tehdit olarak algıladığınız kişilerin biricikliğine bir kez değmeden, onların iç dünyasından en yaban, en azılı, en tehlikeli düşmanlar devşirerek: Dünyaya dokunabilir misiniz?

Kişisel hikayeler ve canlı tanıklıklar gerek bize. Bir kalpler ittifakı gerek. Birbirimize yüreğimizle bağlandığımız sürece kesintiye uğramayacak yaşam. Umut var demek ki. Hakkaniyet ve adalet isteyenler ile zulmün sürmesini isteyenler arasındaki uçurumda açıyor hakikat çiçeği. Onu koparmak isteyenlerle koklamak isteyenler arasında. Yaşam başka yüreklerde. İşitecek misiniz?

 
Kaynak: Zaman