Hükümet nihayet başörtülü kadınlara yönelik resmi ayrımcılığın ortadan kaldırılması için bir adım atmaya hazır görünüyor. Eğer bir siyaset tarzı haline getirdiği geri adım atma "geleneğini" bu kez aşabilirse, sürekli mağdur üreten bu sorunu çözmek mümkün.  
  
Ondan da önce, başörtüsü yasağının (aslında hukuki bir temeli olmadığını göz önüne aldığımızda buna "yasak" demek de yanlış, olsa olsa "engelleme" denebilir; ülkedeki güç dengeleri dolayısıyla bir hakkın kullanımının engellenmesi) kaldırılmasının ahlaki meşruluğu üzerine ülkedeki insan hakları savunucuları arasında bir tartışma söz konusu değil. Meclis aritmetiği de uygun, çünkü CHP dışında buna itiraz eden, kayda değer bir temsil gücü olan siyasi parti de yok. MHP, cumhurbaşkanı seçimi sürecinde izlediği başarılı stratejiyi bir kez daha uygulayarak, hükümetin "biz çözeceğiz ama MHP destek olmuyor" türünden bir gerekçeye sığınmasının yolunu baştan kapattı. Hatta bu konuda iktidarın samimiyetsiz olduğuna inanan MHP lideri, engelin kendileri olmadığını, sivil anayasayı beklemeden, bir anayasa değişikliğiyle de bu yolun açılabileceğini ifade etti. MHP, "Anayasa'nın 10. maddesinin 4. fıkrasının "devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetinin sunulmasında ve bu hizmetlerden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır" şeklindeki anayasa değişikliği teklifiyle hükümetin elindeki bütün kozları aldı. Bu öneri, başörtüsüyle ilgili daha somut ifadeler kullanılarak ve dolayısıyla iade edilecek hakkın yorumla "aşılması" mümkün olmayacak biçimde yeniden formüle edilebilir. Önemli olan, bu partinin, çözüm sağlayacak bir düzenlemeye açık olduğunu göstermiş olmasıdır. DTP'nin de başörtülü kadınlara yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına bir itirazı yok. Geriye, hükümetin "öğrenilmiş acizlik sendromu"ndan sıyrılarak, güç ilişkilerine karşı hukuku savunma iradesini gösterebilmesi kalıyor. Hükümet'in, üniversitelerdeki başörtüsü yasağını kaldırmaya yönelik girişimi, insan hakları adına umut verici ve önemli olmakla birlikte, mağduriyetin ortadan kaldırılması bakımından düzenlemenin niteliği ve yöntemi de önemli.

Kamusal alanda yasak "meşrulaşabilir"

Niteliğinden başlayalım. Öncelikle, "hizmet alan-veren" ayrımından hareketle, en azından üniversitelerdeki ayrımcılığın ortadan kaldırılması için yapılacak bir düzenleme, öğrenciler açısından sorunu hafifletse bile, gerçek bir çözüm olmayacak, dahası, kamusal hayatın diğer alanlarındaki engellemelere (örneğin başörtülü kadınların kamu hizmeti vermelerinin engellenmesine) de zımnen meşruluk sağlayacaktır. Çünkü bu ayrımın, kadının varoluş biçimlerinden birini (başı açık olmayı) temel alması, onu "normal", diğerini "istisna" veya "anormal" olarak kabul etmesi gibi bir mantıksal arka planı vardır. Başka bir ifadeyle, "başörtülü öğrenciye engelleme getirilmemeli, çünkü o kamu hizmeti alan vatandaştır" demek, kadının başının açık olmasını "asıl", örtülü olmasını "istisna" kabul eden zihniyetin bir ifadesidir. Hiç kuşkusuz bir bireyin böyle düşünmesi mümkün veya meşru olabilir. Ama tarafsız olması gereken devlet, başı açık veya örtük kadından herhangi birinin yaşam biçimini, görünüşünü veya giyinme tarzını temel alamaz. Bu ayrımdan hareket etmek, kadının başörtülü olmasının normal bir durum olmadığına ilişkin önyargıya teslim olmak demektir ki, böyle bir düzenleme üniversite öğrencilerini kurtarsa bile, hayatın diğer alanlarında başörtülü kadınların eşit vatandaşlık haklarından yararlanmalarını gayri meşru gören ayrımcı zihniyet ve yaklaşımın onaylanması anlamını taşıyacaktır. Dolayısıyla, sorunları tamamen ortadan kaldıracak tek sağlıklı düzenleme, sivil ve siyasi haklar bakımından başörtülü veya başörtüsüz kadınlar arasındaki ayrımları ortadan kaldırmaya yönelik olmalıdır. Başka bir ifadeyle, kadının başını örtmesi veya örtmemesi, onun haklarını kullanmasını düzenleyen bir kriter olmaktan çıkarılmalıdır. Eğer hükümet bunu göze alamayacaksa -ki bunun anlamı sorunun diğer alanlarda devam etmesi demektir- hiç değilse üniversitelerdeki engellemeyi kaldırmak için "hizmet alan-veren" ayrımından hareket etmemelidir. Böylece bir alanda rahatlama sağlayalım derken, diğer alanlardaki ihlallerin gerekçesine meşruluk kazandırılmamış olur.

Yönteme gelince, böyle bir düzenleme, Türkiye'deki "kurumlar" gerçeğini de dikkate alacak biçimde gerçekleştirilmelidir. Esasen baştan beri anlamsız olan "kurumlar arasında mutabakat" arayışından bir sonuç çıkmayacağı bugün anlaşılmış olmalıdır. Türkiye'de bireyin hayatı ile ilgili önemli kararlar almaya yetkili olan kurumların büyük bir bölümü, gelişmiş hukuk devletlerindeki örneklerinden farklı olarak demokratik denetime tabi olmadıklarından, Meclis veya hükümet aracılığıyla topluma karşı sorumlu hale getirilmediklerinden veya üye kompozisyonu itibarıyla da seçilmiş organların belirleyiciliğinden çok bürokratik organların belirleyiciliğine tabi olduklarından dolayı, toplumsal uzlaşmanın kurumlara yansıması kimi zaman mümkün olmamakta veya zaman almaktadır. (Kaldı ki, demokratik bir rejimde bu konudaki temel karar mercii de atanmışlar değil, seçilmişlerdir.)

Bu çerçevede, yasağın kaldırılması için harcanan onca emekten sonra gerçekleştirilecek düzenleme, yarın bir yargı kararıyla kolayca geri alınabilir bir düzenlemeyi ifade etmemelidir. Herhangi bir demokratik hukuk devletinde, başörtüsü konusunun anayasadaki bir düzenleme ile çözülmesi gerekli olmayabilirdi. Ancak Türkiye pratiği, bunun gerekli olduğunu düşündürüyorsa, yani bunun yolu, Anayasa'ya açık, yorumla daraltılması veya kullanılamaz hale getirilmesi mümkün olmayacak bir madde koymaktan geçiyorsa, bu yapılmalıdır. İdeal olan, bu düzenlemenin, kamu hizmeti verenleri de kapsayacak biçimde yapılmasıdır. Bu gerçekleştiğinde, hastane basan ve elinde mikrofon başörtülü personeli "niye türban takıyorsunuz, yaptığınızın suç olduğunu bilmiyor musunuz?" diye sıkıştıran basının da, yasağı kadınlara karşı baskı veya taciz fırsatı olarak kullananların da, yasağı meşrulaştırmak için yapılan propagandanın etkisiyle "nefret suçları" işleyenlerin de "malzeme"si ortadan kalkacaktır. Bu yasağın kalkması, adalet, özgürlük ve barış adına, sadece iktidarın değil, ona katkıda bulunan bütün siyasi partilerin başarısı olacaktır. Yeter ki bu kez siyasi iktidar muktedir olduğunun farkında olabilsin.
 
Kaynak: Zaman