BAŞBAKAN Erdoğan gençlere tavsiyelerde bulunurken Yahudileri örnek göstermiş; vahşi bir cinayete kurban giden Üzeyir Garih'in sözlerini nakletmiş:
"İki şeye karar verdik. Bir, bilgiyi iyi yöneteceğiz, iki parayı iyi yöneteceğiz..."
Para ve bilgi!
Başbakan, Yahudilerin "durdukları yerde hâlâ bunun rantını almaya devam ettiklerini" de eklemiş.
Tarihte ve günümüzde tek tip 'Yahudi' yoktur; çeşitli görüşlerde, değişik dallarda 'Yahudiler' vardır. Dindar Yahudi vardır, ateist Yahudi vardır. Zengin Yahudi vardır, fakir Yahudi vardır.
Övmek veya yermek için toplumlar hakkında "stereotip" denilen tek tipleştirici önyargılar yanlış ve tehlikelidir.
Ama genel olarak, Yahudilerin tarihte ticaret, felsefe ve bilim alanında hayli aktif oldukları da bir gerçektir.
Yahudilerin özellikleri
Bu yüzden Yahudiler hakkında birçok "önyargı" oluşmuştur: "Kan emen, tefeci Yahudi" veya ihtilaller çıkaran, "sapık fikirler" yayan Yahudi tiplemeleri...
Bu önyargıların cinnet hali, Naziliktir: "Beynelmilel Yahudi" diye bir tek tip ve bir gizli örgütlenme vardı; Yahudiler kanları ve dinleri sebebiyle "doğuştan fesatçı" idiler! Bakın, kapitalizm, komünizm, Freudizm falan hep Yahudi oyunu idi!..
Ortaçağlara kadar giden köklü ve hastalıklı bir önyargıdır bu.
Hilmi Ziya Ülken "Yahudi Meselesi" adlı değerli eserinde ayrıntılarıyla anlatır: Ortaçağ Avrupa'sında Yahudilerin toprak sahibi ve devlet memuru olması yasaklanmıştı. "Köylü ve memur" olamayan Yahudilere tek yol kalıyordu ticaret...
12. ve 13. yüzyıldan itibaren şehirlerde oluşmaya başlayan yeni girişimci sınıflarda birçok Yahudi bulunması bundandır.
Tüccarsan "para basma"nın hesabını, kitabını yapacaksın; böylece zihinler matematiğe, rasyonalizme daha bir yönelecekti...
Bu da soyut düşünceye, felsefeye yol açacaktı tabii...
Kilise ve feodal devletler ise ticareti hor görüyor, felsefeyi yasaklıyordu. Tabii Kilise'yle ve düzenle çatışan akımlarda çokça Yahudi görülecekti...
Irkla da Tevrat'la da ilgisi yok, tarihi sebeplerden.

Bize gelince...
Bütün Ortaçağ ve bütün klasik imparatorluk toplumlarında olduğu gibi bizde de ticarete itibar edilmedi. "Tüccar" değil, "komutanlar"lar ve "yöneticiler" yüceltildi.
Vakanüvis tarihleri tüccarları soyguncu, vurguncu diye suçlayan satırlarla doludur.
1960'larda bu bu kafa solculuk sanılacaktı; neyse...
Ancak 1800'lerin başından itibaren Sadık Rifat Paşa, Namık Kemal, Cevdat Paşa gibi isimler gördüler ki, geri kalmamızın en önemli sebeplerinden biri tarihte "köylü ve memur" kalmış olmamızdı!
Ticaretin, sanayinin, girişimciliğin gelişmesini savundular.
Abdülhamid'in "Atalarımız keşke biraz tüccar olsaydı" diye yakınması vardır!
Sadece Batıcılar değil, Said Nursi gibi İslamcılar da geri kalmamızda "köylü ve memur" olmamızın büyük rolünü vurguladılar, ticaret ve sanayii savundular.
İttihatçıların ünlü "Milli İktisat" politikasının amacı Müslümanları tüccar ve sanayici yapmaktı. Atatürk'ün "Kaç milyonerimiz var?" diye esef etmesi, Menderes'in "Her mahallede bir milyoner" özlemi bu uzun tarihin eseridir.
Netice: Tüccar ve sanayici olmak iyidir! Bilim adamı, felsefeci, sanatçı olmak iyidir.
Bunlar her milletin, bu arada Yahudilerin de iyi taraflarını yansıtan özelliklerdir.

Kaynak: Milliyet