Son yıllarda Türkiye'nin ekonomik ve sosyal göstergeleri ülkemizde ve dünyada dikkat çekici özellikler gösteriyor. Türkiye dünyanın belli başlı ekonomik güçleri arasında sayılıyor. Önümüzdeki yıllar için büyük hedeflerden söz ediliyor. Bu gelişmelerin millet olarak özgüvenimizi geliştirmeye katkı sağlamasını ümit ediyoruz. Burada özgüven çok önemlidir. Sorunların tamamen kendi içimizde çözülmesi sürecini başlatabilir. Ülkemiz yazık ki bir iki asırdan bu yana öz güvenini kaybetmiş ve çözümleri yabancı reçetelerde arar bir hale gelmiştir.
Ben burada ekonomik ve sosyal açıdan belli bir olgunluğa erme halinin gerekleri üzerinde durmak niyetindeyim. Bir kere bu güne kadar yaşanan sürecin hastalıkları iyi tahlil edilmelidir. Ülkemiz kapalı, etrafı düşmanlarla çevrili, Ortadoğu ülkelerine benzer otoriter, devletçi bir manzara arz ediyordu. Bu haliyle dışarıdan sürekli ekonomik ve ideolojik destek alan bir yapısı vardı. Son zamanlarda ise yeni bir durumla karşı karşıya. IMF'ye olan borçların Mayıs ayında bitecek olması, aksine IMF'ye kredi verecek ülke durumuna gelmesi yeni durumu çok iyi sembolize etmektedir.
Ülkemizin mevcut ekonomik, bilimsel, teknolojik kapasitesi ayrıca incelenebilir. Dünyanın "gelişmiş" sayılan ülkeleriyle bir karşılaştırması yapılabilir. Fakat söz konusu ülkelerin çok önemli bulduğum ortak bir özelliği var; dar anlamda kendi ulusal insan kaynaklarına dayanmıyorlar. Irkçılık, ayrımcılık gibi sorunları çözememiş olabilirler. Ama her birinin dünyanın belli coğrafyalarına dayanan beyin göçü ve emek potansiyelleri var. Bu Fransa için Kuzey Afrika ve Cezayir, Almanya için Türkiye ve Doğu Avrupa, İngiltere için Hindistan ve diğer eski sömürgeler, ABD için nerdeyse bütün dünya olabilir. Ortak özellik, dışarıdan insan kaynağı desteği alınmasıdır.
Bilimsel ve teknolojik üretim, ekonomik ve siyasi güç, nitelikli insan potansiyeline ihtiyaç duyuyor. Edilgin bir ülke pozisyonunda bu o kadar önemli olmayabilir. Kendi ulusal kaynaklarınızla idare edebilirsiniz. Bu aşamada kendi yağıyla kavrulan, milli geliri zayıf bir ülke durumu vardır. Ekonomik gelişme ister istemez sınırları aşmayı getiriyor. Ülkenin etkinliği arttıkça ekonomisi gelişiyor. Nitelikli insan ihtiyacı bir o kadar artıyor. Bu ihtiyacı bir noktadan sonra ülke sınırlarınızdaki yetişmiş insanlarla karşılayamazsınız. Dünyada rekabet kuvvetli, çıta yüksek. Büyük firmalar, büyük devletler, milliyeti, dini ne olursa olsun buna ayak uyduracak, yetinmeyip bir adım ileriye taşıyacak kapasiteli "innovatif" insanlara şiddetle ihtiyaç duyuyor. Bulduğunu büyük imkanlar sunarak çağırıyor, üniversitelerine, projelerine dahil ediyor. Bölgesinde, dünyada iddiası olan ülkelerin, toplumların başka bir seçeneği yoktur.
İslam uygarlığında eksenin hareketine göre bilim ve sanat adamlarının adeta göçleri yaşanmıştır. Timur zamanında Semerkant, Buhara bilim ve sanat adamlarının toplanma yeri oldu. Fatih Sultan Mehmet zamanında bu merkez İstanbul'du. Padişahlar bugünle karşılaştırıldığında külliyetli meblağlar ödeyerek bu insanları İstanbul'daki medreselerde veya sarayda istihdam etti. Büyük İslam merkezlerinin ortak özelliği etnik kimliğe bakılmamasıydı. Kimse Gazali'nin, Buhari'nin, Ebu Hanife'nin, Uluğ Bey'in, Fuzuli'nin milliyetiyle ilgilenmedi. İbn-i Haldun, İbn-i Arabi, Endülüs'ten Bağdat'a kadar büyük bir coğrafyada serbestçe hareket etti.
Bugün de Batı'daki bilim ve kültür merkezleri üstün yeteneklere ardına kadar açıktır. ABD kimliği etnik bir temele dayanmaz. Binlerce Hintli, Avrupalı, Asyalı, Türk, bugün ABD'deki bilimsel ve ekonomik sisteme katkıda bulunuyor. Katma değer üretenler devlet tarafından el üstünde tutuluyor.
Türkiye ise bütün o gelişme göstergelerine karşın istihdam açısından henüz kapalı, ulusal bir ülke görüntüsü arz ediyor. Üniversiteler, devlet daireleri, şirketler, yabancı eleman bulundursa da bunun oransal olarak çok yetersiz olduğu bir gerçektir. Türkiye büyük ölçüde kendi insan kaynaklarına dayanıyor. Oysa geldiği noktadan sonra, ulusal değil evrensel potansiyele ihtiyaç duyuyor. Geçtiğimiz yüzyılda geçerli olan söylemleri bir kenara bırakması ve kendine daha sürdürülebilir bir zemin bulması gerekiyor. Ulusal potansiyelin sınırlarını aşıp evrenseli yakalaması gerekiyor. Bunun için geleneksel kültürümüzde yeterince ipucu mevcuttur.