Masanın başında, ekonominin dümenindeki Devlet Bakanı Nazım Ekren oturuyordu. Yanı başında, Bankalar Birliği Başkanı ve İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince vardı.
Yapı Kredi, Garanti, Akbank, Şekerbank, Vakıfbank gibi sektörün önemli aktörleri ile Bank Asya ve Albaraka gibi katılım bankalarının temsilcileri de aynı masadaydı.
Dünyanın büyük bir krizi konuştuğu sırada, ekonominin önemli oyuncularının tahlillerini dinlemek güzel bir fırsattı. Her bir konuşma kuşkusuz ayrı bir değere sahipti. Ancak gazetemizin ev sahipliği yaptığı finans zirvesinde, şahsen beni en çok heyecanlandıran, daha önce bu sütunda dile getirdiğim bir konunun yeni bir cephesini öğrenmek oldu. "Türkiye'yi iki kez kurtaran formül" başlıklı yazıda (28 Kasım 2007), son 5-6 yılda gerçekleştirilen reformların Türkiye'yi nasıl iki kez kurtardığını dile getirmiştim.
Bunlardan birincisi, çoğu Avrupa Birliği sürecinde gerçekleştirilen reformların darbe planlarının akim kalmasındaki etkisiydi. AB için bu kadar çaba gösteren bir yönetimin, Türkiye'yi demokrasi ve çağdaşlıktan uzaklaştırdığı propagandasına dünyada kimse inanmadı.
Reformlar sayesinde etkisi kırılan ikinci kriz, terördü. Reformlar sayesinde, dünya ilk kez PKK karşısında Türkiye'nin tezlerine hak vermeye başladı. Önceleri hep Türkiye'ye yapılan eleştiriler, PKK'ya ve onun çizgisinde siyaset yapanlara yöneldi. Çünkü demokratik açılım için risk alan bir yönetime karşı teröre başvurmak savunulamazdı. Normalde dünyayı ayağa kaldıracak sınır ötesi operasyon da bu sayede Türkiye'nin meşru hakkı olarak görülmeye başladı.
Akbank Genel Müdür Yardımcısı Hayri Çulhacı'nın sözleri, reformların Türkiye'yi rahatlattığı bir başka alana işaret ediyordu. Dünyadaki ekonomik krizi ve Türkiye'nin seçeneklerini tahlil eden Çulhacı, önce Türkiye'nin artı ve eksilerini saydı. Eksi hanesindeki en önemli husus, büyüyen cari açıktı. 2006'da 32 milyar dolar, 2007'de 37 milyar dolar olan cari açığın bu yıl 45 milyar dolara ulaşması bekleniyordu. Önceki yıllarda bu açık doğrudan yabancı sermaye girişiyle kapatılmıştı. Ancak kriz yüzünden yatırım iştahı kaçacak ve açığı kapatmak zorlaşacaktı.
Sonra artıları sıraladı. Hacmi 800 milyar dolara ulaşan milli fonların büyük kısmı gelişmiş ülkelerde değerlendirilmiş olsa da bunların yeni alanlara yatırım yapabileceği görülüyordu. Son dalgalanmada piyasadan çıkan yabancı yatırımcıların yerine bu fonlar gelebilirdi.
İkinci artı, Türk bankacılık sisteminin bu tür dalgalanmalara karşı kazandığı dayanıklılıktı. Bankaların yüksek miktarda döviz tevdiat hesapları vardı ve piyasaların mali derinliği artmıştı. 2001'de 40 milyon dolarlık bir hareketlenmede, kur baş aşağı veya yukarı giderken, bugün bunlar yaşanmıyordu. 2001 krizinde sermaye çıkışı yaklaşık 3 milyar dolar olmuş ve bu, faizlerin 70 puan artmasına yol açmıştı. Halbuki Mayıs 2006'da 4 milyar dolar çıkmasına rağmen, faiz 6 puan artmıştı. Kasım 2007'deki dalgalanmada ise 3 milyar dolar çıkmasına rağmen faiz hiç oynamamıştı.
Bu analizden sonra Çulhacı can alıcı noktaya geldi: "Türkiye olarak bütün bunlara ilaveten çok ama çok önemli bir artımızın daha olduğunu düşünüyorum. O da Türkiye'nin geçirdiği siyasi, demokratik, hukuki değişimin hikâyesidir. Türkiye'yi diğer gelişmekte olan ülkelerden ayıran bu durumu, herkes gibi dünya finans çevreleri de ilgiyle izliyor. Türkiye'nin düştüğü yerden kalkmakta gösterdiği başarısı ve geçirdiği değişim süreci herkesi etkiliyor."
Bakan Ekren, dünyayı etkileyen bu dönüşüm hikâyesinin ekonomik yönünü 3 göstergeyle somutlaştırdı: Bu dönemde kişi başına düşen borçlar azalırken, kişi başına düşen gelir ve yatırım artmıştı.
Dönüşüm hikâyesinin etkisini İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün son raporunda da görmek mümkün. Hrant Dink cinayetinden gece yarısı muhtırasına, kırıklarla dolu 2007 karnesini özetleyen örgüt, geri gidişin faturasını Sarkozy ve Merkel'e çıkardı. Rapora göre, bu ikilinin tutumu yüzünden zayıflayan üyelik umudu, AB'nin etkisini sınırladığı gibi, reform yanlılarını da en önemli araçtan mahrum etmişti. Gece yarısı bildirisinin olumsuz etkisi de AB sayesinde değil, hükümetin ve Türk halkının tutumu sayesinde bertaraf edilmişti.
Dönüşüm, elbette kolay değil. Ama pratik sonuçları bir yana, bu çabanın hikâyesi bile Türkiye'yi ipten alıyor. Acaba hangi silah bu kadar işe yarar?
Kaynak: Zaman