Ortak vicdan ve düşünce oluşturma deneyimi çeşitli düzlemlere taşınarak yaşanmaya devam ediyor.
İslamcı ve sosyalist yazarların birlikte oluşturdukları yeni bir deneyim alanı olan Doğudan dergisi de Türkiye'de ve Ortadoğu'da hatta dünyada olup bitenlere birlikte bakmanın imkânını araştırıyor. Sol ve İslamcı aydınlar ortak bir vicdan-düşünce oluşturabilir mi, Doğu-Batı arasında Türkiye'den hareketle kesişme noktaları neler olabilir?
Eylül 1997'de yayın hayatına başlayan dergi bugüne kadar çok önemli dosyalar hazırladı. 'Türkiye'den Doğu'ya Bakışlar, Doğudan Türkiye'ye bakışlar, Kadın: Tahakküm ve Direniş, Ortadoğu'da Devlet ve Demokrasi, Lübnan'ı Parçalayan Nedir?' gibi.
Bu yazının konusu ise 14. sayının (Kasım-Aralık 2009) dosyası Yerli Çözüm Arayışları. Son elli yılda Türk düşünce hayatında etkili olmuş, içinde bulundukları varsayılan fikir gettolarının içine sığmamış, yaşananları ve Osmanlı sonrasını, dönemin sağ-sol eksenli çözümlemelerinden bağımsız olarak anlamlandırmış, bu yüzden de ağır eleştirilere uğramış, çoğu ağır hapis cezaları almış ve bedel ödemiş büyük yazar ve öncülerin önyargılardan arınarak yeniden okunma çabası. Birçok ezberin bozulmasına yol açan, bu yüzden de takipçileri kitlesel değil, daha çok bireysel denilebilecek insanlar. Onların bıraktığı yerden tartışmaları sürdüren, zaaflarına bakarken fikir ürettikleri zamanın koşullarını göz ardı etmeyen, yeni bir konuşma zemini yaratma çabası dosyanın ana eğilimi.
Yerlilik tartışmaları cumhuriyet döneminden günümüze kadar geldi. Fakat dosya editörü Alaattin Oğuz'un dediği gibi Yeni Osmanlılardan başlayarak birçok yazar ve aydın "aşırı Batılılaşmayı" "züppelikle" ilişkilendirerek yermişti ama temel hedef yine de muasır medeniyet denilen modernleşmenin gerçekleşmesiydi.
Birinci Dünya Savaşı'nın ardından tesbih tanesi gibi dağılan büyük bir ülkenin düşünen insanları farklı eğilimleri temsil etseler de elbette genel çıkarımlarda da bulunmuşlardı. Yüz yılların deneyimiyle yan yana ya da bir ara yaşamak yerine her farklılık için ayrı bir devlet öneren, bunun için amansız çabalar içinde olan itilaf devletleri derin endişeler yaratmıştı. Bu korkuları üzerlerinden atamayan fikir adamlarının çoğu mevcut devletin manevi şahsiyetinin zedelenmemesine özen gösteriyordu.
'kibri terk etmeden cehalet elbisesinden sıyrılamayız'
Mesela zorba olmayan, zulüm yapmayan öncü bir devletin otoritesine boyun eğilmesi gerektiğini savunan Nurettin Topçu'da devlete mistik bir yaklaşım vardır. Buna rağmen Topçu, hak ve adalet duyguları savrulma yaşayan Müslümanlar için önemli bir imkândır. Demokrasiye kimi haklı nedenlerle eleştirel yaklaşımı, halk iradesini savunurken bile bırakmadığı elitist tutumu yüzünden eleştiriye uğrasa da, içinde yer aldığı düşünce ikliminin kabullenmekte zorluk çekeceği geniş bir ufku var. Milletin feyiz kaynağı yetiştiricisi ve yaşatıcısı bir yönetim ütopyası vardı. İnsanın isyanı her şeyden önce kendi dar ve bencil arzularına karşı isyandı, itirazlarının temel hedeflerini anlattığı İsyan Ahlakı kitabına göre.
Ona göre mülke hürmet onun tamamladığı insan şahsiyetine hürmetten ileri geliyordu. Mülk bilakis insan şahsiyetini tahrip edince ve başka şahsiyetlerin de tahribi için bir silah olarak kullanılınca, ona hürmetin sebep ve hikmeti ortadan kalkmış olurdu. Bu yaklaşımlar sosyalistlik olarak değerlendirildi ve Topçu ayrıksı bir Müslüman olarak ana gövdeden kopmuş sayıldı.
Sosyalistlerin çoğu ise aydınlanma adına Kemalizm'i ve tepeden inme cumhuriyet devrimlerini benimsediler. Bazı öncüler ise Marksist kavramların, ilerlemeci diyalektiğin dışına çıkarak Batılılaşma ve modernleşmeye eleştirel özgün yaklaşımlar sergileyebildiler. Kemal Tahir tarih ve sosyoloji birikimini romanlarına taşımıştı. Özellikle ünlü sohbetlerinde insanların düşüncelerini sarsan, fikirlerin doğruluklarını sorgulatan, özetle kendimizden yola çıkan düşünceler doğurtabilen bir düşünce ve edebiyat zemini yaratırdı. Çatışmanın merkezine "sınıfı" değil Doğu-Batı'yı koymakla suçlanmıştı. Osmanlı'nın devlet kişi ilişkilerini bugünün sınıflı Batı dünyasının henüz varamadığı, çok ileri, çok insancıl bir aşamaya bundan beş asır önce ulaştırdığını söyleyerek zamanın mutlak Batıcı, doğrusal ilerlemeci ruhundan ayrılıyordu.
Dosyada incelenen İdris Küçükömer de Türk siyasi tarihini Batılılaşmayı merkeze alarak okumuştu. Kimilerine göre fikirleri bir uçtan diğerine savrulan, fikir dağınıklığı olan biriydi. Fakat zor koşulların adamı olarak çocukluğundan itibaren tanık olduğu adaletsiz dünyada, bu ülkenin neye ihtiyacı olduğuna dair kendi ayne'l yakîn bildiklerinin izini sürmüş ve halka yabancılaşmadan ilerlemenin yolunu aramıştır. Bu noktada kendini solda tanımlamasına rağmen, hem Kemalist tezleri hem de geleneksel sağ ve sol anlayışları reddetmiş biri.
Hikmet Kıvılcımlı'nın yaklaşımları ise darbelere, baskılara, yasaklara yürekten bir set çekemeyen, istisnalar hariç bocalama ve kararsızlık içinde sürüklenen sola karşı hâlâ tazeliğini koruyor ve yeniden esin kaynağı olabilecek güçlülükte. Ona göre İbni Haldun iliklerine kadar Müslüman olduğu halde fikir üretirken, yıkılış ve diriliş kanunlarını arar ve bulurken İslam medeniyetini kayırmaya kalkışmadı. "Biz ondan yüzlerce yıl sonra bile bu kadar tarafsız olamıyoruz, bir insan softa ise Marksist veya medreseli olması fark etmez." diyor Kıvılcımlı. Uğradığı ağır eleştirilere cevap verirken, kendi birikimimizden referans vermenin kınanması karşısında, Avrupa'ya tapınma noktasına geldiğimizi yazar. Orada ün kazanmış bir düşünürün önünde eğilmemeyi neredeyse suç saydığımızı söyler. Hazreti Muhammed'in olağanüstü nitelikte seçkin bir kişilik olduğunu ima eder ve kendi çevresindeki insanlığın ruhi ve ahlaki düzeyini yükseltme yollarını aramakta tartışılmaz bir dürüstlük ve coşku dolu bir yetenek gösterdiğini açık yüreklilikle dile getirir.
15 Ekim 1957'de Vatan Partisi için Eyüp meydanında yaptığı propaganda konuşmasını bulup okumak lazım, tarihî bir vesika niteliğinde. Din yoluyla komünizm propagandası yapmak suçuyla cezaevine yollanmıştır konuşmadan sonra, daha önce 22 yıl yattığı mahpushaneye..
Cemil Meriç okumaları ise hâlâ bakir bir alan. Üzerine çok yazılmış çok konuşulmuş ve herkes bir şekilde kendi dar alanında tutmaya çalışmış ama şimdi geldiğimiz noktada bütün genişliği ve zihin açıcılığı ile en baştan ele alınmayı hak etmekte. Sevgili kızı Ümit Meriç onun yöntem olarak Marksizm'i izlediğini, bunun ölürken "sevgilim Muhammed" demesine mani olmadığını söylemişti bir mülakatında.
Nurettin Topçu neredeyse elli yıl önce "bugün İslam dünyası kibrine sımsıkı sarılmış bulunuyor" diyordu. Kendini yüceltme yolunda yaptığı iş kendinden olmayanları kötülemek olmamalı diye düşünüyordu. Kibri terk etmeden cehalet elbisesinden sıyrılamayacağımızı yazdı. Şimdi herkesin başka fikirlerle buluşma, ortak doğruları ve insani zemini üretmede bütün imkânları gözden geçirme zamanı.
Kaynak: Zaman