Anayasa Mahkemesi'nin türban düzenlemesini iptal etmesi, AKP'nin kapatılması ihtimalini güçlendiriyor. AKP gücünü, Anadolu'da büyüyen muhafazakâr orta sınıftan ve Kürtlerden alıyor; partinin kapatılması tutuşmaya hazır olan ve ekonomisi sendeleyen ülkede yüksek gerilim yaratır
Türkiye'nin sadık laikleri, AKP ezici bir zaferle iktidara geldiği 2002'den beri diken üstünde. AKP'nin kökenleri, daha önce laiklik karşıtı oldukları gerekçesiyle kapatılan ve bariz biçimde İslamcı olan iki partiye dayanıyor. O yüzden ilk bakışta Anayasa Mahkemesi'nin AKP'nin yasaklanması ve (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da dahil olduğu) 71 kişiye siyaset yasağı getirilmesini talep eden davayı görüşmek zorunda olmasında şaşılacak bir yan yok.
Yine de AKP'nin yeniden seçilmesinin üzerinden 12 aydan az bir zaman geçmişken partinin yasaklanması ve liderlerine beş yıl süreyle siyaset yasağı getirilmesi, Türkiye'nin narin demokrasisinin üzerine düşen bir bomba tesiri yapacaktır. Ne yazık ki, mahkemenin
kadınların üniversitelerde İslami tarzda başörtüsü takabilmesine izin veren yasayı iptal yönündeki son kararı, mahkemenin AKP'nin kapatılmasına karar vereceği ihtimalini güçlendiriyor. Başörtüsü yasası, başsavcının iddianamesinin merkezi unsurunu oluşturuyor. Anayasa Mahkemesi, türban yasasının 9'a karşı 2 oyla iptaline karar vermekle, başsavcının AKP'nin 'laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı' olduğu yönündeki iddiasını destekleyeceğini güçlü biçimde ima ediyor.
İddianamede yeterli kanıt yok
1923'ten beri Kemal Atatürk'ün cumhuriyetinin köşetaşı olan laikliğin yanlış yöne saptığını gösteren hiçbir şey yok. Ne de bir mahkemenin bir yasanın ya da hatta bir partinin anayasaya aykırı olduğuna hükmetmesinde prensipte bir yanlışlık var. Ama Türk laikliği, sadece dinin ve devletin birbirinden ayrılığını kapsamayıp dinin devlet tarafından tamamen kontrol altında tutulmasını öngörerek, aşırı derecede tutucu olabiliyor. Anayasa Mahkemesi'ne gelince...Yer yer iyi olan partizan bir sicile ve her zaman iyi nedenlerle olmamakla birlikte siyasi partilerin kapatılmasına hükmetmiş bir geçmişe sahip. 1961'den beri Türkiye'de 24 kadar parti kapatıldı (Batı Avrupa'daysa 1950'den beri kapatılan parti sayısı sadece üç). Ve bu davaların 23'ünde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mahkeme kararının insan hakları sözleşmesini ihlal ettiğine hükmetti.
Başsavcı, Avrupa mahkemesinin AKP davasında bu görüşü taşımayacağında ısrarlı. Ancak savcının iddianamesi, suçlamalar açısından uzun, dişe dokunur kanıtlar açısındansa kısa. Partinin 'gizlice' şeriat getirmeye çalıştığı yönündeki doğruluğu ispatlanmamış olan iddiasını haklı çıkarmak için gazete makalelerden ve röportajlardan alıntı yapıyor. Bu yeterli bir kanıt değil. Erdoğan ve AKP, defaaten laik devleti desteklediklerini vurguladı ve altı yıllık ekonomik ve siyasi reformlar sicili, azınlık ve kadın haklarının genişletilmesi ve AB'yle üyelik müzakerelerinin başlaması da onların bu sözlerini destekler nitelikte. AKP hükümeti kısa vadede laik seleflerinden hem daha liberal hem de daha başarılı oldu.
Bu, yargıçları bu son aşamada bile dikkatli davranmaya ikna etmek bakımından yeterli olmalı. Eninde sonunda bu, alt tarafı bir yasanın anayasaya aykırı olup olmadığının belirlenmesi. Fakat seçmenlerin çoğunluğunun oyları tarafından seçilmiş bir siyasi partinin tümden kapatılması ve liderlerinin siyasetten men edilmesi bambaşka bir şey. Herhangi bir demokraside böyle bir durum son derecede sorunlu olacaktır -bu yüzden böyle bir karar için çıta istisnai ölçüde yükseğe konulmalıdır.
AKP başka bir isim altında yeniden oluşturulsa dahi bunun ülke içindeki yan etkileri ciddi olacaktır. AKP, halihazırda tüm ülke genelinde milletvekili çıkarmış tek parti; laik muhalifleri doğu ve güneydoğuda neredeyse hiç temsil edilmiyor. AKP, gücünü, Anadolu'da büyüyen muhafazakâr (ve dindar) orta sınıf Türklerden ve aynı zamanda artan bir biçimde Türkiye Kürtlerinden alıyor. Laik partiler genel olarak, yükselen İslami köktenciliğin Türkiye'yi yeni bir İran'a dönüştüreceği yönünde anlaşılabilir, ama ölçüsüz korkular taşıyan ürkek seçkinler adına konuşuyor. AKP'nin kapatılması, zaten tutuşmaya hazır olan ve ekonomisi sendeleyen ülkede yüksek bir gerilime yol açacaktır.
Türkiye'de patlak verecek anayasal bir krizin uluslararası alanda da ciddi yankıları olacaktır. AB'nin, en büyük partisini ve liderlerini yasaklamış bir ülkeyle müzakerelere nasıl devam edebileceğini düşünmek epey zor. Türkiye'nin üyeliğine karşı olanlar, yeniden başlayan müzakereleri durdurma şansını havada kapacaktır. Kürtler arasında depreşen huzursuzluk Kuzey Irak'a akabilir: Bazı Türk generaller, burada üslenen Kürt teröristlere yönelik operasyonları genişletmek istediklerini söylüyor. Ve Türkiye'de bir kriz, şüphesiz, Kıbrıs
sorununun çözümü için atılan ilk tereddütlü adımları da durduracaktır.
Erdoğan işbirliğini önemsemeli
Tüm tarafların izlemesi gereken daha iyi rotaysa, 1980'deki askeri darbenin hemen ardından yazılmış olan ve hem AB'nin hem de çoğu Türk'ün modernleştirilmesi gerektiğine inandığı anayasanın yeniden gözden geçirilmesi için birlikte çalışmak olacaktır.
Erdoğan, muhalifleriyle işbirliğine gitmede başarısız olduğu ve yeniden seçildiği geçen temmuzdan beri anayasal reformlara yeterince hızlı girişmediği için haklı olarak otokratik bir çizgi izlemekle suçlanabilir. Fakat onu ve partisini yasaklamak kimsenin çıkarına hizmet etmez.
Kaynak. Radikal