Şimon Peres, Davos'ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a zımni olarak 'Arapların işine ne karışıyorsun?' mealinde bir söz söyledi. Ardından 8 Arap ülkesi toplandıkları Abu Dabi'de sanki bu sözün yankısı anlamına gelebilecek sözler söylediler Ardından Gül, Suudi Arabistan'a gitti ve orada bu sözü hatırlattı ve Türkiye'nin bölgesine yabancı kalamayacağını aktardı. Türkiye'nin rolünü sadece Suriye ile İsrail arasında arabuluculuğa hasretmek isteyen Abbas da Türkiye'ye geldikten ve karnının gazı alındıktan sonra üslup değiştirdi. Ardından Avrupa turunu tamamlayan ve Sarkozy ve Berlusconi ile Şerm eş Şeyh'ten sonra bir kez daha hasret giderdikten sonra Türkiye'ye uğrayan Mübarek sanki Mahmut Abbas'ın misyonunu tamamlar gibiydi.  Fetih'in tarihi meşruiyetini hatırlattı ve Hamas'ın bu tarihi yasallığı ve meşruiyeti çiğnememesi gerektiğini zımni olarak söylemiş oldu. Burada asıl önemli olan, Türk basınının acele yargılarının hilafına Arapların kendi ağırlığıyla istemedikleri Türkiye'ye engel de olamamaları gerçeğidir. Türkiye isterse bölgede karşı bir kutup oluşturur veya kendisini istemeyen kutbun karşısında başka bir kutba da yaklaşabilir. En azından teorik zeminde böyle bir manevra imkanı vardır. Esasında Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkeler Türkiye'yi 'çizmeyi aşmadan' yardımcı bir pozisyonda görmek istiyorlar. Kendi başına buyruk ve bağımsız politikalar izlemesini ise haliyle hazzetmiyorlar. Lakin bölge denkleminde bunu da engelleyemiyorlar. Zira Türkiye'nin çıkarıldığı denklem onlar açısından daha da ürkütücü ve korkutucu. Bu yüzden büyüyen rolünden endişeli olsalar da kapıları Türkiye'nin suratına  kapatamıyorlar. Gazze krizinin başında Ebu'l Geyt nasıl ansızın Ankara'ya gelmişse bir şekilde de 10 yıl aradan sonra Mübarek Türkiye'ye gelmeye mecbur olmuştur. Zira, yeni dönemde Türkiye ile aynı karede gözükmek isteyen sadece İsrail değildi. Aynı şekilde 'ılımlı kanat' denilen kanat da Türkiye ile aynı karede gözükmek istiyor. Fazla seçenekleri yok.  Türkiye ile Katar merkez kaç bir sahayı teşkil ediyor ve iki kutbun da dışında kalıyor. Bilindiği gibi İran-Suriye mihverine mukabil 'ılımlı Arap' kanadı denilen bir kanat var ve bunları Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkeler temsil ediyor. Lakin bu ülkelerin etkileri de kırılıyor.

*

Gazze krizi sırasında hem İran-Suriye hem de ılımlı Arap kanadı veya bloku pasif bir tutum takındı. Yıldızı parlayan ise üçüncü blok olarak anılabilecek merkez kaç yapıyı temsil eden Türkiye ve Katar oldu. Türkiye Erdoğan ve Davudoğlu ile siyasi yıldız olurken el Cezire üzerinden Katar da enformatik bir yıldız haline geldi. Elbette siyasi tarafı da var.  Türkiye giderek önemsenen bir ülke. Ilımlılar öbür tarafa bırakmak istemiyor., Öteki taraf da kendi içine almaya çalışıyor. Bu bağlamda Irak'ta  Ali Hameney'in Temsilcisi Ali Ekber Velayeti'nin ziyaret etmiş olduğu Ahmet Çelebi, Suriye, Türkiye ve İran mihverinden bahsetmiştir. Tabii ki Irak'ı da içine alacak şekilde. Bu esasında değişen yapıyı ve gücü temsil ediyor. El Cezire'de Faysal Kasım da (11 Şubat 2009) El İtticah el muakis programında kahramanlarını kaybeden Araplara üç yeni kahraman sundu. Bunlar Chavez, Ahmedinejad ve Recep Tayyip Erdoğan idi. Konuklardan birisi bu üç kahramanı ölümüne savundu ve Arapçılığın kan bağı olmadığını ve dolayısıyla bu isimlerin Araplardan daha fazla Arap davasına hizmet ettiklerini beyan etti.  El hayat gazetesinden Halil Atati de 'Yükselen yeni güçler ve eski Ortadoğu' başlıklı makalesinde Rumsfeld'in 2003 yılında 'Yeni ve Eski Avrupa' sözlerini hatırlatırcasına Ortadoğu'da yeni bir taksim yaptı. Halil Atati'ye göre eski Ortadoğu'yu, düşen güçler Mısır, Suudi Arabistan ve Irak temsil ediyor. Yükselen güçleri ise Türkiye ve İran temsil ediyor. Özellikle de 1 Mart tezkeresinden sonra Türkiye'nın yıldızı gittikçe parlıyor. Araplar genel olarak Türkiye'nin hasbi bir şekilde Arap davasının yanında olduğunu düşünüyor. Halil Atati'ye göre, eski Ortadoğu'yu temsil eden güçlerin yerini ise Türkiye ve İran alıyor. Bugün Ortadoğu'da yükselen gücü temsil eden İran-ABD münasebetleri geçmişte Nasır ile Eisenhower arasındaki münasebeti hatırlatıyor.

*

Merkezdeki güçlerin yerini kenardaki güçler alıyor. ABD de ılımlı Arapları çantada keklik gördüğünden dolayı onlara fazla da ehemmiyet vermiyor. Bunun yerine ABD'nin yeni yönetimi İran'ı kazanmaya çalışıyor. Nasır gibi bugün İran Ortadoğu'daki etkisini iki boyut üzerinden sürdürüyor. Birincisi, Nasır gibi direnişçi gruplara hamilik yapıyor. İkincisi de, İsrail ile kayıp dengeyi nükleer program üzerinden sağlamaya çalışıyor. Atati'ye göre, Türkiye nezih bir taraf olarak sivriliyor ve Arapların acziyet ve zaaflarını samimi bir şekilde telafi etmeye gayret ediyor. Sosyolojik yapı itibarıyla da Arapların Türkiye'ye daha fazla güvendiklerini kaydediyor. Değişen dengelerin ve gücünün farkında olan İran ise ABD ile ortaklık esası üzerine yeni bir ilişki türü tesis etmek istiyor. Bu bağlamda, Nejad devrimin 30'uncu yıldönümünde ABD ile taktiksel ilişkiler değil doğru dürüst ve stratejik ilişkiler kurmak istediklerini ve İran'ın bugün hafife alınamayacak bir ülke olduğunu söyledi ve gerçek manada ve fiilen güçlü olduğuna dikkat çekti. 2009 ile birlikte Ortadoğu'da değişen güç dengeleri daha iyi hissedilmeye başlandı. Arapların zaafları devam ettiği müddetçe bölgede siyasi ve askeri boşluk olacaktır. Bu boşluk devam ettiği müddetçe de bölgede yeni güçler boy verecektir. Memlüklüler zayıflayınca ve bölgeyi savunamaz hale gelince aradan Yavuz fırlamıştı Erdoğan Araplara göre bir Yavuz ya da Cemal Paşa değil. Bu tespit doğru olmakla birlikte Yavuz'u Yavuz yapan kimyası kadar bölgedeki güç boşluğuydu. Elbette Erdoğan istese de yapısal anlamda bir Yavuz olamaz lakin güç boşluğu oldukça gün doğmadan neler doğar. Lakin Erdoğan psikolojik olarak Arapları Türk varlığını kabule hazırlardı. Bu 100 yıla bir gerçekleşebilecek bir gelişmedir.