Türk seçimlerine dair ilk yazımı, MHP'nin güçlü fikirler ortaya koymadığı için, sonuçları Türkiye'yi gelecek çeyrek asırda şekillendirecek olan seçim sonrası tartışmalarda (yeni bir anayasa, Kürt sorununun çözülmesi, AB üyeliği sürecinin nihayetlendirilmesi ve sürdürülebilir bir enerji politikasının güvenceye alınması) önemli bir rol oynayamayacağı tespitiyle bitirmiştim.

BDP bu tartışmalarda, bilhassa da anayasa ve Kürt sorunuyla ilgili hususlarda kilit bir aktör olmalı, fakat bu partinin diğer siyasi partileri, sürtüşmeye dayalı seçim stratejisinin 12 Haziran sonrası yapıcı bir rol oynamasına engel olmayacağı konusunda ikna edip edemeyeceğinden emin değilim.

CHP içindeki değişim sürecek mi?

Bu da bizi 12 Haziran seçimlerinin, iki büyük aktör konumundaki CHP ve AKP'nin Türkiye'nin geleceğini belirleme kapasitelerine dair ne gösterdiği sorusuna getiriyor.

Anamuhalefet partisiyle başlayalım. CHP'yi statükonun muhafızı olmakla suçlayan (ve pek de haksız olmayan) gözlemciler bile Kemal Kılıçdaroğlu'nun yeni liderliğinin dikkat çekici bazı politika değişikliklerini beraberinde getirdiğini kabul etmek zorunda kalıyor. Deniz Baykal'ın Avrupa esaslarına uygun yerel özerkliği desteklediğini, anadilde eğitime açık olduğunu, ordu üzerinde parlamento kontrolüne arka çıktığını veya AB üyeliği sürecine dair yapıcı fikirler ortaya koyduğunu kim hayal edebilirdi? Seçim zamanı vaatlerin kolayca ortaya atıldığını biliyorum. Kılıçdaroğlu'nun bütün bu hususlarda partisinin desteğini alıp almayacağı da henüz oldukça belirsiz. Fakat fikirleri, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu kilit sorunların büyük çoğunluğunda "eski" CHP'ninkilerden ciddi farklılık arz ediyor. Bütün bu siyasi kırılmaları oportünistlikten veya Türk seçmenini kandırma gayretinden ibaret saymak dar görüşlü ve pek akılcı olmayan bir tutum olacaktır.

Bu değişimlerin ne kadar kalıcı olduğunu sınamanın daha iyi yolu, bunları önemli adımlar olarak memnuniyetle karşılamak ve CHP'nin Meclis'teki yeni grubuna çabuk ve sarih bir şekilde hayata geçirilmesi yönünde baskı yapmaktır. Kılıçdaroğlu'nun CHP içinde bulunan ve bazıları seçimler sonrası yeni lidere ve fikirlerine karşı harekete geçme planlarına çoktan başlamış olan tutucuları kontrol edebileceğine dair de kuşkularım var. Kılıçdaroğlu'nun etrafındaki bazı insanların, özellikle tabii ki aday gösterilen Ergenekon zanlılarının epey bir entrika tecrübesi olduğunu unutmayalım. Kılıçdaroğlu'nun bu adayları niye kabul ettiğini anlamakta hâlâ zorlanıyorum; tek açıklaması, CHP içinde Baykal doktrininden ciddi bir sapmaya karşı çıkan güçlerle uzlaşma arama mecburiyetinin ortadan kalkmaması olabilir.

Kılıçdaroğlu'nun partisi içindeki bu direnişin üstesinden gelme gayretlerine dair bazı yorumlarla ilgili sorunum şu: CHP'nin her daim devletin ve eski Türk seçkinlerinin savunucusu olduğu ve olacağı analizine dayanarak, bunu başaramaması halinde sabit bir memnuniyet duyulacak olmasından hoşlanmıyorum. CHP geçmişte böylesine ağır bir hükmü fazlasıyla hak ediyordu, fakat Kılıçdaroğlu CHP'de reform yapmak ve onu frenlemek yerine geniş tabanlı bir merkez sol parti haline getirmekte başarılı olursa/olduğunda bundan şahsen mutluluk duyarım; zira böyle bir CHP, AKP'nin üzerinde, Türkiye'yi daha açık, hoşgörülü ve demokratik bir topluma dönüştürme sürecini devam ettirmek doğrultusunda basınç oluşturacaktır. Türkiye'deki siyasetin son on yıldır yaşadığı büyük trajedi, böyle yapıcı, reform yanlısı bir merkez sol partinin olmaması. Bütün kanaatlerden demokratlar siyaset sahnesinde böyle yeni bir aktörün arzı endam etmesinden memnuniyet duymalı, değişim sürecinin meşakkatli olduğunu ve henüz tamama ermediğini görseler bile.

İktidarın yükü

Türkiye'yi 21. asra hazırlamanın bütün sorumluluğu dokuz yıl önce AKP'nin sırtına yüklendi. Bazı alanlardaki performanslarına yönelik tüm eleştirilerle birlikte, Başbakan Erdoğan ve ekibinin etkileyici bir iş çıkardığını kabul etmek lazım. AKP'nin Avrupa'daki diğer partilerin olsa olsa rüyasında görebileceği bir sonuçla, art arda üçüncü genel seçimi kazanacak olmasının sebebini anlamak için tecrübeli bir seçim gözlemcisi olmaya da gerek yok. En başta Türkiye ekonomisinin daha önce hiç olmadığı kadar fazla insan için daha çok zenginlik üretmesi söz konusu. Evet, iktidar partisinin ekonomi politikalarının Kemal Derviş'in reçetelerine dayandığı, işsizliğin hâlâ yüksek olduğu, zenginle yoksul arasındaki uçurumun eskisi kadar derin olduğu ve ufukta bazı risklerin belirdiği doğru. Bununla birlikte büyüme rakamları göz kamaştırıcı ve daha da önemlisi, birçok Türk geleceğin daha iyi olacağı ve bundan dolayı AKP'ye teşekkür edilmesi gerektiği kanaatinde.

Olgular, rakamlar ve kanaatler seçimlerde önemlidir. Fakat bunu geniş bir kitleye izah edemezseniz, insanları size oy vermeye ikna etmekte zorlanırsınız. AKP ise hem en karizmatik lidere hem de en profesyonel kampanya aygıtına sahip olmasıyla öne çıkıyor. Ülkeyi dolaştığınızda, her yerde AKP posterleriyle karşılaştığınızda ve konuşma yapan parti liderlerini izlediğinizde, Tayyip Erdoğan'ın açık ara en popüler siyasetçi olduğunu görmek şaşırtıcı gelmiyor. Buna AKP'nin ordunun siyasetteki rolünü geriletmesini ve Türkiye'nin dışarıdaki imajını güçlendirmesini eklediğinizde, bir başka muzaffer seçim akşamının altın formülünü elde ediyorsunuz.

Bu AKP'nin semalarında hiç bulut olmadığı anlamına mı geliyor? Bulutlar var ve bazıları gayet kara. Bu seçimlerde iktidar partisinin en önemli sorunu, Kürtler ve Aleviler arasında yükselen umutları ve beklentileri karşılamayarak yaptığı stratejik hata. 2009'da Kürt ve Alevi açılımlarını başlatmak cesur bir adımdı. Bu açılımları yarı yolda durdurmak AKP'nin reform yanlısı parti imajına ağır darbe vurdu ve bilhassa Kürtler arasında birçok potansiyel seçmeni hoşnutsuz ve öfkeli halde bıraktı.

Uzun vadede ise AKP açısından iki önemli sorun görüyorum. Biri, bu hükümetin Türkiye'yi geleceğe hazırlama isteği noktasında eski moda yöntemler kullanması. Kampanya sırasında açıklanan bütün "çılgın" planlar daha fazla inşaat, daha fazla beton ve çelik gerektiriyor. Evlerin ve yolların önemli olduğunu kabul eden Çinliler bile ekonomik büyümelerini sürdürülebilir kılmak için yeniliklere, temiz enerjiye ve akıllı teknolojilere bir sürü para harcıyor. AKP'nin eski usul kalkınmacı ve çevre düşmanı yaklaşımında bunun esamisi bile yok. Günün birinde acısı elbet çıkacaktır.

AKP açısından en büyük tehlike şundan kaynaklanıyor: Türkiye'de ve dışarıdaki birçok insan, partinin Tayyip Erdoğan'ın sınırsız heveslerinin aracı haline geldiği kanaatinde. AKP içindeki güçler ayrılığının yavaşça eridiğini ve geride kendisine veya politikalarına yönelik hiçbir eleştiri kabul etmeyen tek başına bir lider bıraktığını görmek için 'Economist' analizi okumalarına gerek yok. Başbakan'ın otoriter eğilimlerine dair artan eleştirileri Türkiye veya reform karşıtlığı diye yaftalamak ciddi bir hata olur. Bilhassa Türkiye'nin dışarıdaki dostları ve Türkiye'deki reform yanlısı demokratlar arasında ifade ve medya özgürlüğünün AKP liderinin ellerinde emniyette olmadığına dair korkular artıyor. Birçoklarında yeni anayasaya yönelik son derece önemli tartışmanın Başbakan'ın cumhurbaşkanlığıyla ilgili hevesleri tarafından rehin alınacağı endişesi var. Bu endişeler (AKP tarafından da) ciddiye alınmalı. Türkiye'nin 12 Haziran'dan sonra ihtiyacı olan şey, yeni bir tek adam partisi şovu değil. Yapılması gereken, ülkedeki büyük aktörler arasında yeni anayasayı formüle etmek, Kürt sorununu çözmek ve AB üyeliği sürecini canlandırmak yönünde dikkatle düzenlenmiş bir işbirliği süreci başlatmak. Bunun gerçekleşmesi için de uzlaşmaya istekli bir AKP'ye ve seçimde verdiği sözleri tutabilecek bir CHP'ye ihtiyacımız var.


[email protected] 


Kaynak: Zaman